An urban node in the ritual landscape of byzantine constantinople: The church of St John the Baptist of the Stoudios Monastery
Bizans Konstantinopolis'inin ritüelistik peyzajinda kentsel bir düğüm noktası: Stoudios Manastırı Vaftizci Yahya Kilisesi
- Tez No: 592164
- Danışmanlar: DR. ÖĞR. ÜYESİ PELİN YONCACI ARSLAN
- Tez Türü: Yüksek Lisans
- Konular: Mimarlık, Sanat Tarihi, Architecture, Art History
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 2019
- Dil: İngilizce
- Üniversite: Orta Doğu Teknik Üniversitesi
- Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Mimarlık Tarihi Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Mimarlık Tarihi Bilim Dalı
- Sayfa Sayısı: 243
Özet
Göz önünde saklı değerli bir mücevher; Stoudios Manastırı Vaftizci Yahya Kilisesi, on beş yüz yıldan fazla bir süredir yaşamış, imparatorlukların yükseliş ve çöküşüne tanıklık etmiş ve zamanın zorlu koşullarına rağmen sürekli değişen İstanbul kent dokusunda bir yer bularak varlığını sürdürmeyi başarabilmiş zamansız bir yapıdır. Stoudios Manastırı, kentin güneybatı köşesinde, Psamathia bölgesinde, Theodosius Kara Surları üzerindeki Altın Kapı'nın yakınında ve Bizans Konstantinopolis'inin protokol yolu olan Mese'nin güneyinde yer almaktadır. Tarihte manastır kompleksi güneyde Altın Kapı'ya, doğuda limana kadar uzanan geniş bir alanı kaplamaktaydı. Manastırın ana kilisesi, beşinci yüzyılın ortalarında Doğu konsülü olan Flavius Studius tarafından kendi mülkü olan bu araziye yaptırılmış ve Vaftizci Yahya'ya adanmıştır. Tarihi kaynaklara göre kilise daha önce arazide bulunan küçük bir dini yapının yerini almıştır ve merkezi olacağı bir manastır kompleksine dâhil edilmesine kısa bir süre sonra karar verilmiştir. Kompleksin kiliseye ek olarak, koğuşlar biçiminde yatma yerleri, çocuk yaştaki rahip adayları için ayrı yatakhane, yemek salonu (trapeza), idari mekânlar, mutfak, kiler, fırın, depo, kitaplık, çamaşırhane, dikiş odası gibi birimleri içerdiği bilinse de bu kısımlar günümüze ulaşmayı başaramamıştır. Orijinal kilise yapısı, batı tarafında bugün kuzey duvarı kısmen duran sütunlu revakları olan bir avluyu takip eden üçe bölünmüş narteks kısmı ve doğu ucunda bir tek çok köşeli apsis ile tamamlanan bir bazilikadır. Yapının iç mekânı yeşil breşten, her bir sırada yedişer tane olmak üzere iki sütun dizisiyle uzunlamasına üç nefe ayrılmıştır. Geçmişte yan neflerin ve narteksin üzerinde ahşap galeriler bulunduğu bilinmektedir. Yapı tuğla hatıllı taş duvar yapım tekniği ile yapılmıştır. Erken Bizans döneminin nitelikli taş işçiliğini yansıtan mermer arşitrav ve korniş blokları, kilisenin dikkat çekici detayları arasındadır. Aynı zamanda naosun orta nefini kaplayan döşeme, ender bir opus sectile örneğidir. Zemin döşemesinin çeşitli mermerlerle, kuş ve hayvan figürleriyle zenginleştirildiği görülmektedir. Ayasofya, Aya İrini ve Kutsal Havariler Kiliseleri gibi Konstantinopolis'in Erken Hristiyan dönemi bazilikaları zaman içinde orijinal mimari formlarını yitirmiştir. Kutsal Havariler Kilisesi'nin hiçbir kısmı günümüze ulaşamamışken, Ayasofya ve Aya İrini Kiliseleri pek çok restorasyondan ve tadilattan geçmiştir. Sonuç olarak hiçbiri orijinal biçimini ve özelliklerini koruyamamış ve yapıların ilk evreleri yalnızca ikincil kaynaklardan ulaşılabilir duruma gelmiştir. Erken Bizans bazilikaları arasında, Konstantinopolis yapılarıyla benzer özellikler taşıyan ve orijinal formlarına yakın kalarak günümüze ulaşabilen kiliseler, Meryemlik, Side, Ravenna, Selanik ve Salamis gibi merkezden ziyade imparatorluğun dış çevrelerinde yer almaktadır. Sonuç olarak bir zamanlar İmparatorluğun başkentini dolduran erken Bizans dönemine tarihlenen