Künstlerproblematik in Rainer Maria Rilke's Malte
Başlık çevirisi mevcut değil.
- Tez No: 41978
- Danışmanlar: PROF.DR. YÜKSEL ÖZOĞUZ
- Tez Türü: Yüksek Lisans
- Konular: Alman Dili ve Edebiyatı, German Linguistics and Literature
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 1995
- Dil: Almanca
- Üniversite: İstanbul Üniversitesi
- Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Sayfa Sayısı: 97
Özet
TÜRKÇE ÖZET Klasik-Romantik dönemde en doruk noktasına ulaşan İNSAN5 olgusu, ondokuzuncu yüzyılın hızlı bilimsel-teknik ve sosyo-kültürel gelişmeler ve değişimleri sonrası, iyice hızlanan endüstri devriminin de etkisiyle, eski değerlerini yitirmeye başlar. Maddeciliğin çok önem kazanması, diğer yandan materyalist düşünün gelişimiyle tinsel bağlamda inanç ve düşüncelerde büyük krizler yaşanır. Bir yandan, ölümünden sonra da etkisini ağırlıklı olarak sürdüren Schopenhaver'in karamsarlığı (Pesimizm), diğer yandan Tanrı öldü...“ diyerek dönemi sarsan Nietzsche ve nihilizmin etkileriyle bunalımlı bir dönem geçirir insanlık. Bu bağlamda önceki dönemlere oranla çok daha karmaşık ve bunalımlı bir çağdır bu. Teknik gelişmelerle büyük boyutlara ulaşan fabrikasyon üretim tarzı', arz-talep ilişkisi, kapitalizmin oluşumu, ticaret ve sanayinin giderek gelişmesiyle yeni ve büyük kemlerin doğuşu, bu kendere ve gelişmiş ülkelere doğru akmaya başlayan büyük göç harekeden ve ardından ekonomik-sosyal ve siyasal yapılanma, yüzyılın sonlarına doğru görülen en belirgin genel özelliklerdir. Pozitif bilimlerin gelişmesi ve bu alanda sayısız başarılı buluşun gerçekleştirilmesi, öte yandan Darwin'in 'türlerin kökenine5 ilişkin teorisi ve materyalist düşünceden yola çıkan Naturalizm, dönemin dünya ve hayat görüşlerini etkileyen özelliklerdir. Tüm bu gelişmeler, yeni bir sınıf; işçi sınıfını doğurur. Hızla büyüyen endüstrinin çalışanlarım oluşturan ve aynı hızla giderek artan bu kesim, işsizlik, yoksulluk, iş ve çalışma sorunları gibi birçok ekonomik ve sosyal-kentsel sorunları da beraberinde getirir. Bu büyük gelişim ve değişimler insan yaşamım derinden etkiler. Tüm bunlar,i leride doğacak dünya savaşlarının da hazırlayıcı etkenleridir aslında. 'Modernleşme5 diye anabileceğimiz bu gelişim sürecinde büyükkenderin oluşumuyla birlikte, büyükkent ve modern insan sorunları da ortaya çıkar. Büyük aile yapısından, çeşitli sosyo-ekonomik nedenlerle çekirdek aileye doğru başlayan bu süreç, tek tek bireylere de yönelir ve bireyin, daha doğrusu benliğni parçalanmışlığı sorununu da gündeme getirir. Bütün bu gelişimlerin sonucu, iş ve büyükkent yaşamına, başka bir deyişle modern yaşam düzenine ayak uydurmaya 90çalışan insan, giderek tekdüzeleşir, mekanikleşir ve büyükkenderin mimari görünümü örneği betonlaşmaya başlar. 'Modernleşme' diyebileceğimiz tüm bu gelişimlerle büyükkent ve inşam giderek yapıylaşır. Bu ppay ve kurmaca tutum, günlük yaşantısına da yansır insanın. Modernleşmeyle birlikte, bir ayrılık, bir veda sürecine girer insan. Bu ayrılık genel anlamda insanla doğası arasındadır. Giderek yalnızlaşır insan. Nüfusu arttıkça yalnızlaşır ve bu aşamada önce kendisine, sonra çevresine yabancılaşır. 