Gelişen ülkelerde uygulanan istikrar politikaları, Türkiye 1980-1989
Başlık çevirisi mevcut değil.
- Tez No: 12394
- Danışmanlar: PROF.DR. GÜLTEN KAZGAN
- Tez Türü: Doktora
- Konular: Ekonomi, Economics
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 1991
- Dil: Türkçe
- Üniversite: İstanbul Üniversitesi
- Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Sayfa Sayısı: 233
Özet
196 ÖZET VE SONUÇ Kısa dönemli istikrar politikaları ile ilgili literatürde çeşitli savlar ileri sürülmektedir. Bir grup iktisatçı, mali dengeyi gelişme için bir ön-koşul saymak tadır. Bu görüşe göre, ödemeler dengesinin düzeltilmesinin diğer ekonomik amaçlara göre önceliği vardır. İkinci bir grup iktisatçı, birinci görüşü eleştirmekte, mali hedeflere hızlı intibakın ekonomik gelişme için gerekli diğer hedeflerden feda karlığı gerektirdiğini iddia etmektedir. Büyüme, refahın artması sosyal adalet ve ulusal otonomi gibi hedeflerin, kısa dönemli mali (parasal) intibaka kıyasla önceliğinin olduğunu savunmaktadır. Öncelikle denge kavramına bakmamız gerekmektedir. IMF ve Dünya. Bankası parasal dengesizlikle ilgilidirler. Parasal dengesizlik iç dengesizliği enflasyon olgusu, dış dengesizliği de ödemeler bilançosu dengesizliği ile açıklamaktadır. Bretton Woods konferansından bu yana Fon'un dengesizlik kavra mı değişmiştir. 1970'lerden önce üç tür dengesizlik tanımlanmaktaydı. Birincisi, tersine çevrilebilir pazar kaybı veya ticaret hacmindeki düşüşün neden olduğu geçici dengesizlik. Bu durum politikalarda ya hiç ya da çok197 az değişme gerektirmektedir. IMF kaynakları ülkenin reservlerini tamamlamaktadır ve piyasa ve ticaret hadleri iyileşince ülkenin reserv durumu da iyileşecektir. İkinci tür dengesizlik genişleyici para ve maliye politikalarının sonucudur ve bu durumda Fon'un kredi translarından yararlanmak için talep idaresi gerekmektedir. Üçüncüsü,“temel dengesizlik”Anlaşma Maddelerinde tanımlanmamıştır ama iç ve dış fiyatlar öyle denge değerinden uzaklaşmıştır, talep idaresi ile döviz kur intibakı gereklidir. Yakın yıllarda IMF tarafından daha uzun dönemde mali destek ve ilâve politika araçları gerektiren dengesizlik türleri belirlenmiştir. Böylelikle EFF, 1974'de iki tür dengesizlikle ilgili oluşturulmuştur: 1) Fiyat ve maliyet çarpıklıklarının yaygın olduğu, üretim ve ticarette yapısal yeter siz intibak ile ilgili dengesizlikler de, 2) etkin bir gelişme politikasının izlenmesini engelleyen zayıf ödemeler durumu ve yavaş büyüme ile nitele nen ekonomilerde. Birinci kategoride, IMF desteği dış şoklarının neden olduğu dengesizliklerde sağlanmaktadır. Buna en iyi örnek 1973-74 ve 1979-80 petrol fiyatlarındaki ani artışlardır. EFF nin düzenlendiği ikinci dengesizlik kategorisinde yer alan ülkelerin çoğu IMF ve Dünya Bankası'ndan destek almaktadırlar. 1970'li yılların son çeyreğine kadar IMF, Dünya Bankası, uluslararası bankalar gibi başlıca uluslararası finans merkezlerinin birbirinden oldukça bağımsız karar aldıkları aralarında belirgin işbölümü gözlenmektedir. IMF konjonktürel, geçici kabul edilen CIB dengesizliklerini giderici politikalara öncelik vermiş bu amaçla kredi dağıtımı ve denetimi yapmıştır. Dünya Bankası kalkınma programları ve yatırım öncelikleri üzerin de durmuş, proje değerlendirmesini bunun aracı olarak kullanmıştır. Uluslararası bankalar ise, OPEC fonlarının akımına uğradıkları 1970'li yılların ilk yarısında verdikleri kredilerde ülke ve firma rizikosunu kendileri belir-lemis, diğerleri ile işbirliği yapmamışlardır. CIB açıklarına karşı asıl işlevi IMF yüklenmiş ve dünya finans piyasasında gözetici olarak diğerlerin den ayrılmıştır. 