Genetik hastalıklar için farklı risk gruplarında prenatal tanı amaçlı genetik danışmanın etkileri
The Impact of prenatal genetic counseling on different risk groups of genetic diseases
- Tez No: 107610
- Danışmanlar: PROF.DR. SEHER BAŞARAN
- Tez Türü: Doktora
- Konular: Tıbbi Biyoloji, Medical Biology
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 1999
- Dil: Türkçe
- Üniversite: İstanbul Üniversitesi
- Enstitü: Sağlık Bilimleri Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Genetik Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Sayfa Sayısı: 11319
Özet
VII. ÖZET Çalışmamız 1.01.1989 - 31.12.1998 yılları arasında İ.Ü.Pretam'da çeşitli endikasyonlarla fetal kromozom analizi yapılan 5992 gebelikte saptanan kromozom analiz sonuçları ile farklı kalıtım şekli, klinik bulguları ve prognozları nedeni ile örnek seçilen hastalık gruplarında ailelerin prenatal tanıya yaklaşımlarını, tanıya yönelik diğer analizlerin sonuçlarını ve patoloji saptanan gebeliklerde, ailelerin gebeliğin akıbeti ile ilgili kararlarını ve bu kararlarını etkileyen faktörleri içermektedir. Çalışmanın 1. bölümünde; fetal kromozom analizlerinde saptanan çeşitli kromozom anomalilerinde ailelerin verdikleri kararlar, kromozom anomalilerinin tipleri, tanının konulduğu gebelik haftası ve fetusun etkilenme olasılıkları kriterlerine göre değerlendirildi. Tüm seride saptanan dengesiz kromozom anomali oranı % 3.55 idi. En yüksek kromozom anomali oranlan sırasıyla, dengeli kromozom anomali taşıyıcılarında, patolojik USG bulgusu olan gebeliklerde ve ileri anne yaşı gruplarında saptandı ( % 22.09, % 7.93, % 2.92). Dengesiz kromozom anomali oranlarının yöntemlere göre dağılımında gebelik zamanı ve endikasyon gruplarının ağırlığı nedeniyle en yüksek oran (%6.13) CVS grubunda görüldü. Bunu KS (% 5.38) ve AS ( % 2.57) izledi. Dengesiz kromozom anomalisi saptanan gebeliklerin tahliye oranı en yüksek (%91.36) KS serisinde idi. Bunu CVS (% 88.89) ve AS (% 70.17) izledi. Burada en önemli faktör USG'deki patolojik bulgular idi. Saptanan kromozom anomalisine bağlı olarak verilen etkilenme olasılıklarına göre tahliye/devam kararları irdelendiğinde en yüksek oranın %100 etkilenen otozomal anomaliler grubunda ( % 93.39 -100) olduğu, bunu % 100 etkilenen cinsiyet kromozom anomalilerinin (%78.78) ve etkilenme olasılığı kesin olarak verilemeyen de novo dengeli translokasyonların (%50) ve mozaisizm saptanan gebeliklerin (% 38.46 -% 50) izlediği görüldü. Kromozom anomalilerinde gebelik haftalarının etkisi araştırıldığında beklenenin aksine en yüksek gebeliğe devam etme kararının ilk 14 haftadaki gebeliklerde (%18.2) olduğu ve ilerleyen zamanla oranın azaldığı saptandı. Yaşamla bağdaşmadığı bilinen ve ender görüldüğünden prognozu kesin olarak 92bilinmeyen olgularda gebeliğin, zamanından bağımsız olarak hemen daima sonlandırıldığı gözlendi. Kromozom anomalisin klinik bulguları ile gebelik kararları arasındaki ilişkide otozomal anomaliler içinde trizomi 21 olgularında, ailelerin gebeliğe devam kararı alabildikleri, diğerlerinde ise yasal engel olmadığı sürece gebeliği sonlandırabilecekleri belirlendi. Cinsiyet kromozom anomalileri içinde beklenen klinik tablo ile uyumlu olarak gebeliği sürdürme oranının otozomal anomalilere (% 5.27) oranla daha yüksek olduğu gözlendi (% 23.5). Fetusun kesin etkilenmesinin beklenmesine karşın gebeliği sürdürme kararı alan ailelerde, gerekçeler araştırıldığında; trizomi 21 saptanan gebeliklerde ailelerin gerekçeleri; dini inançları, vicdani