'İyi”,“Güzel”, 'İnanç“ gibi kavramlar gittikçe soyudaşır hatta kaybolmaya yüz tutar ve korkuları çoğalır insanın. Temel korkusu ise ölüm korkusudur; daha doğrusu benlik yitimi ve kimlik kaygısıdır. Geleneksellikle modernlik, bireysellikle çoğunluk arasında bir aykırılık (Diskrepanz), bir çelişki duyumsat. Düşün ve kültür açısından büyük bir çöküş -DECADENCE- söz konusudur bu dönemde. Naturalizm'e karşıt olarak yeni birçok yazınsal akım çıkar karşımıza. Bunlardan sembolisder ya da yeni romanrik-yeni klasikler diyebileceğimiz bu akımın öncüleri, karamsar bir dünyada kaybolmaya yüz tutmuş Alman İdealizmi anlamındaki 'iyi', 'güzel' ve tinsel bağlamdaki doğa bütünlüğü gibi eski değerleri korumak, onları yeniden yaşatmak isterler. Çünkü insan olarak varolmanın sağlanabilmesi için bu değerlere gereksinim vardır. Naturalisderin deney örneği, mercek altında inceler gibi yaptıkları çözümlemelerden, betimlemelerden çok, yeniden insanın iç dünyasına yönelirler ve kaybolduğuna inanılan bütünlüğü yeniden kurmaya çalışarak, sanan yeni doruklara çıkarırlar. Biçem açısından uyaklarla, zengin imgelerle, ses-ton uyumunu yaratarak sanatın estetik yanını öne çıkarırlar. Bu akımın başlıca öncüleri, Stefan George, Hugo von Hofmannsthal ve Rainer Maria Rilke'dir. Kaybolmaya yüz tutmuş insancıl, etik ve estetik değerlerin peşinde ”milyonlarla“ anılan insan yığınından herhangi biri olarak değil, özvarlığının bütünlüğü içersinde bir birey olarak varolma kaygısını taşırlar içlerinde. Sanatçının savaşımı da öz benliğini, kimliğini koruma uğrunadır. Bu bağlamda hem 'ilk5 oluşu, hem de bu sürecin tüm etkilerini ve özelliklerini belirgin bir biçimde taşıması açısından Rilke ve romanı çok iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Romanın kahramanı ve ben-anlatıcısı 'Malte', aynı zamanda Rilke'nin kendisidir. Malte, böylesine kötümser bir dünyada ayakla kalabilmenin, özgün bir 91birey, bir 'BEN' olarak var olabilmenin sanalı savaşımının adıdır. Rilke'nin Paris'te geçirmiş olduğu bu bunalımlı yıllar, bu zorlu dönemeç, Make ya da Paris dönemi diye de anılabilir. Bu ağır ve ızdıraplı dönem, Rilke'nin yaşamında bir geçiş dönemi ve sanalında bir oluşum sürecidir. Rilke/Malte, taşradan modern bir büyükkente; Paris'e gelir ve birdenbire bu kente atılmış, fırlatılmış gibi kendini büyükkentin tüm olumsuzlukları ve sorunları içersinde buluverir. Roman bu ilk izlenimle başlar : ”Yaşanılacak yer diye gelinen bu kent, aslında ölünecek yer.“, diyen Rilke/Malte, yine romanda, yıkık evlerden geriye kalan ”duvarlar“ betimlemesiyle değişen yeni dünyanın insanlar üzerinde bıraktığı tüm etkileri değişimleri, daha doğrusu kaybolan hayadan, yıkıntı duvarlarıyla örnekleyerek ustalıkla betimler. Yıkıntının her bir parçasında dağılan, yitip giden yaşamların izleri kalmıştır. Bu tarzda somut göstergelerle, arka planda insanın düşünsel gerçekliğine başarıyla göndermeler yapar ve aynı zamanda bu çelişki ve karşıtlığı dil ve anlatım yoluyla ustaca gözler önüne serer. Romanın biçemi, içeriğine çok uygundur. Birbirlerinden bağımsız, kopuk, kopuk nodar halinde, bilinç akışı tekniği ile sürekli romandaki zamanla anılar arasındaki gel- giderle bağıntılar kurularak 'biçem-içerik”bütünlüğü sağlanmaya çalışılmıştır. Görünürde konu bütünlüğünün kurulamayışı, belirli bir olaylar zincirinin olmayışı, düzensiz akışı, aslında romanın içerik yönünden biçemsel anlatımıdır. Romanın parça parça nodardan oluşan bu yapısı, bir yerde anlatının temel sorunsalım oluşturan 'ben'in parçalanmışlığını biçem (form) düzeyinde çağrıştırır. Bu anlamda gerek içerik, gerekse biçem açısından bir 'şekilsizlik5 söz konusudur. Rilke aslında içten içten yeni dünya düzenine ve modern büyükkent insanına elqtiriler de yöneltir. Bu bakımdan özellikle,“insanların birden fazla yüz taşıdığım ve zamanla bunları eskiyen eldivenler gibi sık sık değiştirdiklerini”betimlemesi, göz önünde tutulması gereken önemli bir bölümdür. Rilke/Malte modern büyükkent yaşamının yarattığı tinsel sorunları derinden duyumsar. Bu süreç korkularla başlar. En büyük korku olan ölüm korkusu ölmekten değil, hastahanede yalnızca sayılarıyla anılan '559' ölüden biri olma korkusudur. Daha dorusu Rilke/Malte özgün benliğinin yitmesinden korkar. Özgün bir ölüm, özgün bir yaşama, bir benliğe ait olabilir. Ölümlerin bile artık Tabrikasyonlaşağım' özellikle vurgular. 92Make kendini yalnız hisseder. Milyonların arasında yapayalnızdır. Bir diğer önemli sorun da, tipik bir modern yaşam ya da büyükkent özelliği olan yabancılaşmadır5. Bu sorun, Franz Kafka'nın eserlerinde de ağırlıklı olarak işlenir ve modern insanın konumu betimlenir. Rilke/Malte, çocukluğunda geçen bir anıyla-maske yaşantısı- yabancılaşma sorununu imgelem aracılığıyla çarpıcı bir biçimde anlatır. Rilke'nin henüz yüzyıl başlarında karşılaştığı bu sorunlar, günümüzde de günceldir. Rilke/Malte başka yerden gelen biri olarak, bir yanadır bu kentte ve yabancı olmanın tüm olumsuz etkilerini duyumsar. Bu bakımdan kendini soyutlanmış, bu kente atılmış hisseder. Benliğini hiçlik duygusu sarar. İşte bu noktada,“ve bu 'hiç3 düşünmeye başlar”sözleriyle varoluşunu, yaşadığı bu süreci ve değerlerini sorgulayarak bir çıkış yolu, tutunacak bir yer arar Rilke/Malte. Çalışmanın ikinci bölümünü varoluş sorguları oluşturur. Varoluş sorunu Kierkegaard'tan bu yana M.Heidegger, Jaspers gibi birçok varoluşçu tarafından irdelenmiş ve J.P.Sartre ile doruk noktasına ulaşmıştır. Nitekim Sartre, Rilke'den çok sonra yirminci yüzyılın ortalarında“insan bu dünyaya atılmış, özgürülğe mahkum edilmiştir”diyecektir. Rilke'nin 'aülmışlık5, Yırlaülmışlık5 düşüncesini Sartre'den çok önceleri duyumsaması, onun sanatçı yaklaşımından kaynaklanan görme duyarlılığı ile ilgilidir. Rilke/Malte bu süreç içersinde temel sorunlardan özgün yaşam ve ölüm konusunu irdeler. Özgün bir yaşam-ölüm bütünlüğünü, bireyin özgün varlığında anlamlı kılar. Birey olarak var olmanın bilincinde olmak, bu anlamda çaba göstermek gereklidir. Varoluş sorgusu, bu bağlamda sanatçı sorunsalıdır. İnsan olarak, ya da diğer bir deyişle klasik-romantik anlamda bir birey olarak varolabilmek için tutunacak dayanaklardan biri de 'sevgi'dir; 'mutlak sevgi'. Ancak, Malte gereksinim duyduğu bu 'mutlak sevi'yi Paris'te bulamaz. Sık sık anılanndaki“Abelone”ye göndermeler yapar. Bu bağlamda sevgi, varoluş için bir olanaktır. Bir yerde sanatçı, seven insandır. Bu anlamda varoluş sorunu ağırlıklı olarak Duino ağıtlarında ele alınır, bu bakımdan Duino ağıtları da göz önünde tutulmalıdır. Bu çalışmada ele alınan süreç ise, Rilke'nin Paris dönemindeki oluşum süreci, geçiş sürecidir. Oysa Duino ağıtlarında söz konusu olan, olgunluk dönemi bağlamında sanatçı varoluşun sorgulanışıdır. 