1970'li yıların sonunda IMF, Dünya Bankası ve uluslararası bankalar sıkı işbirliğine girmişlerdir. 1980'li yıllarda uluslararası ticari bankalar kendi aralarında işbirliği yapmaya başlamışlardır. Uluslararası finans piyasasında rekabetin yerini dayanışma, anlaşma almıştır. Son zamanda ortak finansman söz konusudur. 1970'lerin sonunda GÜ'ler için borç ödeyememe sözkonusu olduğundan, ticari bankaların rizikosu artmıştır. Bu nedenle, bankalar IMF'nin yeşil ışığına bağlı olarak borç vermektedirler. Uluslararası ticari banka sisteminden kredi alan ülke, IMF politikalarına uyarak kredi güveni lirliğini arttıracak ve daha fazla borçlanabilecektir. IMF, eskiye göre biraz daha uzun dönemli kredi verir, talep yönetimi yanında, arz yönetimi üzerinde durur biçimde politikasını değiştirirken, bir yandan da Dünya Bankası CIB açıklarıyla karşılaşan ülkelere yapısal uyum kredisi vermeye başlamışlardır. İki kurumun işlevleri üst üste bindiğinden, iki kurum arasında eşgüdüm konusu gündeme gelmiştir. Eşgüdüm konuları, para ve sermaye piyasalarının işleyişi, iç tasarrufların arttırılması, kalkınma programlarının mali yönü ve dış borç yönetimi gibi alanları kapsamaktadır. IMF ve Dünya Bankası'nın liberalleşme programının ideolojik çerçevesi XIX. yüzyıl kapitalizminin geri gelerek, devlet müdahaleciliğinin ve geniş kitlenin refahını sağlamak, işsizliği gidermek amacına dönük“sos yal devlet”anlayışının sahneden silinmesini amaçlamaktadır. Bu çerçevede devlet müdahalesi enaza indirgenecek, özel girişime dayalı bir pazar ekonomisi oluşturulması ve yabancı rekabetin özel girişime dürtünün ve fiyat denetiminin temel öğesi sayılmasıdır. Bunun dışa açılmaya dönük politikası dış ticaret ve sermaye hareketleri, döviz kuru ve faiz oranının olabildiğince serbest olmasını199 amaçlamaktadır. Çok uluslu şirketler yoluyla dolaysız yabancı yatırımlar, AGÜ ve OGÜ'ın yatırımlarında artan rol oynayacaktır. KİT'ler dahil, tüm kamu kesimi daraltılacaktır. Dış açıkların kapatılmasında iç talep kısıtlaması ve döviz kuru ayarlamaları yani fiyat mekanizması anahtar değişken olacaktır; dışticaret koruması en aza inecek; dünya fiyatları ülke için kaynak dağılımında etken hale getirilecektir. Başarı ölçüsü artış GSMH'nın artış hızı değil, düzenli borç ödeyebilmektir. Bu genel çerçevede ilk öncelik CİB açığının küçültülmesi ve dış borçların düzenli ödenmesidir; bunun dayandığı temel de sınaî mamul ve hizmet ihracatının arttırılmasıdır. İkinci öncelik enflasyon hızının düşürülmesidir. Ekonomik büyüme ise yabancı yatırımların artışı ve içerdeki atıl kapasitenin harekete geçirilmesine bağlı kılınmış; yatırımların özel olarak teşviki, yalnızca ihracata dönük olanlarla, geri kalmış bölgelerin kalkınmasına ilişkin yatırımlar için öngörülmüştür. Enerji yatırımları öncelikli yatırımlardır. İhracata-dönük büyümenin göstergesi ihracat/GSMH oranının büyümeyle birlikte yükselmesidir. Ayrıca, ihracatta sınaî mamullerin oran sal payı da artmalıdır. İhracata-dönük büyümenin gerektirdiği iktisat politikaları şunlar dır: i) Döviz kuru: Serbest piyasada belirlenen birdenge fiyatıdır. İhracata-dönük büyüme de gereken dış rekabet gücünü vermekte ve iç piyasayı dış rekabetten korumakta önemli bir