Finansal liberalizasyon ve 1980 sonrası Türkiye örneği
Başlık çevirisi mevcut değil.
- Tez No: 32508
- Danışmanlar: DOÇ. DR. NİHAL TUNCER
- Tez Türü: Yüksek Lisans
- Konular: Ekonomi, Economics
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 1994
- Dil: Türkçe
- Üniversite: İstanbul Üniversitesi
- Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: İktisat Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Sayfa Sayısı: 80
Özet
ÖZET Finansal liberal i zasyon konusunda, 1970' lerden itibaren liberalizasyonu savunan ve ona karşı olan teorisyenlerin tartışmaları oldukça zengin bir literatür oluşturmuştur. Azgelişmiş ülkelerin dış yardım almayı sürdürdükçe büyümeleri, fakat yardım kesildiği anda bunalıma girmeleri, yurtiçi kaynakların mobilize edilmesi ve dış tasarrufların yurtiçi ekonominin büyümesi amacına yönlendirilmesi konusunda arayışların başlıca motividir. Literatürde yaygın olan vakıa çalışmalarında, liberalizasyona taraf olan teori syenlerce Latin Amerika ülkeleri kötü örnek olarak gösterilirken Uzakdoğu ülkelerinden övgüyle sözedilir. Finansal liberalizasyonu savunan iktisatçılar, Stanford Okulu olarak bilinir. McKinnon-Shaw yaklaşımı, finansal liberalizasyonu savunan teorisyenlerce temel alınır. Onların görüşlerini eleştiren iktisatçılar ise genel olarak Neo-Keynesyenler ve yeni-yapısalcılar olarak nitelenir. McKinnon ve Shaw liberal iktisatçılardır. Fakat neoklasik ekolün kimi varsayımlarını eleştirirler, geri kalmış ülkelerin yapısına uygun bulmazlar. Örneğin, geri kalmış ekonomilerin baskılanmış piyasalarının (yani fiyatların piyasanın işleyişi ile belirlenmediği) türdeş olmadığını, tek bir fiyat oluşmasının olanaksızlığını savunurlar. Ya da örneğin; McKinnon, neoklasik teorinin likidite tercihi ile yatırım talebi arasında ikâme ilişkisi olduğu varsayımına karşı çıkar, buna karşılık para sermayenin yatırımın kaynağı olduğunu, bu yüzden ikâme ilişkisi değil tamamlayıcılık ilişkisi olduğunu savunur. Bununla birlikte, finansal piyasalar serbestleştirildiğinde piyasaların bölünmüşlüğünün ortadan kalkacağını, işlem maliyetinin azalacağını, kısacası piyasanın kendi kendine dengeye geleceğini, bu noktanın optimal olacağını önesürerler. Neo-Keynesyenler ve yapısalcılarla özünde anlaşamadıkları nokta da budur zaten. McKinnon' a göre, yurtiçinde faiz hadleri serbest bırakıldığında toplam tasarruflar artar. Bankalarda mevduat olarak tutulan bu tasarruflar ise yatırımlar için kaynak oluşturur. Tasarruflar arttığı için yatırımlar da artar, dolayısıyla büyüme sağlanır. Shaw da aynı olayı finansal derinleşmenin sağlanması ve finansal aracılığın yoğunlaşması sayesinde finansal piyasaların etkinliğinin artması, işlem maliyetinin düşmesi, tasarrufların ve yatırımların hacminin artması şeklinde ifade eder. Hem McKinnon hem Shaw tayınlamanın ortadan kalkarak yatırımların artmasının yanı sıra yatırımların etkinliğinin de artacağını savunurlar. Sözkonusu iki yaklaşım birbirini tamamlar.Neo-Keynesyenler, McKinnon-Shaw yaklaşımını öncelikle tasarruf artışının yatırım artışını sağladığı şeklinde klasik bir anlayıştan yola çıktıkları için makro düzlemde eleştirirler. Keynesyen görüşün çekirdeği efektif talep anlayışıdır, büyüme için esas olan efektif talep artışıdır. Tasarruf artışı, büyümeyi sağlamak şöyle dursun, efektif talebin azalmasına neden olduğu için durgunluğa neden olur. Getirilen ikinci eleştiri tasarrufların faiz haddine duyarlı olmadığı, öncelikle gelirin fonksiyonu olduğu