bazilikaların en eski temsilcisi ve bütünlüğünü koruyarak ayakta kalan tek örneği olması sebebiyle Stoudios bazilikası enderlik değeri taşımaktadır. Bu sebeple yapının önemini abartmak zordur. Thomas Mathews, Vaftizci Yahya Kilisesi'nin klasik oranlarının, erken Konstantin dönemi bazilikalarıyla bağıntı gösterirken, mimari süslemelerinin ise yarım asır öncesindeki Theodosian tarzı ile yarım asır sonraki Justinian tarzı arasında bir geçiş dönemini temsil ettiğini belirtmiştir. Kilise 1486'da Osmanlı egemenliği altında camiye çevrilmiş ve İmrahor İlyas Bey Camii olarak yeniden adlandırılmıştır. Bir cami olarak yapı, yirminci yüzyılın başlarına kadar şehrin Müslüman nüfusa hizmet etmiştir. 1782'de eski Psamathia bölgesini küle çeviren yangın sırasında cami ağır hasar görmüş ve 1820'de tadilat görmüştür. 1894'te yaşanan deprem sonucunda bina bir kez daha yıkılma tehlikesi atlatmış, buna ek olarak, 1908-1920 yılları arasında meydana gelen yangınlar çatısının çökmesine neden olmuştur ve böylece yapı yaşanamaz hale gelmiştir. Cumhuriyet Dönemi'nde bina müze haline getirilmiş ve 1946'da Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kontrolü altına girerek Ayasofya Müzesine bağlanmış ve İmrahor Anıtı adını almıştır. Yakın zamanlarda anıt, Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredilmiştir. Manastır kompleksinden günümüze yalnızca ana kilisesi ve binanın güneydoğusunda yer alan sarnıç ulaşabilmiştir. Uzun ömrü boyunca kilise, doğal ve insan kaynaklı felaketler sonucunda zarar görmüş ve zaman içerisinde çeşitli değişikliklere uğramış olsa da, beşinci yüzyıl inşaatının korunma derecesi nadirdir. Kısmen yıkık bir durumda olmasına rağmen, binanın varlığı, modern İstanbul'un sınırları içerisinde, İmrahor Anıtı olarak devam etmektedir. Tarihi boyunca manastır, Bizans İmparatorluğu'nun sosyal ve dini yaşamında öncü bir rol oynamıştır. Ünlü azizlerin rölikleri ve değerli el yazmaları da dâhil olmak üzere çeşitli dini objelere ev sahipliği yapmıştır. Hristiyan dünyasının dini siyasetindeki etkisi zaman içinde, hırslı başrahiplerin ellerinde büyümüş ve bu nedenle manastır çağdaşları arasında yüksek bir mevki sahibi olmuştur. Kompleks, Altın Kapı 'ya olan fiziksel yakınlığı sebebiyle Bizans döneminde tören alaylarının sık ziyaret ettiği bir uğrak noktası olarak varlığını sürdürmüştür. Bu bağlamda bahsedilen tören alayı kavramı kamusal kutlamalarda, kent mekânında iki ya da daha fazla nokta arasında, kutlamayla ilişkili bir grup tarafından gerçekleştirilen yürüyüşlere işaret etmektedir. Bizans imparatorlarının şehre girdikten sonra ilk olarak bu kilisede ibadet ettikleri bilinmektedir. İstanbul'da eski Bizans dönemine tarihlenen en eski dini yapı olması dolayısıyla, Stoudios Manastırı Vaftizci Yahya Kilisesi (diğer adıyla Ioannes Prodromos Kilisesi) azami ilgiyi hak etmektedir. Önemine paralel olarak, bina yıllar boyunca birçok akademik araştırmanın odak noktası olmuştur. Bununla birlikte, kentin törensel peyzajındaki yeri üzerinde yeterince durulmamıştır. Bu tez çalışmasında, Stoudios Manastırı, Bizanslıların hafızalarında yer eden tören alayları ve bu törenlerle ilişkili anıtlarla etkileşimleri arasındaki ilişkiyi araştırmak adına ele alınmıştır. Manastırın parçası olduğu bu halka açık olayların yakından okunması, Bizanslıların zihnindeki tören bağlamında hafıza, deneyim ve mimarlık arasındaki farklı etkileşim biçimlerinin aydınlatılmasını amaçlamıştır. Bu çalışma kapsamında kısa bir giriş bölümü takip eden ikinci bölüm Konstantinopolis'in topoğrafik tarihine ayrılmıştır. Dönemin sosyo-politik ve dini geçmişinin detaylı araştırması kilisenin içinde bulunduğu bağlama ışık tutmayı