politika aracıdır. Dışa dönük büyümede döviz kuru az değerlenmiş düzeyde olmalı dır. Döviz kurunun idari kararlarla aşırı değerlenmiş olması eleştirilmektedir200 ii) Dış ticaret rejimi: Dışa dönük büyüyen ülkelerdeki miktar kısıtlamaları sınırlı ve belirli üretim kesimlerinin korunmasına dönük olup, döviz kurunu etkileyecek çapta değildir. Dışdengeyi sağlama arası döviz kurudur. Dışrekabetten korunma aracı kuramda gümrük vergileridir. Ama fiyat mekanizmasının işlemesini engellemeyen, fiyat sistemi yoluyla yapılan müdahaleler geçerlidir. Tarife-dışı engeller denilen yöntemler kullanılmaktadır. iii) Diğer fiyatlar: Dışa açık ülkelerde oligopol piyasaları sanayide yaygındır. Bunun nedenleri firma ölçeğinin büyük marka rekabeti geçer olması, yeni bir mal, yeni teknoloji gibi, iş dünyasının işleyişinden doğmaktadır. Dışa dönük büyüyen ülkelerde dış rekabet, iç piyasada dış ticaretle ilişkili fiyatları dış piyasa fiyatlarına göre düzenler. GSMH'da ihracatın ve ithalatın payının büyüklüğü, dış fiyatların etkileme gücünü belirlemektedir. Faiz oranı, iç tasarruf-yatırım dengesini; yatırım fonlarının ülke içinde çeşitli üretim faaliyetlerinin kârlılık derecesine göre dağılımını, döviz kuru ve enflasyon oranı verirken sermayenin ülkeler arasında faiz oranı farklarına göre dağılımını belirleyen önemli bir fiyattır. Dışa açık ve sermaye hareketleri serbest bir ülkenin, ülke içi faiz oranı dünya faiz oranlarından bağımsız değildir. IMF'nın dayandığı kuram monetarizmdir. Bu kuramın dayandığı varsayımlar şunlardır: 1) ülke içinde artan enflasyon, düşen üretim ve artan işsizlik, CIB dengesizliği, tümüyle veya önemli ölçüde iç ekonomi politikalarından kaynaklanmaktadır. 2) Dış ilişkilerde serbest rekabet ve içerde parasal düzenlemelerin ekonominin sağlıklı büyümesini gerçekleştirecektir. 3) GÜ'ler dış şoklara uyum sağlamalıdırlar. Monetarizm serbest piyasa mekanizmasının kusursuzluğuna ve etkinliğine inanmakta, devletin ekonomiye müdahalesini enaz düzeyde tut-mayı amaçlayan bir öğretidir. Bütün fiyatlar (döviz kuru, faiz oranı, emek ücreti, mal-hizmet fiyatı) serbest piyasada, arz ve talep tarafından belirlenmektedir. Devlet para miktarını ekonominin büyümesine göre (GSMH'daki yıllık artışa göre) belirlemelidir aksi enflasyon, deflasyon yaratacaktır. Para arzı fazlası, iç mal ve değerlere olan talep fazlasının akrşılığıdır ve ödemeler açığı olarak yansıyacaktır. Parasal hesapların ödemelre bilançosunnu incelemede daha pratik olduğunu, parasal verilerin daha güvenilir ve erişilir olduğunu iddia etmektedir. Önemli bir varsayım istikrarlı para talep fonksiyonudur. Bu fonksiyon istikrarlı olunca, talep edilen para miktarını fiyatlar ve ürün belirlemektedir. Eğer iç kredi miktarı para talebinden fazla ise, uluslararası rezerv kaybı sözkonusu olmaktadır. Kısa dönemde, para arzı fazlasının bir kısmı iç fiyatlarla ürünü ve ödemeler dengesini etkileyecektir. Parasalcı öğreti çok genel olarak para arzı artışının düşürülmesini, talep daraltılmasını önermektedir. Amaç CIB açığını azaltmak ise, faiz hadleri yüksek tutularak iç harcamalar azaltılmalıdır. CIB dengesi, serbest piyasa ekonomisi mantığına göre, fiyatlar çerçevesinde sağlanacaktır. Tam rekabet, fiyatların esnek ve esnekliklerin yüksek olduğu, ihraç malları arzında darboğaz olmadığı ve döviz piyasasının istikrarlı olduğu varsayılmaktadır. Parasalcı kuramda ödemeler bilançosu, vurgunun para arz ve talebine