nedenler ve sonuca inanmama idi. Cinsiyet kromozom anomalisi saptanan gebeliklerde, beklenen klinik bulguların ( ikiz eşine zarar vermemek amacıyla gebeliği sonlandıramayan aile dışında) aileler tarafından kabul edilebilir olmasının önemli bir faktör olduğu gözlendi. Fenotipin etkilenme olasılığı hakkında kesin bilgi verilemeyen gebeliklerde, sürdürme kararı alan tüm ailelerin olası riski kabul ettikleri görüldü. Çalışmanın 2. bölümünde, kalıtım şekli ve klinik bulguları nedeniyle örnek seçilen hastalıklarda ailelerin prenatal tanıyı kabul etme oranları ve gebeliği sürdürme kararlarında etkin olan faktörler, hastalıkların klinik bulguları ve prognozuna göre değerlendirildi. İki farklı kalıtım şekli ve yineleme riski olması, mental retardasyona yol açması, toplumda sık görülmesi ve geniş hasta popülasyonumuzun olması nedeni ile çalışmamıza alınan DS'lu çocuk öyküsü ile başvuran ailelerde, prenatal tanıyı kabul etme oranı % 88.5 idi. %10-14 yineleme riski olan translokasyon taşıyıcısı annelerin gebeliklerinin tümünde, yüksek riskleri nedeni ile tercih edilen yöntem CVS idi ve bu gebeliklerin % 36.36'sında trizomi 21 saptandı. Bu gebeliklerde gebeliği sürdürme oranı % 25 olarak saptandı. Serbest trizomi 21 'li çocuk nedeniyle prenatal tanı uygulanan gebeliklerde ise en sık tercih edilen yöntem % 82 ile AS idi. CVS ve KS'nin tercih edilme oranları sırasıyla % 8.3 ve % 9.7 idi. Yineleme riski % 1.4 olan bu gebeliklerde trizomi 21, beklendiği gibi, translokasyon taşıyıcısı annelerin gebeliklerine oranla daha düşük bulundu (%1.3). Bu grupta gebelikleri sürdürmeye karar verenlerin oranı % 40 idi. Prenatal tanı uygulanmayan 93ailelerde en sık gözlenen gerekçeler; testin maliyeti ve girişime bağlı abortus riski idi. Mental retardasyon bulgusu olmaması, prognozonun iyi olması' ancak ağır psikolojik yük ve hareket kısıtlılığı nedeni ile otozomal dominant kalıtıma örnek olarak alınan akondroplazide, akondroplazi hastası bir annenin 2 gebeliğinde CVS ile prenatal tanı uygulandı ve fetusun etkilenmiş olduğu saptanan 1. gebelik sonlandırılırken, sağlıklı olduğu saptanan 2. gebelik sürdürüldü. Geç letal olmasının yanında çok zor ve pahalı da olsa tedavisinin olması ve ülkemizde sık görülmesi nedeni ile otozomal resesif hastalık grubuna örnek alınan hastalıklardan biri olan p-talasemi'li çocuk riski ile başvuran ailelerde, prenatal tanıyı kabul oranı % 97.87 idi. Prenatal tanıya karar veren ailelerde en sıklıkla CVS yöntemi (% 86.2) tercih edildi. Bu gebeliklerde p-talasemi açısından homozigot hasta fetus saptanma oranı % 19.1 olarak bulundu ve mutasyonun hafif klinik bulgulara yol açtığı önceki çocuklardan bilinen bir gebelik dışında, tüm gebelikler sonlandırıldı (% 94.4). Hasta olduğu saptanan bir fetusta aynı zamanda 47, +21 saptandı. Genetik danışma sonrası prenatal tanı uygulanmayan 2 aileden birinde gebelik spontan abortus ile sonlandı, diğerinde ise testin maliyeti yüksek bulundu. Diyet uygulandığı taktirde bulgu vermemesi nedeni ile otozomal resesif hastalık grubuna örnek alınan diğer bir hastalık olan fenilketonüri'li çocuk riski ile başvuran ailelerin prenatal tanı kabul oranı % 82.4 idi. Bu hastalık grubunda CVS sıklıkla tercih edilen yöntemdi (%81.2). PKU tanısına yönelik prenatal tanı uygulanan toplam 16 gebelikten 10'unda DNA analizi ile fetusların sağlıklı oldukları saptanırken (% 62.5), 4 gebelikte fetusun hasta olduğu belirlendi. Bu 4 gebelikten 3'ünde gebeliğin sonlanmasına karar verildi (%75); PKU'lu çocuğu