amaçlamıştır. İncelenmekte olan fiziki ve kültürel topografyayı ortaya koyan bölüm, Bizans Konstantinopolis'inin kent silueti sorusuna daha yakından bir bakış sunmaktadır. Ardından bölümün odağı, kentin törensel yaşamına kayarak, törenler sırasında takip edilen güzergâhları ve ziyaret edilen anıtları inceleyerek tören ve topoğrafya arasındaki ilişkiyi vurgulanmıştır. Böylece bölüm, kentin fiziksel dokusundaki önemli değişikliklere dikkat çekerken fiziksel alanın nasıl kullanıldığını ve kent seremonileri tarafından nasıl tanımlandığını açıklamaktadır. Kentsel yerleşimin açıklanmasının ardından, üçüncü bölüm manastır ve kilisesinin tarihi ve mimarisi ile ilgili detaylı bir inceleme sunmaktadır. Yapının günümüze kadar geçirdiği fiziki ve soyut değişimleri araştırarak, bu bölüm manastırın Konstantinopolis'in sosyal ve dini hayatı içindeki yerini vurgulamayı amaçlamaktadır. Buna ek olarak, anıtla ilgili çalışmalara dair kapsamlı bir literatür taraması bu bölüme dahil edilmiştir. Dördüncü bölümde çalışma, Konstantinopolis'in törensel yaşamında manastırın konumu üzerine odaklanmıştır. Bu amaçla, kompleksin dâhil olduğu en önemli törenlerden ikisi detaylı olarak incelenmiş ve yeniden canlandırılmıştır. Tarihi kaynaklardan bilindiği üzere Bizans Konstantinopolis'i yıl boyunca birçok farklı sebeple tören alaylarına sahne olmaktaydı. Bu sebepler arasında dini bayramlar, imparatorlukla ilgili kutlamalar, cenaze ve zafer alayları bulunmaktaydı. Oldukça sıklıkla tekrarlanan bu yürüşler kentte geçici değişiklere sebep oldukları gibi kent dokusunun biçimlenmesinde de önemli bir rol oynamışlardır. Bu olaylar kenti belli zaman aralıkları arasında etkilemelerine ve geçici karakterde olmalarına rağmen kent hafızasında kalıcı bir yer edinmeyi başarmışlardır. Bu kent seremonilerinin yakın çalışması, ritüeller ve kilisenin arasındaki ilişkinin mekânsal bağlamda anlaşılmasını sağlamayı amaçlamıştır. Bu iki tören, Stoudios manastırının tarihi üzerindeki hatırı sayılır etkileri nedeniyle özellikle seçilmiştir. Bu törenlerden ilki, imparatorların onuncu yüzyıldan itibaren Vaftizci Yahya'nın anma günlerinden biri olan 29 Ağustos'ta manastıra yaptıkları yıllık ziyaret iken, ikincisi ise 1261 yılında Konstantinopolis'in Latinlerin elinden geri alınmasını takip eden İmparator VIII. Michael Palaeologus'un şehre zafer girişidir. Bu olayların yeniden yapılandırılması, edebi materyaller ile birlikte oldukça seyrek görsel kanıtların 3D modelleme ve görselleştirme teknikleriyle sentezi sayesinde ve var olan bilgiye dayalı profesyonel spekülasyonlar sonucunda mümkün olabilmiştir. Çalışma, daha geniş bir çerçeveden bakarak şehir boyutundaki törensel yürüyüş hareketi sırasında Stoudios Manastırı'nın nasıl algılandığını ve böylece cansız bir nesne olmaktan çıkarak nasıl seremoninin aktif bir katılımcısına dönüştüğünü tasvir etmeyi amaçlamıştır. Analiz, anıtı, hareket eden izleyicinin bakış açısına göre törenin aktif bir katılımcısı olarak kabul etmiş ve anıtı anlamlı kılan bu eylem çerçevesinde gözlemlemiştir. Çalışmanın odağı olan iki törenin izlediği yollar üç kategori altında analiz edilmiştir. Bunlar tören alanın elemanları, organizasyonun sıralı düzeni ve seremoninin önde gelen duraklarının görünümleridir. Bunlardan sonuncusun kapsamında sahneleri katılımcıların bakış açılarından tasvir ederken görmeleri mümkün olan ve olmayan anıt ve yapılardan da bahsedilmiştir. Çalışma boyunca mevcut olan edebi ve arkeolojik kanıtların temkinli bir şekilde yeniden değerlendirilmesinin yanı sıra, bu bölümün metodolojisi, törenler sırasında anıtın mekânsal ortamlarını görselleştirmek için 3D sıralı görüşlerin ve varsayımsal sahne şablonları üretilmesini