şeklindedir. Mikro düzlemde ise piyasalar rekabetçi olsa dahi tayınlanmanın varolduğu eleştirisi getirilir. Çünkü finans piyasaları, mükemmel olmayan öngörü ve arz ve talep edenler arasında asimetrik bilgilenmeye tâbidir. Yüksek faiz haddinde hem riske giren yatırımcılar kredi almaya talip olacaklarından hem de risk almayan yatırımcılar kredi faiz haddini karşılayabilmek için riske gireceklerinden bankalar faiz haddi serbest bırakılsa da müşterileri konusunda temkinlidirler. Bu yüzden tayınlanma olacaktır. Yeni-yapısalcılar da Keynesyenler' in piyasaların mükemmel olmadığı varsayımını paylaşmakla birlikte Stanford Okulu' nu farklı açılardan eleştirirler. Analizlerinde kurumsallaşmamış piyasayı ele almaları başlıca farktır. Temel yaklaşımları ise kurumsallaşmamış piyasanın kurumsallaşmış piyasaya göre daha etkin çalıştığı şeklindedir. Çünkü örneğin bankalardaki mevduat, munzam karşılığa tâbidir, bu yüzden tasarruf artışı tam olarak kredi arzı artışına dönüşemez. Eğer kurumsallaşmış piyasada değerlendirilen tasarruflar kurumsallaşmamış piyasadan çekilmişse kredi arzı düşer. Ayrıca kurumsallaşmış piyasada daha yüksek faiz sunulması kurumsallaşmamış piyasayı da faiz haddini yükseltmeye zorunlu kılar. Belirtilen iki etki sonucu liberalizasyon sonrası stagflasyon beklenir. Bu çalışmada finansal liberalizasyonun borçluluk ile çelişen yönleri ele alınmaktadır. Finansal liberalizasyonun istikrarsızlığa neden olmaması için herşeyden önce ekonominin borç yükünün ağır olmaması gerekir. Çünkü borçların geri Ödenmesi için ekonomide kaynakların kamu kesimine aktarılmasını gerkli kılar. Bu da para basılarak ya da iç borçlanma ile sağlanabilir. Fakat liberalizasyon sonrası her iki yol da kamu otoritesi için maliyetli olacaktır. ' Örneğin, banka borç verirken kredi müşterinin yürüttüğü yatırımın getirişinden emin olamaz. Kredi verme karşılığında kazanca belli bir oranda (faiz oranında), ancak riske yüzde yüz ortaktır.iç borçlanmaya gidildiğinde, kamu otoritesinin kaynak çekebilmesi rakip finansal varlıkların getirilerinden daha cazip getiri sunmasına bağlıdır. Eğer kaynak gereksinimi büyükse mutlaka fon çekebilmek için, cari piyasa faiz haddinden yüksek getiri sunmak zorunda kalınır. Ancak borç bileşiminde faiz yükünün artması gelecek dönem borcunun artması ile sonuçlanır. Serbestleştirilmemiş bir ekonomiye göre daha maliyetli olur. Para basımının enflasyonist etkisinin bir ölçüde engellenmesi, para talebinin artması ile mümkündür. Bu da para dışında likit finansal varlıklar varolmadığında olanaklıdır. Çünkü enflasyon kaybını gidermek işin para talep edilmek zorundadır. Oysa dış liberalizasyon sonrası, döviz ulusal paranın işlevlerini karşılar. Ulusal para değeri aşındığında döviz ile ikâme edilecektir. Dolayısıyla dış liberalizasyon sonrası kamu otoritesinin enflasyon vergisi salabilme olanağı ortadan kalkarken para ikâmesi nedeniyle de ulusal paranın değerinin sürekli aşınır. Hızlanan para ikâmesinin ithal girdiler yoluyla ve ulusal para cinsinden artan dış borç yükünün getirdiği kaynak gereksinimi nedeniyle enflasyonist etkisi olur. Enflasyon paranın değerinde yine aşınmaya neden olduğundan enflasyon-para ikâmesi-enflasyon zinciri sürer. Türkiye ekonomisinin '80 sonrası deneyiminde de sözkonusu çelişkiler yaşanmıştır. Borçluluk, liberalizasyon sonrası borç yükünü artırma yönünde etki yapmıştır. 