konulduğu, parasal bir olaydır. Para balanslarının cari ve özlenen düzeyleri arasındaki fark ödemeler bilançosunda fazla veya açığa neden olmakta, bu fazla/açık kendini ortadan kaldıracak mekanizmayı yaratmak tadır. Sabit kurda, ödemeler bilançosu açığı para arz fazlasına ve döviz piyasasında da talep fazlasına karşılık gelmektedir. Açık veren ülkede, ceteris paribus, döviz reservleri bu açığı karşılar; para tabanında dolayısıyla para arzında daralma olur. bunun nedeni sterilizasyonun uzun dönemde mümkün olmamasıdır. İç fiyatlar düşer ve döviz fiyatı yükselir. Sonuçtaihracat teşvik edilmiş, ithalat ise kısılmış olur. Para arzının daralması sonucu içeri sermaye girişi olur. Bir ülke açık verirken, diğeri fazla vereceğinden, diğer ülkede tam tersi gerçekleşir ve dış denge kendiliğinden kurulur. Ufak bir ülkede, sabit kur, tek fiyat ve tek faiz varsayımlarıyla para arzı endojen olduğundan, para politikası sadece para arzının iç bileşenini (kredi miktarı) ve dış bileşeni (reservler) arasındaki bölüşümünü etkilemektedir. Dalgalı kurda, döviz piyasasında döviz arz ve talebi daima eşitleneceğinden, ödemeler bilançosunun parasal dengesi her zaman sıfır olacak tır. Ödemeler bilançosu açığı/fazlası yok iken, tek parasal genişleme kaynağı kredi artışıdır, bu iç fiyat artışına ve açık veren ülkenin parasının değer yitirmesine neden olmaktadır. Bu kuram karşılaştırmalı üstünlük kuramını tamamlamaktadır. Serbest döviz piyasasında oluşan denge döviz kuru, karşılaştırmalı üstünlüklere göre ülke içinde kaynak dağılımının etkinliğini sağlarken, CIB dengesini de gerçekleştirmektedir, dolayısıyla döviz piyasası ve dış ticaret devlet müdahalelerinden arındırılırsa, serbest piyasa mekanizması bir yan dan dış ticaret yoluyla kaynak dağılımının etkinleşmesini, bir yandan CIB dengesini sağlamaktadır. Tek sınırlama ticaret hadlerinin belirli sınırlar içinde kalıyor olmasıdır ama bu sınırlar dışında zaten dış ticaret duracak tır. Gelişen Ülkelerde (G.Ü.) ithal malları gelir esnekliği dış dünyanın kendi mallarına olan gelir esnekliğinin üstündedir. Hammaddeler, gıda maddeleri, dokuma-giyim eşyası gibi sınaî mamullerin gelir esnekliği, yüksek gelirli ülkelerde düşük, ama hayvansal gıda maddeleri ve ileri teknolojili sınaî mamullerininki yüksektir. Yüksek fiyat esnekliği, düşük gelir esnekliği olan mallar ihraç ederek büyümek için, CIB dengesini sağlamak için, ya reel gelir artışını yani büyümeyi yavaşlatacak; ya ithal-ikamesi ile ithal malları gelir esnekliğini düşürecek ya sürekli devalüasyon yapacak ya da sürekli borçlanacaktır. Ülkeye gıda-dokuma-giyim gibi gelir esnekliği çok düşük olanlar-203 da uzmanlaşma ülkeyi düşük büyüme hızı ve sürekli devalüasyon sarmalına ya da borçlanmaya mahkum etmek demektir. Eğer GÜ gelir ve talep esneklikleri yüksek mallar ihraç etseler di, bu olumsuz etkilerden kurtulacaktır. Ama yine de ihracata-dönük büyümede GÜ'ler dış konjonktüre, sanayileşmiş ülkelerdeki konjonktüre bağımlı olacaklardır. Bu belirsizlik getirmektedir. Konjonktürün iniş aşamasında hem ithalat azalmakta, hem de korumacılık eğilimleri artmaktadır. Bu durumda, yüksek konjonktürde sanayileşmiş ülke piyasası için kurulan GÜ sanayileri üretim ve istihdamı düşürmek zorunda kalacaktır ve düşük konjonktür tüm azgelişmiş ülkelere yayıldığı için piyasa bulmak güçleşecektir. Ayrıca, düşük konjonktür dönemlerinde güçlü sanayileşmiş ülkelerde tekelleşme derecesi