içermektedir. Bütüne bakıldığında, bu tez, anıtın, kentsel törenlerin deneyimlerinden elde ettiği ve yaydığı sembolizmle, fiziki varlığının ötesine geçme kapasitesinin altını çizmeyi amaçlamıştır. Çalışma boyunca, binayı yüzyıllar boyunca ayakta tutan sebebin, yapının fiziksel özelliklerinden daha fazla Konstantinopolis'in ritüelistik dokusu içindeki sembolik yeri ile ilişkili olduğu savunulmuştur. Bazilika, özellikle erken Hristiyanlık döneminde, altıncı yüzyıla kadar parochial, piskoposluk ve hatta manastır kiliselerinin standart tipi olarak hizmet etmiştir ve küçük farklılıklarla hem Doğu hem de Batı'da yaygın olarak kullanılmıştır. Oranları, koridorlarının sayısı ve bazı bölümlerin (narteks, vestibüle, atriyum, transept, galeriler, pastophoria odaları gibi) varlığı gibi detaylarda bölgesel farklılıklar gösterseler de, erken dönem bazilikaların çoğu temel prensiplerinde birbirlerinin tekrarlarıydılar. Öyle ki Cyril Mango, toplu olarak incelendiklerinde, iç dekorasyonları haricinde monotonluk, hatta hazır yapım izlenimi veren tekdüze bir çizgi üzerinde seyrettiklerini belirtmiştir. Stoudios manastırının durumunda da zengin dekorasyonunun, sade ve basit formunun önüne geçtiği görülmüşse de genel olarak bakıldığında bazilikanın mimari özelliklerinin çağdaşlarıyla aynı çizgide seyrettiği ve dolayısıyla Bizans İmparatorluğunun merkezinden çevresine dağılmış olan hemen hemen tüm erken dönem Hristiyan bazilikaları ile ortak bir zemin paylaştığı açıkça anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, kilise, kentin dini ve politik yaşamındaki konumu ile çağdaşlarından ayrılmıştır. Bu çalışmanın üçüncü bölümünde ayrıntılı olarak tartışıldığı gibi, sekizinci yüzyıla kadar manastır kompleksinin nispeten sakin bir varoluş sürdürdüğü gözlemlenmiştir; ancak, ikonoklazm hareketini izleyen dönemde bu durum çarpıcı bir şekilde değişmiştir. Manastırın başına İmparatoriçe İrene tarafından getirilen Theodoros (Theodore the Studite), 798-826 yılları arasında manastırın başrahipliğini yapmış ve bağımsız bir manastır organizasyonu kurmuştur. Başrahip Theodore yönetiminde manastır yepyeni bir siyasi kimliğe bürünmüş ve bununla beraber Hristiyan dünyasında meşru bir şöhrete sahip olmuştur. Öyle ki, manastır ve rahipleri konumlarından ödün vermeden imparatorluk baskısına karşı koyabilmiş ve bu noktadan itibaren dini tartışmalarda bir otorite haline gelerek bağımsızlıkları ile tanınmışlardır. İkonoklazm döneminde büyük sıkıntılar çekmiş olsalar da, tartışmalar ikonodüllerin lehine neticelendiğinde güçleri hiç olmadığı kadar artmıştır. İmparator II. Basil dönemine tarihlenen ve bir takvim şeklinde hazırlanan bir el yazmasının Theodoros'un ölüm yıldönümü olan 11 Kasım'ı işaret eden sayfası azizlik mertebesine eriştiği kabul edilen Theodoros'a ayrılmıştır. Bu sayfadaki minyatürde, Theodoros sürgüne gönderilirken, deniz surları ve Stoudios Bazilikası ile beraber resmedilmiştir Minyatür, kilisenin çatısını, apsisini örten yarım kubbeyi ve pencerelerin onuncu yüzyıl sonundaki durumunu yansıtan önemli bir belgedir. Sayfa aynı zamanda Theodoros'un hayatını ve Hristiyan âlemine yaptığı katkıları anlatan kısa bir paragraf içermektedir. Stoudios Manastırı'nın ünlü başrahibi Theodoros'un halefleri de aynı çizgide devam etmiştir, böylece kazandıkları güç ve etkileri zaman içinde imparatorluk çevrelerinde de kabul görmüştür. Kaynaklara göre bu dönemde manastırın bağ, bahçe, tarla, değirmen ve işliklerden oluşan, zengin ve yaşamak için gerekli ihtiyaçları kendi üretebilen bir durumda olduğu bilinmektedir. Buna ek olarak manastır, el yazması çoğaltma, kitap bezeme, ikona yapımcılığı, kaligrafi, mum