93Varoluş sorunu bir yerde soramın ana düşüncesini de oluşturur. Modern büyükkent yaşamının yarattığı olumsuz etkenler, insan olarak bireyin benliğini, kimliğini tehdit eder duruma gelmiştir. Bireyin kimlik kaygısı, 'ben'in parçalanmışlığıdır söz konusu olan. Buna bağlı olarak benlik kaygısı ve parçalanmışlık sorunu adı altında, 'ben'in büyükkent toplumu (ya da tüketici toplum) içersinde parçalanmışlığı irdelenir. Benlik; küçük, şekilsiz ve sessiz birçok cam parçaları gibi parçalanmış, dağılmıştır. Buna etken olan ise, genel anlamda yüzyılın düşünsel gelişimi ile, modern kent yaşamının etkisel bütünlüğüdür. Bu bağlamda özgün benliğin parçalanmışlığı, Alman İdealizmi anlamındaki bütünlüğün de bozulması anlamına gelir ki, bu da karamsar (pesimist) ve karşıtçı (nihilist) düşünlerin de etkisiyle, yaşamın anlamsızlığım doğurur. İnsan olarak varolabilmek ise, bir yerde yaşamın anlamım bulmakla, 'yaşamı anlamlandırmakla' olanaklıdır. Bu parçalanmışlık karşısında Rilke/Malte iç hesaplaşmaya girer ve varlığının bütünlüğünü korumak için çabalar. Make sürecide bu çabadan oluşur zaten. Bu süreç içerisinde yalnız varlığını değil, zamanı, tarihi, yaşamı ve Tanrı imgesi gibi birçok düşünsel konuları da sorgular. Bu çalışmanın üçüncü ve son bölümünü, Bilke'nin, sorunları sanatçı yaklaşımıyla aşma çabası oluşturur. Rilke, benliğini saran korkuları bir anlamda ödünleme yaparak, sanatında yaratıcı bir güç olarak algılar ve“korkudan nesneler yapmak”(Dinge machen aus Angst) der. Bu, aynı zamanda iç dünyasındaki savaşınım da bir sürecidir. Rilke/Malte, herşeyden önce bir sanatçıdır, şairdir. Varolabilmenin yolunu ise sanatında görür ve hayatını sanata adar. Daha doğrusu Rilke için yaşamak, sanada uğraşmaktır. Yaşamın anlamı sanattadır. Bu nedenle“yazmak”herhangi bir uğraş değil, edinmiş olduğu Rodin tarzı çalışma yöntemi, bu yolla yaşamım anlamlandırabildiği işidir. Rilke yazıya büyük değer verir, hatta onu tanrısal diye nitelendirebileceğimiz ölçülerde yüceleştirir (Dua bölümünde olduğu gibi). Yazmak onun için, 'izlenimlerini' iç dünyasında yoğurarak 'dile getirme' ödevidir. Yazmakla, özgün benliği ile varoluşunun uyumunu sağlayarak, 'bütünülğü' kurmayı amaçlar. Bu bağlamda kendini sanatçı duyarlılığı ile sorumlu hisseder. Sanatçı bir yerde, zamanının duyargasıdır. Sanatçı yaklaşımı ile sorunlarının üstesinden gelebilir ancak. Sanatçı yaklaşımının bir diğer ve çok önemli bir özelliği 94de, bakış açısıdır :“Görmeyi öğreniyorum”(leh Ierne senen) der ve anlatı boyunca da sık sık bunu yineler. Bu söylem, Bilke'nin sanatçı yaklaşımının oluşum sürecini belirten önemli bir göstergedir. Rilke'nin 1902'de Paris'te yazmış olduğu çok ünlü Tanter5 şiiri, yüceleştirme 'aesthetisierung) örneği olduğu kadar, aynı zamanda modern insan sorunsalının da imgesel betdmlemesidir. Panterin iç dünyasında oluşmadan sönen izlenimler, bir sanatçıda tersine yeniden oluşur, şekillenir ve Orpheus'un ezgileri gibi dile gelir (Gesang ist Dasein, Son.I.Teil m). Sanatçı, eseriyle vardır. Şair, yazabildiği sürece varolacaktır ve bu bağlamda sanat, can damarlarımızdan biridir. Rilke, gerçek yaşamında da sanatıyla özdeşleşmiş bir sanatçıdır.