artacaktır. Tekelleşme ile birlikte, sanayileşmiş ülkelerin ihraç mal fiyatları artarken, alıcı tekelleri alış fiyatlarını düşürmektedir. Böylece dış ticaret hadleri aleyhe dönecek ve GÜ için reel gelir kaybı olacaktır. Ayrıca hammadde ve tarım ürünlerinin fiyatları esnek ve arzları esnek olmadığından, konjonktürel iniş ve çıkışları bu malları ihraç eden. GÜ'i daha çok etkilemektedir. CIB dengesi iç dengelerde büyük bozulma pahasına sağlanıyor olabilir. Bir ülke dış ticaret hadlerinde ani, ama sürekli bir bozulma ile karşılaşabilir. Örneğin 1973-74 petrol fiyat artışı. CIB dengesini sürdürmek için ülke içindeki harcamaları kısarak ve devalüasyon yolu ile dış borçlanmadan kaçınmak isteyebilir. Deflasyon, para arzının kısılması, faiz oranının yükselmesi yolu ile harcamaların kısılmasını sağlamaktadır. Bu arada üretim düşse de, üretimdeki düşüş iç harcamalardaki düşüşten az olduğu sürece, bu politika dış dengeye yönelinmesine katkı yapacaktır. Ama iç harcamalar kısılınca, ekonomide atıl kapasite ve işsizlik ortaya çıkar, üretim düşer; atıl kapasite birim maliyeti yükseltir, faiz oranındaki artış sermaye maliyetini arttırır, yatırımlar ve büyüme dururken, birim maliyetler yükseldiği için maliyet enflasyonu ortaya çıkacaktır.204 deflasyonun tamamlayıcısı devalüasyon da iç dengeleri bozacaktır, yerli para cinsinden ithal ve ihraç mal fiyatları artacaktır. Ülke dışarı daha faz la mal satıp daha az ithal ettiği için, yurtiçi toplam mal arzı azalacaktır; bu da fiyat artışına yeni bir ivme kazandıracaktır. Ülke yatırım malları ithal ediyorsa, bunların fiyatları artacak ve iç fiyat düzeyi de bunu yakalayıncaya kadar, yatırımların kârlılığı azalacak, yatırımlar ve büyüme duracaktır. Ülke gıda malları ithal ediyorsa, devalüasyon bunların fiyatlarının artmasına ve reel ücretlerin aynı kalması için, nakdi ücret artışına yol açacaktır; bu durumda ücret artışları fiyat artış sürecini başlatacaktır. Tablo 1 Dünya Ekonomisinde Büyüme ve Enflasyon (Yıllık % değişme) 1969-73 1974-82 1983-89 Kaynak: IMF, World Economic Outlook, 1990 ve UN, Economic Survey of Europe in 1989-90.205 Türkiye, 1970'lerin sonunda yaşadığı krizden sonra 24 Ocak kararlarıyla“serbest piyasa ekonomisiyle dışa açılma”modelini benimsemiştir. Türkiye'yi, büyüme oranı ve enflasyon artış hızındaki yüzde değişmelere göre, çeşitli ülkelerle karşılaştırdığımız zaman, büyüme açısın dan orta karar bir gelişme gösterdiğini tablodan izleyebilmekteyiz. Bunun la birlikte, enflasyon oranına baktığımızda iç dengeyi gerçekleştiremediğini görmekteyiz. 24 Ocak kararları Türkiye ekonomisinde iç ve dış dengeyi birlikte sağlayamamıştır. İç dengesizlik göstergesi olan enflasyon oranı, 1980,1989 döneminde, 1980 yılından başlayarak sırasıyla, % 116.6, % 35.9, % 27.1, % 31.4, % 48.4, % 44.9, % 34.6, % 38.9, % 75.4 ve % 69.6 olmuştur. Dışdengesizlik göstergesi olarak cari işlemler açığını izlediğimiz de, 1980-1987 döneminde 1980 yılında 3409 milyon dolar açık, 1981'de 1916 milyon dolar, 1982'de 935 milyon dolar 1983'de 1899 milyon dolar, 1984'de 1407 milyon dolar, 1985'de 1030 dolar, 1986'da 1528 ve 1987'de 982 milyon dolar olmuştur. Enflasyon oranı 1980'de % 116.6'dan 1981'de % 35.6'ya düşmesi dışında 1980-1987 döneminde iniş ve çıkışlar göstermiş ama aşırı dalgalanmamıştır. Buna karşın dış dengenin sağlandığı, 1988 yılında cari işlemler fazlası 1503 milyon dolar ve 1989 yılında da 800 mil yon dolar olarak gerçekleştiğinde, enflasyon oranı sırasıyla % 75.4 ve % 69.6 olarak gerçekleşmiştir. 