yapımı, sepetçilik, zeytincilik, saraçlık, ayakkabıcılık gibi çeşitli mesleklerin yapıldığı entelektüel bir merkez halini almıştır. Büyüyen gücünün bir sonucu olarak, onuncu yüzyılda manastır, beş yüzyıl önce ev sahipliği yapmak için inşa edildiği kıymetli röliği, yani Aziz Vaftizci Yahya'nın başını elde edebilmeyi başarmıştır. Bu kutsal kalıntıların gelişi, manastırın Hristiyan dünyasındaki artan etkisinin fiziksel gösterisi olarak yorumlanmıştır. Kalıntının varlığı, imparatorluğun 1453 yılındaki çöküşüne kadar devam edecek bir geleneği başlatmıştır ve böylece manastır kompleksi, kentin törensel peyzajında bir varış noktası rolüne sahip olmuştur. Bu noktada, Stoudios Manastırı'nın kentin törensel dokusundaki konumunu anlayabilmek için dördüncü bölümde amaçlandığı gibi öncelikle kent törenlerinin fiziksel çevreye ve şehir sakinlerinin hatıralarına yansımalarının gerçek derecesini kavramak gerekir. Bu amaçla Bizans'ta kent tören ve ritüellerinin arkasındaki ideolojiye ışık tutmak adına İmparator VII. Constantinus Porphyrogennetos tarafından yazılan Törenler Kitabı'na (De Ceremoniis) odaklanılmıştır. Bu kaynak imparatorluğun tören ve ritüellerine dair sahip olduğumuz bilginin temelini oluşturmakla beraber, bu seremonilerin toplum üzerindeki etkilerini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Kitabın önsözünde açıkça belirtildiği üzere bu seremoniler, imparatorluğun imajına soylu bir görkem katarak, yerel halkın ve yabancıların gözünde yönetimi yüceltmekteydiler. Kent için büyük öneme sahip olan bu seremoniler bir tiyatro oyunu gibi özenle, kurallara uygun olarak hazırlanmakta ve dikkatle yürütülmekteydiler. Öyle ki yabancıların bu seremonilere gösterilen ihtimamı anlamaları o yüzyıllarda bile beklenmemekteydi. Andreas Alföldi, Sabine MacCormack, Michael McCormick, John Baldovin, Albrecht Berger, Cyril Mango ve Franz Bauer gibi isimlerin başta olduğu ve Konstantinopolis'in kent yapısını seremoni bağlamında inceleyen akademisyenlerin çalışmalarından da anlaşıldığı üzere kentte belirli yerlerin ve güzergâhların özel anlamları olduğu açıktır. Seremoniler ise kent sakinlerinin hafızlarında yer ederek bu yerlere atfedilen anlamların oluşumunda ve devamlılığında önemli rol oynamışlardır. Konstantinopolis'in tören yolu olarak bilinen Mese'nin, imparatorluk forumlarının içinden geçtiği bilinmektedir. Bu nedenle kentteki imparatorluk forumları bu yolun genişletilmiş bölümleri olarak tasarlanmış ve hat boyunca uzanan revaklar, yol ve meydanları fiziksel olarak bütünleştirmiştir. Böylece tören alayları forumların içlerinden de geçebilmişlerdir. Kaynaklarda, törenler sırasında ilgili yetkililer ve halk tarafından süslenen kentin bu yürüyüşler sırasında can bulduğu günlük hayatın akışının bu seremonilerden büyük ölçüde etkilendiği belirtilmiştir. Doğaları gereği, tören alayları geçici karakterlere sahip olsalar da; Bizans toplumunun anılarında kalıcı etki bırakmayı başarabilmişlerdir. Bu olaylar toplum hafızasında, sikkeler, sanat eserleri ve mimari elemanlar aracılığıyla canlı tutulmaya çalışılmış olsalar da, onları asıl unutulmaz kılan ritüellerin kolektif niteliğidir. Başlıca kolektif hafıza üzerinde çalışan on dokuzuncu yüzyıl sosyoloğu Maurice Halbwachs'ın öne sürdüğü gibi, bireyler, ait oldukları kolektif için önem taşıyan olayları hatırlama eğilimindedir ve bunun karşılığında kültürel ve sosyal hafızaları onların kimliklerini oluşturur. Kısacası; bireylerin hafızaları, ait oldukları grubun sosyal çerçevesinden etkilenmektedir. Bununla birlikte, belirmek gerekir ki tören alayları kentin kendisini de ritüele dâhil ederek diğer tüm dini ve devlet seremonilerinden daha geniş çevrelere ulaşabilmişlerdir. Soylu sınıftan