1980' lerin ilk yarısında sağlanan dış borç ekonominin sıkıntılarını gidermiştir. Fakat alınan borçların vadesinin dolması ile birlikte kaynak gereksinimi de yoğunlaşır. Bu kez iç ve dış liberalizasyon ile ilgili sorunlar kendini gösterir. Yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü kamu kesiminin fon sağlamasının maliyeti artar ve açık büyür. Liberalizasyonun borç yükü ile çelişen yönlerinin yanısıra kaynak sağlama olanaklarının kapanması ve demonetization nedeniyle yaşanan zorunluluk boyutu vardır. Tasarruf sahiplerine pozitif reel faiz sunulması fiziksel varlıklara yönelen tasarrufları mobil hale getirmek için gereklidir. Ayrıca 1970' lerin sonlarından itibaren uygulanması talep edilen IMF istikrar programlarında da McKinnon-Shaw hipotezi üzerine temellendirilmiş öneriler yeralır. Uygulamada hem yurtiçi ekonominin gerekleri hem de IMF' nin görüşü belirleyici olmuştur. Paranın değerindeki aşınma nedeniyle para «İma fonksiyonlarını yitirmesi ve fiziksel varlıkların toplam senet içinde ağırlığının artması anlamındadır.5 Dış liberalizasyonun sonrası da yukarıda belirtilen olumsuzluklar yaşanmıştır. Amaç sermaye kaçışını engellemek iken sadece borç yükü daha da kabarmakla kalmamış, dolari'zasyon (para ikâmesi) ve sermaye kaçışı belirginleşmiştir. Dış liberalizasyon sonrası sermaye kaçışını engelleyebilmek için, yurtiçi finansal varlıkları getirişinin yurtdışı finansal varlıkların getirişine en azından eşit olması gerekir. Yurtiçi faiz haddi yüksek bir trend izlemek zorundadır, özellikle de yüksek oranda devalüasyon ve ülke-riski sözkonusuysa. Bu durum ulusal politikaya kısıtlar getirir. Sermaye hesabı libere edildiğinde, enflasyonun engellenmesi ve varlık koşullarının ortadan kaldırılması zorunluluktur. Sermaye kaçışı ve para ikâmesini engellemek için ulusal paranın dövize göre daha az tercih edilir olmasının önüne geçilmelidir. 1980' lerin başındaki borç stoku, yeni dış borç bulunmadan ekonominin özkaynaklarının mobilizasyonu ile sağlanabilir miydi? Bunlara kesin yanıt verilmesi oldukça güç. Ancak şu söylenebilir; Liberalizasyonla çelişmesine, kaynak gereksinimini derinleştirmesine rağmen 80' 1er boyunca senyoraj geliri toplanmıştır. Enflasyon vergisinin doruğa ulaştığı yılların seçim dönemleri olduğu görülmektedir. Belki diğer olumsuzluklar konusunda farklı politika üretmek güç olabilir, fakat seçim yatırımlarına verilen ağırlık ve seçim öncesinde yaşanan politik belirsizlik de maliyetli olmuştur. Liberal izasyonun olumsuz etkilerini ağırlaştıranı ştır.
Özet (Çeviri)
Özet çevirisi mevcut değil.
Benzer Tezler
- Finansal liberalizasyon altında yatırım: 1980 sonrası Türkiye örneği
Investment under financial liberalization: The case of Turkey after 1980
BURCU DOĞAN
- Finansal liberalizasyon ve tasarruf-yatırım-büyüme ilişkisine etkisi: Türkiye örneği
Financil liberalization and its impacts on saving-investment-growth relationship: The case of Turkey
CENK GÜRKAN
- Küreselleşme sürecinde gelişmekte olan ülkelerde uluslararası sermaye hareketleri ve makroekonomik etkileri: 2001?2006 Türkiye örneği
International capital flows in developing countries in globalization period and its macro economic effect: 2001-2006 Turkish case
FATİH MANGIR
- Kısa vadeli sermaye haraketlerinin ödemeler bilançosu, dış borçlar ve büyüme üzerindeki etkileri: Türkiye örneği (1990-2001)
Başlık çevirisi yok
SEMA SALIH HYUSEIN
- Finansal liberalizasyon politikaları ve kriz ilişkisi (1990 sonrası Asya ve Türkiye örneği)
Financial liberalisation policies and crisis relationship (Asia and Turkey case in the 1990's)
HACER GÜL ÖZER