olan 1 aile ileri gebelik haftası nedeni ile gebeliği sürdürme kararı aldı. DNA analizi ile sonuç verilemeyen iki gebelik ise sürdürüldü. Genetik danışma sonrası prenatal tanı fikrinden uzaklaşan 3 ailenin gerekçeleri; 2 ailede, PKU'lu çocuklarının özellikle mental açıdan 94problemsiz olmaları, diğer ailede ise ileri gebelik haftasında tahliyeye karşı olmaları idi. Erken letal olması nedeni ile otozomal resesif hastalık grubuna örnek olarak seçilen SMA'lı çocuk riski ile başvuran ailelerde, prenatal tanıyı kabul oranı % 90.3 idi. Bu hastalık grubunda CVS öncelikle tercih edilen yöntem idi (%90.6). Fetal dokuda DNA analizi yapılan gebeliklerin % 12.5'inde SMA açısından fetusların hasta olduğu saptandı ve bu hastalık grubu için gebeliği sonlandırma oranı % 100 idi. Genetik danışma sonrası prenatal tanı fikrinden uzaklaşan 3 ailenin gerekçeleri; bir ailede testin maliyetinin yüksek bulunması iken, diğer ailede annenin aşırı huzursuzluğu ile CVS'in uygulanamaması idi. Bir aileye ise ulaşılamadığından gerekçe öğrenilemedi. X'e bağlı resesif hastalıklara, letal olması ve tedavisinin bulunmaması nedenleri ile seçilen DMD'li çocuk riski ile başvuran ailelerde, prenatal tanı kabul oranı % 88.73 idi. Bu hastalık grubunda en sıklıkla tercih edilen yöntem CVS idi (% 90.7). Prenatal tanı uygulanan toplam 75 gebeliğin tümünde, incelenen fetal dokuda öncelikle kromozom analizi yapıldı ve gebeliklerin 38'inde (% 50.6) fetusların kız olduğu saptandı. Fetusların erkek olduğu saptanan 37 gebelikten 4'ünde hasta çocuğa ait DNA'nın olmaması, delesyon bulunamaması ve bağlantı analizi açısından ailenin informatif olmaması nedenleri ile kesin tanı konulamadı. Bu 4 aileden ikisi gebeliği sonlandırırken (%50), diğer 2 aile fetusların hasta olup olmadıkları kesin olarak söylenemediğinden gebeliği sürdürme yönünde karar verdi. DNA analizi yapılabilen 33 gebelikten 15'inde (% 45.5) fetusların hasta olduğu saptandı ve bu gebeliklerin 13'ünde (% 86.7) aileler gebeliğin sonlanmasına karar verirken, 2 gebelik, ileri haftalarda gebeliği sonlandırmanın, ailelerin dini inançlarına uygun olmaması nedeni ile sürdürüldü. Genetik danışma sonrası prenatal tanı fikrinden uzaklaşan 8 ailenin gerekçeleri; gebeliğin spontan abortusla sonlanması (2), testlerin maliyetinin yüksek bulunması (2), fetusun USG'de kız olduğunun görülmesi (2) ve ileri gebelik haftasında sonlandırmaya karşı olmak (1) idi. Bir aileye ise ulaşılamadı. X'e bağlı resesif hastalığa örnek olarak, prognozunun iyi olması ancak ülkemizde bakımının pahalı ve zor olması nedeni ile örnek hastalık olarak seçilen hemofili Anın prenatal tanısı için başvuran ailelerde, prenatal tanıyı 95kabul etme oranı % 78.3 idi. Bu hastalık grubunda CVS en sıklıkla tercih edilen yöntem idi (%88.9). Girişimlerden elde edilen fetal dokuda yapılan kromozom analizleri sonucunda prenatal tanı uygulanan toplam 18 gebelikte fetusların 9'unun kız olduğu; DNA analizi ile sağlıklı olduğu saptanan bir erkek fetusun da 45, XY, robt(13;14) ailevi translokasyon taşıyıcısı olduğu saptandı. Fetusun erkek olduğu belirlenen 9 gebelikten 7'sinde DNA analizi yapılabildi ve 2 gebelikte fetusun hasta olduğu saptandı. Bu 2 gebelikte de aileler sonlandırma yönünde karar verdiler. DNA analizi yapılamayan 2 gebelikten birinde, aile %50 teorik riski kabul etmeyerek gebeliğin sonlandırılmasına karar verirken, 22. gebelik haftasında başvuran bir aileye ulaşılamadı ve gebeliğin akıbeti öğrenilemedi. Genetik danışma sonrası prenatal tanı fikrinden uzaklaşan 5 ailenin gerekçeleri; hastalığın prognozunun ağır olmaması nedeni ile sonlandırmayı gerektirmediği (2), annenin kesin taşıyıcı olup olmadığının bilinmemesi (2) idi. Bir ailenin ise genetik danışma sonrası yineleme riskinin erkek çocuklarda % 50 olduğunu öğrenmesini takiben gebeliği sonlandırdığı öğrenildi. Multifaktöriyel kalıtıma örnek olarak nöral tüp defektleri alındı. 