ruhban sınıfına kadar sıradan vatandaşlar da dâhil olmak üzere şehrin tüm sakinlerinin hayatlarına etkili biçimde dokunarak, bu törenler halkı ortak bir noktada buluşturmayı başarabilmişlerdir. Bizans toplumunda sahip oldukları olağanüstü etki göz önüne alındığında, seremonilerin etkilerinin kentin fiziksel dokusuna yansıması ve yapılanmasında rol oynaması şaşırtıcı değildir. Aynı zamanda seremonilerdeki rolleri dolayısıyla bazı yapıların diğerlerine kıyasla üstünlük kazanması da bu etkinin anlaşılabilir bir sonucudur. Tören alayları sırasında kentin en öne çıkan meydan ve yapıları ritüelin odak noktası olabilmiş, buna karşılık bu törenler şehir sakinlerinin gözünde bu yapıların manevi konumunu daha da yükseltmiştir. Bu tez kapsamında, dördüncü bölümde yeniden yapılandırılmış olan iki tören, manastırın kentin ritüelistik karakterinden doğan ve fiziksel varlığının ötesine geçen sembolik bir güce sahip olduğu argümanını destekler niteliktedir. Törenlerden ilki, imparatorların onuncu yüzyıldan itibaren Aziz Vaftizci Yahya'nın anma günlerinden biri olan 29 Ağustos'ta manastıra yaptıkları yıllık ziyarettir. Tarihi kaynaklardan bilindiği üzere bu ziyaret imparatorun Konstantinopolis'te tüm yıl boyunca şahsen katıldığı on yedi kent töreninden biridir. Bu bölümde detaylı olarak açıklandığı gibi bu ziyaretler yıllık olarak halkın hafızanı tazeleyerek canlı tutmuş ve halka manastırın ayrıcalıklı konumunu hatırlatmayı başarabilmiştir. Bu bağlamda incelenen ikinci tören, 1261'de gerçekleşen Konstantinopolis'in yaklaşık altmış yıl süren Latin işgalinden kurtarılmasını takip eden İmparator VIII. Michael'ın zafer alayıdır. Bu kente giriş seremonisi (adventus) Stoudios manastırının sembolik gücünün dayanıklılığını açıkça göstermiştir. Tarihi yazarların kayıtlarından da bildiğimiz gibi Geçmişteki diğer birçok imparatorun aksine Michael'ın şehre girip hak talep ettiğinde halk tarafından gaspçı olarak nitelendirilme tehlikesiyle karşı karşıya kalma ihtimaline sahip olduğu bilinmektedir. Bu farkındalıkla imparator, giriş seremonisini seleflerinin örneklerini ve şehrin düşüşünden önceki dönemde norm haline gelmiş olan gelenekleri dikkate alarak dikkatlice tasarlamıştır ve bu düzen içerisinde her daim önemli bir role sahip olmuş olan Stoudios manastırını da unutmamıştır. Geleneklere göre zafer alayı imparator ve maiyetinin Theodosian Kara Surları üzerinde yer alan Altın Kapı'dan geçişiyle başlamakta ve Mese'nin güney kolunu takip ederek ilk önce Stoudios manastırına uğrayıp dua etmesinin ardından birbirini takip eden imparatorluk forumlarından geçerek saraya varmasıyla son bulmaktadır. Konstantinopolis'in Latinlerin elinden geri alınması aynı zamanda imparatorluk için bir yeniden canlanma anlamı taşımaktaydı. Bu nedenle giriş töreni imparator tarafından saltanatını meşrulaştırmak amacıyla kullanılmıştır. Stoudios manastır kompleksinin 1204 yılında şehrin düşüşünü takip eden süreçte Haçlı orduları tarafından yağmalandığı ve büyük zarar gördüğü, sonraki yaklaşık altmış yıl içerisinde de terk edilerek kullanılmaz duruma geldiği tarihi kayıtlardan bilinmektedir. Vaftizci Yahya'nın da kalıntıları olmak üzere ünlü azizlere ait röliklerin çalındığı ve kilisenin barındırdığı istisnai zenginlikler ve süslemelere el konulduğu da kaydedilmiştir. Buna rağmen, İmparator VIII. Michael yapının fiziksel durumunun, manastırın barındırdığı, kent hafızasında yer etmiş geleneksel ve dini çağrışımlarla kıyaslandığında önemsiz olduğunun bilinciyle tören alayının ilk durağı olarak burayı seçmiştir. Kompleks, ileriki dönemde“Yeni Konstantin”ve haleflerinin kenti kalkındırma ve yeniden yapılanma çalışmalarının bir parçası olarak yenilenmiş