بنیادهای فلسفی اسطوره و صور سمبلیک هنری
Mitin Felsefe Temelleri ve Sembolik Sanat Biçimleri
- Tez No: 942881
- Danışmanlar: PROF. MUSA S. DIBADJ
- Tez Türü: Yüksek Lisans
- Konular: Sanat Tarihi, Art History
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 2009
- Dil: Farsça
- Üniversite: University of Tehran
- Enstitü: Yurtdışı Enstitü
- Ana Bilim Dalı: Sanat Araştırmaları Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Sayfa Sayısı: 115
Özet
Özet: İnsanın geçmişi sembolik formlarda ve ondan geriye kalan mitolojilerde kolayca ortaya çıkmaktadır. Arkeolog kazılarından ortaya çıkan sonuçlar, sadece tarihi olayların hikayesini anlatmakla kalmayıp aynı zamanda eski çağ insaninin eserlerinden ve düşüncelerinden oluşan bu değerli hazineyi de gün yüzüne çıkarırlar. Bu çalışmada esas olarak, mitolojinin felsefesi ve mitolojinin temel bilimleri incelenmiştir. Mitlerin ortaya çıkış hikayesini, işlevlerini ve ortaya çıkma gerekliliklerini odak noktası haline getiren mitoloji bilimi sayesinde, farklı medeniyetlerden günümüze aktarılan ve ortak konuları barındıran mitolojileri ve sembolik niteliği taşıyan çeşitli kalıntıları inceleyerek mitlerin ontolojik kökenlerine ulaşmak mümkündür. Ortak köklü dillerde mevcut olan benzer mitler karşılaştırıldığında, geleneğe en doğru yaklaşımla (örneğin Hint Vedaları) birlikte, efsanelerin orijinal biçiminin korunmadığı tespit edilmektedir. Fakat belirgin bozulmalara rağmen (James Frazer'in Altın Dal kitabında iddia ettiği üzre), yine de ateş gibi benzer efsaneler görünmektedir. Öte yandan, tarih öncesi ilkel topluluklarda ve kültürlerde, hatta Taş Devri'nde dahi efsanelerin mevcut olduğu gözlemlenmiştir. Mit dünyasında, zihinsel ve nesnel dünyalar birleşmektedir. Tanrı insan formunda kendini gösterir. İnsan, mitin inandığı gerçek dışı olaylara atfettiği objektif olmayan doğaüstü güçleri üstlenmektedir. Mit dünyasında ruhlar, tarihi dünyayı ve nesnel zaman alemini işgal ederler. Söz konusu dünyada atalara tapınma, nesnel zaman aleminde yaşamış ve unutulmuş ataları zihinsel zamanın sonsuzluk dünyasına geri götürür ve onları tanrısallaştırırlar. Mit dünyası, evrendeki seller, depremler, kasırgalar, volkanlar, kuraklıklar ve uzun süren kıtlıklar gibi dünyadaki doğal afetleri ve felaketleri takip eden ve kaçınılmaz olarak nesnel zamanla ilgili olan değişiklikleri anlatır. Ve onları evrenin döngüsünde önceden hesaplanmış diziler olarak belirtir. Böylece, evrende meydana gelen herhangi bir değişiklik, ölümlü kabul edilen ancak ölümsüzlerin özel ilgisi altında olan, tanrıça ya da kahraman insanların müdahalesine atfedilir. Bu şekilde, değişmez ve sonsuz olan zihinsel zaman aleminde bir efsane aline gelir. Bu sürecin neticesinde, etnik ritüellerin ve geleneklerin köklerinin kaynağı olmakla birlikte, ilkel ve eski dinlerde geleneksel ritüellerin ve dini performansların kökenini ve devamını da ortaya koyar. Bununla birlikte, efsanelerin oluşumunun sosyal yapılara, doğa olaylarına ve toplumun psikolojik tepkilerinin yansımasına dayandığına da dikkat edilmelidir. Tüm eski dinlerde yadsınamaz olan mitlerin varlığının, insanların eğlence için yarattığı kurgudan daha ötede kabul görülmeleri gerekmektedir. Efsaneler, onları insan düşüncesi ve bilincinin bir parçası olarak gördüğümüzde esas olarak önem kazanmaya başlayacaklardır. Hegel'in akıl felsefesine ve Cassirer'in felsefesine göre, zihnin evriminin belli bir döneminde, insan kaçınılmaz olarak mitolojik düşünceden başka bir düşünceye sahip olamazdı. Bu incelemede mitolojik düşünce, zihnin evrimi yönünde ele alınır. Ayrıca birçok sanat eleştirmenine göre, sanatın diğer yönü gerçeği açığa çıkarmak ve ardından yaratıcısının düşünce ve inancını da ortaya çıkarmaktır. Bundan dolayı, bu imgelerin yaratıcılarının temeline ve düşüncesine varmak (mitolojik düşünce) kadim zamanlardan kalan sembolik sanatsal formlar ile mümkün olmaktadır. Böylelikle incelemede tarih öncesi sanatsal sembolik biçimler ile mitolojik düşünce karşılaştırılarak benzerlikleri ortaya koyulacaktır. Sonuç olarak, antik görsellerin ve mitlerin kökleri mitolojik bir düşünce üzerine kurulduğu söylenebilmektedir. Son olarak, bu tezde tarih öncesi sanatsal formların yaratıcılarının zihin özellikleri ele alınıp ardından eserlerin ortaya çıkış gereksinimleri açıklanacaktır.