1987-1998 yılları arasında 4047 olguda çeşitli endikasyonlarla uygulanann USG incelemelerinde 39 olguda (% 9.96) NTD saptandı. Bunlardan 7'sinde gebelik sürdürüldü (% 17.94). Gebeliği sürdüren 7 gebelikten 5'inde, NTD bulgusu ileri gebelik haftalarında (>30 GH) saptanmıştı. Bir gebelikte ise küçük bir spina bifida saptandı ve prognozun iyi olabileceği belirtilmişti. Bir aile ise, gebeliği sonlandırmak, dini inançlarına uymadığı için gebeliği sürdürdü. 96
Özet (Çeviri)
VIII: SUMMARY This study includes the cytogenetic analysis performed with different indications between 1.01.1988 - 31.12.1998 at I.U. Pretam of 5992 pregnancies and the attitudes of families towards prenatal diagnosis and pregnancy termination at risk for certain genetic diseases that have been selected for their different modes of inheritance, clinical findings and prognosis. In the first part of the study, the relation between the type of chromosomal abnormality found and the attitudes of the families in regard to the type of anomaly, the gestational age and the possibility of the fetus to be affected have been analyzed. The rate of chromosomal abnormality in the whole series was 3.55 %. The highest rate of abnormalities was found in parents with balanced traslocation (22.09%), followed by the pregnancies with pathological ultrasound findings and advanced maternal age respectively (7.93%, 2.92 %). The highest rate of abnormalities was found in the CVS group (6.13 %) and was followed by the cordosentesis (5.38 %) and amniocentesis (2.57 %) group. The rate of termination was highest in the cordocentesis group (91.36 %) followed by the CVS (88.89 %) and amniocentesis group (70.17 %). The pathological ultrasound findings played the main role. The rate of termination was highest in the group of abnormality in which the fetus was expected to be 100 % affected (93-100%). This was followed by sex chromosomal abnormalities (78.78 %), de novo translocations (50 %) and mosaisizm ((38.46 %). The highest rate of continuation of pregnancy was found in the CVS (18.2 %) group and the rate decreased as the gestational age increased. The pregnancies with chromosomal abnormalities that were either seldomly seen or lethal, were always terminated. Autosomal abnormalities, except Down syndrome, were always aborted within legal gestational ages. Continuation 97rates were higher in sex chromosome abnormalities (23.5 %) in respect to autosomal abnormalities (5.27 %). In pregnancies in which the the fetuses were expected to be affected, the reasons for continution were religious beliefs, conscience and and mistrust in the chromosomal analysis. The clinical findings to be expected in sex chromosomal abnormalities were found to be acceptible for the families. Families, who did not terminate the pregnancies due to chromosomal abnormalities, in which it was not possible to give exact rates of the affection status of the fetus, accepted the possible clinical risks. The second part of the study analyzed the attitudes of the families at risk for certain genetic diseases towards prenatal