1980 yılında uygulanmaya başlayan programın en önemli başarısı ihracat artışını sağlamasıdır. 1980 yılında GSMH'nın yüzde 5.1'i ihracat, 1984'de % 14.3'e yükselmiştir. Özellikle sınaî malları payında önemli artışlar kaydedilmiştir. 1980 yılında sanayinin payı % 36 iken 1988 yılında % 76.68 olmuştur. 1980'lejde ihracat artışı maliyet açısından rekabet edebilirlik ile açıklanmaktadır. Rekabet edebilirlik reel kur ile ölçülmektedir. 1970 1er-206 de yüzde 80 değerlenen kur, ihracat düşüşüne neden olmuştur. 1980'den sonra sürekli ve küçük boyutlu kur değişmeleriyle 1985 yılının ortalarına kadar reel kur düşürülmüştür. 1985 yılından itibaren reel kurun değer kazanmasına paralel olarak ihracat gerilemiştir. Dolayısıyla 1980'lerdeki ihracat artışı sürekli yapılan devalüasyonlar sonucudur. Türkiye'nin ihracatında 1978 yılında OECD ülkelerinin payı, % 65.8, Orta-Doğu ve Kuzey Afrika'nınki % 13.4 iken, 1985 yılında OECD ülkelerinin payı % 51.6'ya düşmüş ve Orta-Doğu ve Kuzey Afrika'nınki % 42.8'e yükselmiştir. 1989 yılında Orta-Doğu ve Kuzey Afrika'nın payı % 25.5 düşmüştür. Tablo 2 1980-1989 Döneminde İhracatın Satın Alma Gücü Üçer Aylık Yıllık Ortalama 6.35 9.1 11.4 13.25 16.8 19.2 21.36 26.04 27.62 25.94 Tarafımdan hesaplanan ihracatın satınalma gücüne (ihracat gelirlerinin ithalat fiyat indeksine bölünmesi) meydana gelen yüzde artış oranı en fazla 1980'den 1981'e gerçekleşmiş (% 43.30), 1982'de % 25.27 ve 1983'de 16.23 olmuştur. 1984'de % 21.13 iken 1985 ve 1986'da azalmış tır (sırasıyla % 14.29 ve % 11.25). 1987'de % 21.91 iken 1988'de duraklamayla birlikte % 6.07 olmuş ve 1988 azalmıştır (% 6.08). 1980-1989 dönemindeki sayısal verilerle hangi değişkenlerin üre timi belirlediğini görmek için çözdüğümüz ekonometrik modelde, krediler-207 deki değişme, yurtiçi talep (3 ay gecikmeli olarak), kapasite kullanımının t-testleri anlamlı çıkmaktadır. Kapasite kullanımı ile imalat sanayi ihracatı birlikte modele dahil edildiğinde, imalat sanayi ihracatı t-testi olumsuz sınama vermekte ama kapasite kullanımı dışlandığında imalat sanayi ihracatı değişkeninin t-testi anlamlı çıkmaktadır. Fiyat artış oranlarını bu sayısal verilerle hangi değişkenlerin belirlediğini saptamak için çözdüğümüz modelde, ihracatın fiyatı etkilemediğini buna karşın döviz kuru gibi yapısal bir değişkenin t-testi sınamasının olumlu sonuç verdiğini gördük. Enflasyon artış oranını yapısal değişkenler de etkilemektedir. Yapısal veya parasal değişkenler lehinde kesin bir tercih belirtmenin bu ekonometrik çalışma kapsamında anlamlı olmadığını düşünüyorum.
Özet (Çeviri)
Özet çevirisi mevcut değil.
Benzer Tezler
- Anti-enflasyonist istikrar politikaları ve 1980 sonrası dönemde Türkiye ekonomisi analizi: Döviz kuruna dayalı istikrar politikaları
Disinflation policies and analysis of Turkish economies in period after 1980: Exchange rate-based stabilization policies
MUSTAFA ÇEVİK
- Döviz kuru politikaları ve dış ticaret 1980 sonrası Türkiye örneği
Exchange rate policy and foreign trade for instance after 1980 Turkey
MEHTAP DEMİRCİOĞLU
- 1929-1980 arası dünya ekonomi krizlerinin, Türkiye ve diğer az gelişmiş ülkelerin kalkınma stratejilerine etkileri
Başlık çevirisi yok
CENGİZ YAVİLİOĞLU
- Finansal sistemin ekonomik kalkınmadaki yeri 'Türk finansal sistemi örneği'
Başlık çevirisi yok
METİN TOPRAK