Özet (Çeviri)
The past of humanity is revealed through symbolic forms and the mythologies that have survived from it. The findings of archaeological excavations not only tell the story of historical events but also bring to light this valuable treasure consisting of the works and thoughts of ancient people. This study primarily examines the philosophy of mythology and the fundamental sciences of mythology. Thanks to the science of mythology, which focuses on the origins, functions, and necessity of myths, it is possible to reach the ontological roots of myths by analyzing mythologies transmitted from different civilizations to the present and various symbolic remnants that carry common themes. When comparing similar myths in languages with common roots, it is observed — even when approaching tradition as accurately as possible (e.g., the Hindu Vedas) — that the original form of the legends has not been preserved. However, despite notable distortions (as argued in James Frazer's The Golden Bough), similar myths, like those about fire, still appear. Moreover, it has been observed that myths existed even among prehistoric primitive communities and cultures, including in the Stone Age. In the world of myth, the mental and objective worlds merge. The divine manifests itself in human form. Humans assume the supernatural, non-objective powers attributed to the unreal events believed in by myth. In the mythological world, spirits inhabit the historical world and the realm of objective time. In this realm, ancestor worship brings ancestors, who lived and were forgotten in the realm of objective time, back to the eternal world of mental time and deifies them. The mythological world narrates the changes following and inevitably related to objective time — such as floods, earthquakes, hurricanes, volcanoes, droughts, and long famines — and describes them as predetermined sequences within the cycle of the universe. Thus, any change occurring in the universe is attributed to the intervention of goddesses or heroic humans — who are mortal yet under the special care of the immortals. In this way, a myth arises in the immutable and eternal realm of mental time. As a result, this process not only becomes the source of ethnic rituals and traditions but also reveals the origins and continuity of traditional rituals and religious performances in primitive and ancient religions. However, it should also be noted that the formation of myths is based on social structures, natural events, and reflections of society's psychological responses. The undeniable existence of myths in all ancient religions should be recognized as something beyond mere fiction created for entertainment. Myths truly gain significance when regarded as part of human thought and consciousness. According to Hegel's philosophy of mind and Cassirer's philosophy, at a certain stage of mental evolution, humans inevitably could not possess a form of thought other than mythological thinking. In this study, mythological thought is considered within the framework of the evolution of the mind. Additionally, according to many art critics, another aspect of art is to reveal truth and then manifest the thoughts and beliefs of its creator. Therefore, reaching the foundation and thoughts of these creators (mythological thought) becomes possible through the symbolic artistic forms left from ancient times. Accordingly, in this study, prehistoric artistic symbolic forms and mythological thought are compared to highlight their similarities. In conclusion, it can be stated that the roots of ancient images and myths are based on mythological thought. Finally, this thesis examines the mental characteristics of the creators of prehistoric artistic forms and then explains the necessities that led to the creation of these works.