diagnosis and pregnancy termination in regards to the clinical findings and prognosis. Down syndrome has been included in the study due to the modes of inheritance and mental retardation as the main finding. The rate of acceptance for prenatal disagnosis in families at risk for a Down syndrome child was 88.5 %. In the group of translocation carrier parents with a recurrence risk of 10-14 %, CVS was the most preferred application due to their high recurrence risk. The rate of trisomy 21 fetuses was 36.36 % and the rate of pregnancy continuation was 25 %. In the group of parents with a recurrence risk of 1.4 %, amniocentesis was the most prefered application and the rate of trisomy 21 fetuses found was 1.3 %. The rate of continuation of pregnancy was found to be 40 % in this group. The reasons for not undergoing prenatal diagnosis were; the high cost and risk of abortion. Achondroplasia was included in the study for the high psychological burden of the disease, even though the prognosis is well. We had only one family and prenatal diagnosis was performed by DNA analysis in their two pregnancies. The pregnancy with an affected fetus has been terminated. B- thalassemia, with a high rate of carriers in Turkey, has been included in the study as an example for an autosomal resessive disease, due to the fact that it is lethal and the therapy is very expensive. The rate of acceptance for families at risk for B- thalassemia was 97.87 %. CVS was the most preferred 98application and an affected fetus has been diagnosed in 19.1 % of the pregnancies. All pregnancies, accept one, have been terminated (94.4 %). The reasons for not undergoing prenatal diagnosis was the high cost in one family; spontaneous abortion in another family. PKU was concluded in the study as an example for autosomal resessive diseases due the the fact that with proper diet, no clinical findings emerge. The rate of acceptance for prenatal diagnosis was 82.4 % and CVS was the most preferred procedure. An affected fetus was detected in four pregnancies (62.5 %) with DNA analysis and three of them were terminated (75 %). The reason for the continuation of the pragnancy was advanced gestational age. DNA analysis was unsuccessful in two pregnancies and both of them were continued to term. The reasons for not undergoing prenatal diagnosis was the fact that the former affected children had no mental retardation in two families and one family was against termination in late gestational age. Families at risk for SMA were included in the study as an example for an early lethal ressessive disease. The rate of acceptance for prenatal diagnosis was 90.3 %. An affected fetus has been detected by DNA analysis in 1.5 % of the pregnancies in whom CVS was mostly preferred (90.6 %). The rate of termination was 100 % for this group. The reasons for not undergoing prenatal diagnosis was the restlessness of the mother during CVS procedure in one family and the high cost for another family. One family could not be contacted. Families at risk for DMD have been included in this study as an example for a lethal X'linked disease. The acceptance rate of prenatal diagnosis in this group was 88.73 % and the most preferred procedure was CVS. In 45.5 % of the male pregnancies, an affected fetus was diagnosed by DNA analysis. 