“İyi dizeler”(gute Verse) betimlemesinde sanat anlayaşını da belirtir. Ona göre dizeler, başkalarının düşündüğü gibi yalnızca duygular değil, yaşantılardır. Bir dize uğruna çok şehirler, insanlar, nesneler görmeli, tanımalı deneyimleri duyumsamah kısaca yaşamalıdır. Yeryüzü, sanat eserlerinin oluşturulması için yaşanması gereken, yerine getirilmesi gereken bir ödevdir. Sanatçı bir yaşam boyu sanan için anlam ve tat, yani malzeme toplar ve her fırsatta dile getirmeye çalışır. Sanatçı eserini oluştururken, edinmiş olduğu sayısız deneyim ve yaşantılardan oluşturduğu malzemeleri, bir arının sayısız çiçeklerden toplamış olduğu özlerle petek yapması gibi, iç dünyasında özümser, yeniden şekillendirir ve bunlardan Rilke tarzı“yaşantı katedrali”oluşturur. Bu yapı, yani eseri, sanatçının özvarlığını kanıtlar niteliktedir. Bu bağlamda sanatçı, düşün işçisidir. Bu bakımdan her dönemin kendine özgü sosyal-kültürel ve bilimsel gelişme ve değişimleri, tüm özellikleri, doğallıkla sanatçı için de yeni malzemeler bütünü oluşturmaktadır. Sanatçının yüklendiği sorumluluk ise, tüm bu birikimleri öz benliği bütünlüğünde anlamlandırmak ve dile getirmektir. Bu bağlamda sanat ve sanatçı, insan var oldukça var olacaktır. 95
Özet (Çeviri)
SCHLUSSBETRACHTUNG Es handelt sich in 'Make' nicht nur um eine Künsderproblematik, welche mit den Problemen der Moderne verbunden ist, sondern auch um Daseinsfragen, die auf das Wesen der menschlichen Existenz, bzw. auf das Individuum allgemein abzielen. Die Moderne ist einerseits Entwicklung, worunter wir all die wissenschaftlich-technischen, sozialen und kulturellen Veraenderungen verstehen, eine neue Weltordnung, die unser Jahrhundert bestimmt. Andererseits wird sie auch als ein cAbschied> vom menschlich-natiirlichen Ursprung gesehen. In diesem Prozess gehen die von Rilke so betonten Werte verloren. In dieser Arbeit wird die Bedeutung der Grossstadt, ihre Struktur und ihr problematische Entwicklungen, wie Rilke sie in seinem Malte-Roman gesehen hat, untersucht. Die Grossstadt mit ihrer Problematik ist fur Rilke und seine Identitaet als Individuum bestdmmend. Auch in den Werken von Franz Kafka steht die Situation des modernen Menschen im Mittelpunkt. Die Grossstadt, bzw. Paris in Make enthaelt ein grosses Fragezeichen. Die Diskrepanz zwischen dem menschelichen Dasein und der Mechanisierung, zwischen Tradition und Moderne, zwischen Individuum und Masse steht im Mittelpunkt von Rilkes Gedankenwek. Die Grossstadtprobleme begegnen Malte erst mit seinem Einzug in Paris. Zuerst ist er den Aengsten ausgesetzt. Er ist ein 'Einsamer5 und ein Tremder'. Er fuhlt sich in Paris 'ausgesetzt5. Er ist in diese ungeheuere Grossstadt 'geworfen' und erfuhlt sich als ein 'Nicht's, und“dieses Nichts faengt an zu denken”. Sowie Nietzsche von einer“Umwertung aller Werte”redete, befragt Rilke das menschliche Dasein und sucht einen Ausweg in der ungeheuer veraenderten Welt, die das Ich' teilt. Auf dieser Welt gehen die Werte im Sinne des Deutschen Idealismus verloren. Die Daseinsfragen kreisen um sein menschliches“Dasein”. Er stellt sich die Aufgabe die 'Eindrücke' zum 'Ausdruck5 zu bringen. Durch die Kunst konnte er das Leben und sein eigenes T)asein3 harmonisieren und eine Einheit bilden, um den Sinn des Lebens zu erfassen und dadurch zu existieren. So ist die Kunst eine Daseins-bzw. Lebensart fur ihn als ein Künsder. Er findet das Leben oder den 88
Benzer Tezler
- Züge motive und stoffe von Nietzsche in Kafka's erzahlwerk
Başlık çevirisi yok
NİHAT ÜLNER
Doktora
Almanca
1998
Alman Dili ve EdebiyatıHacettepe ÜniversitesiAlman Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı
PROF. DR. ŞERİFE DOĞAN