1929-1980 arası dünya ekonomi krizlerinin, Türkiye ve diğer az gelişmiş ülkelerin kalkınma stratejilerine etkileri
Başlık çevirisi mevcut değil.
- Tez No: 41929
- Danışmanlar: DOÇ. DR. A. DİNÇ ALADA
- Tez Türü: Yüksek Lisans
- Konular: Ekonomi, Economics
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 1995
- Dil: Türkçe
- Üniversite: İstanbul Üniversitesi
- Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Sayfa Sayısı: 220
Özet
203 ÖZET Krizler, belli bir döneme özgü sermaye birikim sürecinin ya da uluslararası iş bölümünün sınırlarına ulaştığının göstergesi olarak kabul edilir. Immanuel Wallerstein'in dediği gibi, ender görülen bir durumu ifade etmektedirler. Yani, tarihsel bir sistemin iç çelişkilerinin birikimli etkisinin artık sistemin ikilemlerini mevcut kurumsal yapı içerisindeki“ayarlamalarla”halletmeyi imkansızlaştırdığı noktadır. Bu tarife uygun olarak 1929-1980 arası dünya ekonomi krizleri 1945-1965 refah dönemini de içine alacak şekilde incelenmiştir. Yaklaşık 10 yıllık bir dönemi etkisi altına alan 1929 krizi aşağıdaki nedenlerden oluşmuştu. İlk olarak, kriz öncesi dönemde aralıklarla kendini belli eden para ve kredi piyasalannda kriz yaşanmıştı. Bunu talep yetersizliği desteklemiş, borsalarda ortaya çıkan spekülasyonlarla hisse senedi piyasası çökmüş ve kriz esas olarak bundan sonra başlamıştı. Krizin oluşumunu sağlayan fazla üretim, eksik istihdam, yetersiz talep yapısı, dengesiz para ve kredi piyasası, güvensiz ekonomik koşullar tepkisel olarak müdahaleci devlet yapısını doğurmuştu. Dış dengenin sağlanması için koruyucu tedbirler gelişmişti. İç piyasadaki işsizliği gidermek için ithalat kısıldı, deflasyonist politikalar, sert para ve maliye politikaları ile sağlanmak istendi. Tabi bunlann hepsi devletin artık piyasada tamamlayıcı rolde değilde, düzenleyici rolde olmasını gerektiriyordu. İşte bu yeni oluşumlar ve yapılar, Liberal Kapitalizm' den dönüşlere yol açmıştı. Yeni müdahaleci bir kapitalizm doğmaya başlamıştı. 1945 sonrası oluşum da toplumun yapısını derinden değiştirecek etkilerde bulunmuştur. İkinci Dünya Savaşının sonundan 1970'li yıllann başına kadar dünya ekonomisinin çizgisi, savaş soması koşullannın, kurumsallaşmalannın ve soğuk savaşın kamplaşmasının etkisinde oluştu.204 Bu dönemde dünya ekonomisi bir hiyerarşik sıralama içinde göreli iyi işlemişti. Dünyada her ülke az çok gelişmiş, açlık ve fakirlik azalmıştı. Finansal piyasaların denetimli olması, hükümetlere ekonomi politikalarında güçlü uygulama olanağı vermiş; döviz fiyatları ve faiz hadleri göreli istikrarını korumuştu. Enflasyon hızları hemen hemen her yerde düşük düzeyde kalmıştı. Reel faiz hadlerinin göreli düşüklüğü yatırımları her ülkede canlı tutmuştu. Bu gelişmeleri sağlayan dünya çapında kurumsallaşmalara gidilmişti. Bunlardan ilki Bretton Woods sistemi ile kurulmuş olan IMF, daha sonra IBRD olmuştu. Yine aynı düşünceyle dünyada ekonomik ve politik istikran sağlayan BM, NATO gibi kurumlar yaratılmıştı. Bu oluşumların başlıca mimarı hegamonik gücü temsil eden ABD olmuştu. ABD aktardığı kaynaklarla Avrupa'nın imarını sağlamış, dünyada güvenin oluşması için bir takım düzeltmelere gitmişti. Bu dönemde kaynak yaratan çok önemli piyasalar ortaya çıkmıştı: Bunlar