ve korunması için duvarlarla çevrilmiştir. Böylece manastır, kentin fiziksel dokusunun vazgeçilmez bir parçası olarak kabul edilmiştir. Ayrıca manastırın üstün statüsünün, on dördüncü yüzyılda kanunen de tanındığı bilinmektedir. Sonuç olarak, bu tez, Stoudios Manastırı'na kentin ritüellistik peyzajında kentsel bir düğüm olarak yaklaşarak daha geniş bir çerçeve oluşturmayı amaçlamıştır. Böylece çalışma, anıtın kent hafızasındaki rolünü göz önünde bulundurarak, anıt ve hafıza arasındaki çift yönlü ilişkiyi tören bağlamı üzerinden tartışmıştır. Aldo Rossi, Şehrin Mimarisi adlı kitabında; şehirlerin gelişimini sürekli devam eden büyük ölçekteki bir inşaat süreci olarak yorumlamıştır. Çalışması, bu sürekli devam eden değişme süreci sırasında bazı izlerin değişen koşullara göre dönüşüm geçirirken, kent için büyük önem arz eden bazılarının da geçen zamanın en eski tanıkları olarak var olmaya ve kullanılmaya devam ettiğini göstermiştir. Rossi'ye göre bu izlerin yansımaları kentin mimari öğelerinde fiziksel olarak görülebilmektedir ve böylece kentin mimarisi geçmiş ve bugün arasında görünür bir bağlantı olarak ortaya çıkmaktadır. Stoudios Manastırı'nın durumunda açıkça görüldüğü üzere yapı, yüzyıllar boyunca, kent hafızasındaki yeri nedeniyle korunmuş ve aktif tutulmuştur. Binayı tüm bu zaman boyunca, duvarları ve kolonlarının yapabildiğinden çok daha fazla yapının sembolik değeri ve kent sakinlerinin hafızalarındaki ayrıcalıklı yeri ayakta tutabilmiştir. Yapı, kentin sürekli değişen fiziksel dokusu içinde ayakta kalmayı başararak ve zamanımıza ulaşmıştır. 2012 yılında, olası bir restorasyon projesini mümkün kılabilmek adına anıtın müze statüsü sessizce kaldırılmıştır ve İstanbul Valiliği tarafından, İmrahor İlyas Bey Camii'nin Rölöve, Restitisyon ve Restorasyon Projeleri'nin hazırlatılması için 2013 yılında bir proje ihalesi gerçekleştirilmiştir. Bu girişimlerin sonucu olarak binaya giriş, 2015 yılından itibaren kısıtlandırılmıştır ve giriş izni uzun bürokratik prosedürlerden sonra bile alınması imkânsız hale gelmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, anıtı cami olarak restore etmeyi ve kentin Müslüman nüfusunun hizmetine açmayı planlasa da, yapının kaderi konusunda henüz kesin bir karara ulaşılamamıştır. Şu açıktır ki, anıt üzerine bu tür bir müdahale uygulanması, binanın orijinalliğini tamamen tahrip edip ve barındırdığı geçmişin tüm izlerini silebilme tehlikesi içermektedir. Bu tür girişimlere rağmen, anıt inşa edilmesinden bin beş yüzyıl, Bizans imparatorluğunun yıkılışından beş yüzyıl sonra bile İstanbul'un tarihindeki yeri nedeniyle hala korunmaya devam etmektedir. Anıtın endişe verici durumu akademik çevrelerde yankı uyandırmıştır. Hem yurt içi hem de yurtdışından nüfuzlu akademisyenler, yapının korunması için yetkili mercilere dilekçe ile başvurmuş ve anıtın İstanbul'un kaybolan kültür varlıklarının arasına katılacağı yönündeki endişelerini dile getirmişlerdir. Henüz konuyla ilgili kesin bir karar alınmamasına rağmen, Stoudios Manastırı Vaftizci Yahya Kilisesi veya bugünkü adı ile İmrahor Anıtının, beşinci yüzyıldan günümüze ulaşan, mimarlık ve sanat tarihine ışık tutan nitelikleri nedeniyle, koruması azami ilgiyi hak etmektedir. Uzun yıllardır üstü tamamen açık ve her türlü bozulma etkisine maruz kalan anıtın güncel koruma sorunlarının başında, bakımsızlık gelmektedir. Sahada uygun ve detaylı bir kazı çalışması yapılması ile birlikte, kısa ve uzun vadede uygulanabilecek koruma stratejileri geliştirerek bunları bir an önce hayata geçirmek gerekmektedir. Umalım ki, yapının tarihi yarımadanın sembolik dokusundaki yeri, anıtı gelecek uzun yıllarca korumak için yeterli olsun.