86.7 % of these pregnancies have been terminated. Two families decided to carry the pregnancy to term due to their religious beliefs prohibiting them to terminate a pregnancy in advanced gestational age. DNA analysis was unsuccessful in four pregnancies. Two of them decided against termination while the other two decided to continue to term. The reasons for not undergoing prenatal diagnosis were; spontaneous abortion (2 ), high costs 99(2), girl fetus seen by ultrasound (2) and being against pregnancy termination (1 ). One family could not be contacted. Another example for X'linked resesif disease was hemophilia A, an expensive disease with good prognosis. The acceptance rate of prenatal diagnosis in this group was 78.3 % and the most preferred procedure was CVS (88.9 %). An affected fetus has been diagnosed in 28.57 % of the male pregnancies and have been terminated. DNA analysis was unsuccessful in 2 pregnancies. One of these families terminated the pregnancy with a theoritical risk of 50 %. The other family, in whom cordosentesis had been performed, left without informing us about their decision. The reasons for not undergoing prenatal diagnosis were; mother's carrier status not confirmed (2), the disease not severe enough to consider termination (2). One family decided to terminate the pregnancy after learning about the 50 % recurrence risk for male fetuses. NTD as been selected as an example for multifactorial inheritance. During a period of 1 1 years, 39 fetuses have been detected by ultrasound (9.96 %) and 17.94 % of these pregnancies have been carried to term. The reasons for not terminating the pregnancy were late gestational age in five families. Only small spina bifida had been detected in one pregnancy and the family had been informed about the possibility of good prognosis. One family continued to term, stating that termination was against their religious beliefs. 100
Benzer Tezler
- Genetik hastalıklar için farklı risk gruplarında genetik danışmanın etkileri
The Influence of genetic counceling on different risk groups with certain genetic diseases
ZUHAL AZAKLI
Doktora
Türkçe
1999
Kadın Hastalıkları ve Doğumİstanbul ÜniversitesiÇocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı
PROF. DR. SEHER BAŞARAN
- Prenatal tanı uygulanan riskli gebelerin uygulamaya yönelik tutumlarının değerlendirilmesi
Başlık çevirisi yok
ZUHAL AZAKLI
Yüksek Lisans
Türkçe
1990
Kadın Hastalıkları ve Doğumİstanbul ÜniversitesiÇocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı
DOÇ. DR. SEHER BAŞARAN
- Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalında 2017-2020 yılları arasında tüm ekzom dizileme (WES) analizi yapılmış epilepsi ve/veya nöbetsiz EEG anomalisi bulunan hastaların retrospektif analizi
Retrospective analysis of patients with epilepsy or seizure free EEG anomaly evaluated by WES analysis in Gazi University Faculty of Medicine, Department of Medical Genetics between 2017-2020.
MUSTAFA HAKAN DEMİRBAŞ
Tıpta Uzmanlık
Türkçe
2021
GenetikGazi ÜniversitesiTıbbi Genetik Ana Bilim Dalı
PROF. DR. FERDA EMRİYE PERÇİN
- Yaşlanma, cinsiyet ve sosyo-ekonomik koşulların plazma homosistein düzeyleri üzerine etkileri ve oksidan - antioksidan sistem ile ilişkilerinin araştırılması
Effects of aging, gender and socio-economic conditions on plasma homocysteine levels and investigation of relationship between oxidant-antioxidant system
NERMİN KILIÇ
- Migrenli hastalarda ve sağlıklı kontrol grubunda el tercihi ve paraoksonaz enzim aktivitesinin araştırılması
The investigation of paraoxonase enzyme activity and hand preference in patients with migraine and healthy controls
SERAP YILDIRIM