europiyasalardı. Europiyasalarla birlikte çok hızlı bir şekilde çokuluslu şirketler de bu dönemde gelişmişti. Artık dünya sermaye ve mal piyasaları, bir çok ülkenin GSMH'nın üstünde sermayesi olan büyük şirketlerin eline geçiyordu. Tüm bu faktörler o dönemdeki göreli istikrar nedeniyle prodüktivite artış oranında yükselişlere neden olmuştu. Bu faktörlerden birisini de düşük enerji fiyatları oluşturmuştu. Bilindiği gibi, 1960'lı yılların sonunda veya 1970'li yılların başında savaş sonrası dönem sona ermişti. 1948'den sonra başlayan savaş sonrası yıllarında hızlı bir ekonomik kalkınma, büyük bir fiyat istikrarı, geleceğe sonsuz bir güven, fertlerde üretim ya da yatırım kararlarını etkileyen güçlü bir optimizm kendini hissettirmişti. Şimdi ise, ekonomide büyümenin yavaşladığı, enflasyonun hızlandığı, geleceğe ve kendine güvenin yitirildiği, zihinsel bir kargaşanın hüküm sürdüğü yeni bir dönem başlamıştır.205 Bu dönemdeki kriz yeni bir tanımlama ile stagflasyon olarak adlandırılmıştır. Stagflasyon, Paul M. Sweezy'e göre;“aksayan sermaye birikimi, yüksek oranda bir işsizlik ve kapasite kullanımında kronik bir düşüklüğün nitelediği durgunluk ile sürekli ve inatçı bir enflasyondur”. 1970'li yılların krizi ilk olarak para piyasalarında ortaya çıkmıştır. Nedenini ise, yurt dışı harcamaları, rekabet gücünün azalması ile meydana gelen ABD ödemeler bilançosu açıklan ve spekülatif etkilerin yarattığı boom'un etkisiyle meydana gelen dengesizlik sonucu Bretton Woods sisteminin çökmesi oluşturmuştur. Daha sonra, petrol fiyatlarındaki yükselişin yarattığı maliyet artışları, petrolü üretim girdisi ve tüketim amacıyla kullanan ülkelerin ilk önce dış ödemelerinde bozulmaya, bunun sonucu olarak da hükümetlerin ve merkez bankalarının kısıtlayıcı para ve bütçe politikaları izlemeye başlamalarına, sonra da özellikle yatırımlarda belirsizlik faktörünün ortaya çıkması gibi, ekonominin bütününde büyük tahribat yaparak her ülkenin iç ekonomik dengesini bozmaya, uluslararası ekonomik ilişkilerde de büyük sıkıntılar doğurmaya başlamıştır. Dünyanın ekonomik ve politik dengesinde, ABD'nin ekonomik gücünün zayıflaması nedeniyle ortaya çıkan istikrarsızlıklar, krizden kurtulmak için gittikçe artan korumacı önlemler, kural tanımayan çokuluslu şirketler ve az gelişmiş ülkelerin borçlarını ödeyememeleri krizi daha da derinleştirmiştir. Kişilerin yarattığı istikrarsızlık ve dengesizliklerden kurtulmak için, ikinci petrol şokunu izleyen dönemlerde uygulanan politikaları etkisi altına alan bir takım çözüm önerileri ve iktisat politikaları ortaya atılmıştı. Bunlardan ilki Monetarist görüştür. Bu görüş serbest piyasa ekonomisinin etkinliğine ve kusursuzluğuna inanan, devletin ekonomiye müdahalesini en az düzeyde tutmayı amaçlayan anlayışa dayanan bir öğretidir. Bu bakımdan da maliye politikası ve devletin ekonomiye daha dolaysız diğer müdahale yollarını reddederek, ekonomide devletin etkinliğini en az düzeyde tutan para politikasına ağırlık verir. Ekonomide sağlıksızlık yaratan en önemli etken para miktarıdır. Devlet de bununla oynayarak206 enflasyon-deflasyon gibi ekonomik hastalıklar yaratabiliceği için, her yıl para miktarım ekonominin büyümesini, yani GSMH'nın yıllık artışını karşılayacak oranda artırmakla