Özet (Çeviri)
The Church of St. John the Baptist of the Stoudios Monastery is located in the southwestern corner of Byzantine Constantinople at the Psamathia region, near the Golden Gate of Theodosian Walls. It was built in the mid-fifth century by the consul Studius and used as a monastery church throughout the Byzantine period. This three-aisled basilica is the oldest ecclesiastical structure extant in Istanbul. The church was later converted into a mosque in the late fifteenth century and renamed as Imrahor Ilyas Bey mosque which served the Muslims population of the city until the early twentieth century. In the Republican period, it was turned into a museum under the name of Imrahor Monument. Despite its ruinous condition, the structure managed to preserve its original form. In the course of its history, the monastery church played a leading role in the social and spiritual life of the Byzantine Empire. It was an essential nodal point within the processional route and the ceremonial fabric of the city. For this thesis, the Stoudios Monastery will be studied for the purpose of investigating the reciprocal relationship between the urban ceremony and the monument. By discussing the complex relationship between Byzantines' memories of the ceremony and their interactions with the associated monuments, the close reading of these public events will elucidate different modes of interaction between memory, experience, and architecture in the context of the ceremony in Byzantine mind.
Benzer Tezler
- 19. yüzyıl Anadolu şehirsel ağı ve hinterland ilişkileri, Kayseri örneği
Urban network and relations with hinterland in Anatolia during the 19th. century, case of Kayseri
METHİYE GÜL ÇÖTELİ
Doktora
Türkçe
2011
Şehircilik ve Bölge PlanlamaYıldız Teknik ÜniversitesiŞehir ve Bölge Planlama Ana Bilim Dalı
PROF. DR. ZEKİYE YENEN
- Küresel kent ağlarında İstanbul'un rolü ve konumunun sağlık turizmi üzerinden incelenmesi: Nitel araştırma
Examining the role and position of Istanbul in global urban networks through health tourism: Qualitative research
ZEHRA AYDIN
Yüksek Lisans
Türkçe
2022
SosyolojiMarmara ÜniversitesiŞehir Çalışmaları Ana Bilim Dalı
DOÇ. DR. EDA YÜCESOY
- Urban morphological study as a method of urban design assessment in the historic context of Iranian cities: A case study on Urmia
İran şehirlerinin tarihi bağlamında bir kentsel tasarım değerlendirme yöntemi olarak kentsel morfoloji: Urmiye üzerine bir örnek çalışma
MEYSAM SOLEIMANI
Doktora
İngilizce
2020
MimarlıkOrta Doğu Teknik ÜniversitesiMimarlık Ana Bilim Dalı
PROF. DR. FATMA CÂNÂ BİLSEL
- Popülizmin mimarlığa etkisi bağlamında ikonik stadyum yapıları: Bursa Büyükşehir Belediyesi Stadyumu örneği
Iconic stadium structures in the context of populism's effect on architecture: Bursa Metropolitan Municipality Stadium
AYŞEGÜL ÇELTEKLİGİL
Yüksek Lisans
Türkçe
2019
MimarlıkMimar Sinan Güzel Sanatlar ÜniversitesiMimarlık Ana Bilim Dalı
DR. ÖĞR. ÜYESİ ESER YAĞÇI
- Türkiye'de kentsel dönüşüm ve Haliç örneklemesi
Urban transformation in Turkey and Haliç study case
NİHAN ÖZTAŞ
Yüksek Lisans
Türkçe
2005
Şehircilik ve Bölge PlanlamaMimar Sinan Güzel Sanatlar ÜniversitesiŞehir ve Bölge Planlama Ana Bilim Dalı
PROF. DR. CENGİZ ERUZUN