yetinmelidir. Devletin küçültülmesini, müdahalelerin azaltılmasını, öngören diğer bir politika, Arz- Yanlı iktisat politikası olmuştur. Geniş uygulama alanı bulan Monetarizm ve Arz Yanlısı iktisat politikalarından başka, teori alanında gelişen Post Keynezyen yaklaşımlar, Rasyonel Beklentiler Teorisi vb. de vardır. Gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan krizler, az gelişmiş ülkelere de kalkınma stratejileri yönünden etkilerde bulunmuştur. İç pazarın genişlemesini esas alan büyüme stratejileri kapitalizmin“genişleme dönemine”, dışa dönük model de kapitalizmin“yapısal kriz”dönemine denk düşen stratejilerdir. Her iki stratejide tahlil edilirken, bunları kapitalist dünya sisteminin içinde bulunduğu konjonktüre bağlı olarak ele almak gerekir. Tarihsel olarak ithal ikamesinin ilk olarak ortaya çıkışı, 1929 sonrasına, 1930'lu yıllara rastlar. İthal ikamesini uyaran da dış ticaret krizidir. Dolayısıyla böyle bir sürecin ortaya çıkış nedeni, az gelişmiş ülkelerin kendi dışlarında ortaya çıkan bir olumsuzluktur. Birçok latin Amerikan ülkesinde ve bu arada Türkiye'de 1930'lu yıllarda ortaya çıkan ithal ikamesi, bu ülkelerin dış ticarette karşılaştıkları zorluklardan kaynaklanmıştır. Dolayısı ile o dönemde geçerli olan ithal ikamesi, kapsamlı, bilinçli bir kalkınma stratejisinin bir parçası olmaktan çok, krizin ortaya çıkardığı boşluğu doldurmak, acil sorunlara çözüm bulmak, başka bir deyişle“günü kurtarma”telaşının bir sonucudur. Sanayileşmiş ülkelerdeki krizin uyardığı bir süreç olduğu için, kapsamlı ve doğrusal bir sanayileşmeye ve kalkınmaya götürmemiştir. İkinci Dünya savaşı sonrasında, kapitalist dünya ekonomisinin krizi atlatıp, yeniden genişleme dönemine girmesiyle, yeni dönemin ihtiyaçlarına ve hakim konumdaki ekonomilerin çıkarına işleyen yeni bir tamamlayıcılık ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla 1930'lu yıllarda kapitalizmin krizinin uyardığı ithal ikamesi, genişleme döneminde ortaya çıkan ithal ikamesi gibi ticaretin yapılaırmnıasıiiia» değil, tam tersine ticaretin genişlemesi207 sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Zaten az sayıdaki ülke dışında, az gelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğunda ithal ikamesi 1950'li ve 1960'lı yıllarda başlamıştır. 1929 Dünya krizi, Türkiye'nin ekonomik politikasında önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Bir yandan paranın değerini stabilize edecek, dış ticaret dengesini kuracak önemli kararlar alınırken, öte yandan da ekonomik kurumsallaşma çabalan hızlandırılmıştı. Ekonomik ilişkilerde devletin müdahelesi söz konusu olmuştu. Türkiye'de devletin ekonomik kriz esnasında ekonomik hayata müdahalesi önceleri“mutedil devletçilik”, daha sonra“devletçilik”diye adlandırılmış ve özellikle sanayileşmede devlete önemli bir rol ve öncülük vermek şeklinde olmuştur. Bunun nedeni, özel girişimin temel sanayilerden çok, tüketim malları sanayiine yönelmesi, Batı tipi sanayi burjuvazisi yerine ticaret burjuvazisinin gelişmesi, 1923-1929 döneminde özel teşebbüs eliyle başlatılan sanayileşmenin başarısızlığı, 1929 kriziyle birlikte Avrupa ülkelerinin kriz nedeniyle içine düştükleri ekonomik krizden kurtulmak için ekonomiye müdahale etmeye başlamaları ve Sovyetler Birliğinde planlı sanayileşme uygulamalarıdır. 1933 - 1939 Dönemi, GSMH artış hızı dışındaki bütün göstergeler bakımından 1923 - 1929 döneminden; sınai üretim artış hızı dışındaki bütün göstergeler bakımından da 1930 - 1932 döneminden“üstündür”. Bu olumlu gelişme, dış ticaret açığının kapatılması ve ithalat/GSMH oranının belirgin bir biçimde düşmesi ile birlikte gerçekleşmiştir. Belli ölçülerde dışa kapanarak,“kendi güçlerine dayanarak”Büyük Bunalım yıllarında olumlu bir gelişme sürecinin gerçekleşebilmiş olması, kalkınma stratejileri açısından anlamlı ve bugün içinde değer taşıyan bir tesbit olsa gerektir. 1923-1939 yılları arasında uygulanmış çeşitli iktisat politikalarının günümüze kadar uzanan en önemli öğretisi, dış bağımlılığın azalarak gelişmenin mümkün olabileceğini gösteren 1933 -1939 (hatta 1930-32) döneminin verilerinde yatmaktadır. Kapitalist dünya sisteminin sürüklendiği büyük krizin bütün bağımlı ve az gelişmiş ülkeler için yarattığı bağımsız gelişme potansiyelinin Türkiye'de algılandığı ve belli Ölçülerde gerçekleştiği söylenebilir.208 İkinci Dünya Savaşı yıllarında uygulanan ekonomi politikasının temelini ise, devletçiliğin bir uzantısı şeklinde yorumlyanabilecek olan Milli Koruma Kanunu oluşturmuştur. Bu dönemdeki politikaların özel sektörü, yaratılan kanalıyla geliştirdiği söylenebilir. Savaş yıllan sonrasında uygulanan ekonomik politikalar ise, iç ve dış dinamizm açısından değerlendirilecek olursa, bu politikaların şekillenmesinde içsel nedenlerden çok, dışşsal etkilerin daha ağır bastığı görülür. Dışsal etki yaklaşımıyla, bu dönemde ülkenin ekonomi politikasında attığı adımları, dünya sisteminin ABD önderliğinde örgütlenmesindeki aşamalara paralel olarak izlemek mümkündür. Daha savaş sırasında bunalım döneminden alman dersleri değerlendirme çabası başlatan kapitalist ülkeler açısından en önemli sorun, uluslararası meta ve sermaye dolaşımım yeniden canlandırıp bunun sürekliliğini sağlayacak önlemleri almak olmuştur. Bu amaçla 1944 yılındaki Bretton Woods Antlaşması ile kurulan IMF ile IBRD uluslararası kapitalizmin“kollektif beyni”olarak nitelenebilir. Başka bir düzenleme de, ABD Dış İşleri Bakanı Marshall'ın, Avrupa'nın savaş yıkıntısından kurtulup kalkınmasının kendi ülkesinin yararına olacağı ve bu amaçla yardımda bulunmak istediklerini açıklamasıyla başlayan Marshall Yardımlarıdır. Türkiye'nin savaşı hemen izleyen yıllardaki ekonomi politikası yönelimleri öncelikle bu iki düzenlemeyle olan ilişkileri çerçevesinde değerlendirilebilir. 1950-1960 arasında bu politikaların etkisiyle iktisadi yaşamda özel girişimi esas alan düşünce egemen olmuş, ulusal bir burjuvazi yaratılması ve güçlendirilmesine yeniden ağırlık verilmişse de bu çalışmalar başarılı olamamıştır. 1963 'ten günümüze kadar uzanan kalkınma süreci, uzun dönemli bir perspektif plan çerçevesinde uygulanan beşer yıllık kalkınma planları doğrultusunda yönlendirilmeye çalışılmıştır. İlk planla birlikte, Türkiye'de başlangıçta içe dönük bir sermaye birikim süreci başlamıştır. Hedefler küçük sapmalarla gerçekleştirilmiş, başlangıçta hızlı bir büyümeye olanak verilmiştir.209 1960'lann sonlarına gelindiğinde, içe dönük sermaye birikim sürecinin sınırlarını belirleyen darboğazların etkili olmaya başladığı söylenebilir. Diğer az gelişmiş ülkelere tavsiye edilen ekonomi politikaları gibi, Türkiye'de de darboğazların ilk nedeni olarak ithal ikamesi stratejisi görülmüştü. Çünkü bu strateji mali piyasaların sıkı denetimini, dış ticaret kontrollerini ve fiyat denetimlerini öngörüyordu. Bunlar ise, dışa açılmayı engelleyen, döviz dar boğazım artıran nedenlerdi. Bir bakıma bu nedenlerle birlikte, iç sermaye kaynaklarının yetersizliği, dış kaynak transferinin sağlanamaması, yanlış kur politikaları, yüksek enflasyon oranlan, dış ticaret dengesizliği gibi iç faktörlerle birlikte, petrol krizi ve dış ticaret hadlerinin aleyhe dönmesi gibi dışsal etkenler, ithal ikameci stratejiden, ihracata dönük stratejiye geçişi zorlayıcı nedenlerdi. Buna göre 1970'lerde yaşanan kriz konjoktürel değil, yapısal nedenleri ağır basan bir krizdi. Ağırlıklı olarak, yaşanan krize etki eden faktörler ithal ikamesi politikalarda görüldüğünden, krizden kurtulmak için önerilen politikalar da dışa dönük büyümeyi hedef alan politika önerileri olmuştur. Dolayısıyla krizden çıkışta bulunacak çözümde, yerli sermaye ile metropol sermayenin işbirliği içinde oluşturuldu. Yukarıda anlatılan etkenlerden dolayı, dışa açılmak için gerekli olan politikalar: Dışsatım bileşimlerini ve kambiyo kuru politikalarını değiştirmek, yatırım malları, ara- malları ve hammaddeler üzerindeki miktar kısıtlamalarını kaldırmak, fiyatlara yanlı müdahalelerde bulunmamak ve dünyadaki fiyat değişmelerini ekonomiye yansıtmak, para politikası ile döviz politikası arasında, eskisine oranla daha iyi bir koordinasyon kurmak olarak görülmüştür. Bu politikaların uluslararası kuruluşlar tarafından da önerildiği görülmektedir. OECD, IBRD ve IMF gibi kurumlar 1970'li yılların sonlarında ve 1980'li yılların başında buna benzer önerilerini Türkiye'ye çeşitli yollardan iletmişlerdir. Anlatılan iç ve dış zorlayıcı faktörlerden dolayı Türkiye, ekonomisinde 24 Ocak 1980'de bir değişime gitmiştir. 24 Ocak kararları olarak bilinen değişimle, ekonomi dışa açık bir hale getirilmiştir.
Özet (Çeviri)
Özet çevirisi mevcut değil.
Benzer Tezler
- Uluslar arası krizler, Türkiye ekonomisine etkileri ve iktisat politikası uygulamaları
International crisis, effects in economy of Turkey and implementations of economy politics
EMİNE BURCU AKTAŞ
- Finansal krizlerde IMF politikalarının rolü ve IMF'de reform hareketleri
The role of IMF policies during financial crisis and reform actions in IMF
CİHAN KELEŞ
Yüksek Lisans
Türkçe
2012
EkonomiBilecik Şeyh Edebali Üniversitesiİktisat Ana Bilim Dalı
YRD. DOÇ. DR. İSMAİL HAKKI İŞCAN
- Dünyada finansal krizler ve Türk bankacılık sisteminde yeniden yapılandırma
Global financial grisis and restructuring in Turkish banking sector
EMİN SEZİK
Doktora
Türkçe
2002
Bankacılıkİstanbul ÜniversitesiUluslararası İşletmecilik Ana Bilim Dalı
PROF. DR. HÜLYA TALU
- Türkiye'de finansal liberalizasyonun dış kaynak bağımlılığı üzerine etkileri
The effects of financial libralisation on foreing source dependency in Turkey
ADNAN KARADEMİR
- Türkiye'de bütçe açıklarının sürdürülebilirliğinde iç borçlanmanın rolü: 1994 - 2013 Dönemi
The role of the domestic debt in the sustainability of budget deficits in Turkey: 1994 - 2013 Period
MEHMET DAĞ