Geri Dön

علم الكلام الجديد في العالم العربي - الألوهية أنموذجاً

Çağdaş Arap dünyasında yeni ı̇lm-i kelam arayışları (Ulûhiyyet örneği)

  1. Tez No: 803557
  2. Yazar: İBRAHİM İSMAİLOĞLU
  3. Danışmanlar: PROF. DR. RAMAZAN YILDIRIM
  4. Tez Türü: Doktora
  5. Konular: Din, Religion
  6. Anahtar Kelimeler: Yeni İlm-i Kelam, Ulûhiyet, Ateizm, Darwin Teorisi, Materyalizm, New Theology, Divinity, Atheism, Darwin's theory, Materialism
  7. Yıl: 2023
  8. Dil: Arapça
  9. Üniversite: İstanbul Üniversitesi
  10. Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
  13. Sayfa Sayısı: 251

Özet

Bu çalışmada,“yeni ilm-i kelam”sahasında ortaya çıkan Arap dünyasındaki modern tartışmalar ulûhiyet ekseninde ele alınmaktadır. Arap dünyasındaki son dönem kelâm çalışmaları incelendiğinde klasik düşünceyle ilgili araştırmaların daha fazla olduğu görülmektedir. Bununla beraber yeni ilm-i kelâm konularına katkı sunan birçok şahsiyet de mevcuttur. Çalışmamızda modern dönem Arap düşüncesinde önemli olduğunu düşündüğümüz Abdülkâdir el-Cezâirî (1808-1883), Muhammed Abduh (1849-1905), Hüseyin el-Cisr (1845-1909), Cemâlüddîn el-Kâsimî (1866-1914), Muhammed et-Tevfîk Sıdkî (1881-1920), Muhammed Reşîd Rıza (1865-1935), Abdulhamîd b. Bâdis (1889-1940), Muhammed Ferîd Vecdî (1878-1954) ve Muhammed Abdullah Draz (1894-1958)'ın görüşlerine yer verilmiştir. Bu âlimlerin“ulûhiyet”mevzuunu tüm yönleriyle ele alan müstakil çalışmaları bulunmadığından, kelamla ilgili eserlerinden konuyla ilgili görüşleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Yeni ilm-i kelamın doğuşunda Batı'nın etkisinin olduğu aşikârdır. Bilindiği gibi Rönesans devrinde yönetimle kilise arasındaki çatışma süreci, yeni fikri akımların ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Bilimsel gelişmeler ışığında Batı'da yaşanan yenilikler ve buna bağlı olarak gelişen yeni düşünceler, 19. yüzyılın başından itibaren İslâm coğrafyasını da etkilemeye başlamıştır. Özellikle Osmanlı Devleti'nin zayıflamasıyla Batı'nın Arap ülkelerini işgali ve sömürüsü beraberinde modern Batı düşüncesini de bu topraklara taşımış, dindarlığı ve dinî düşünceyi zayıflatmıştır. Bu durum, kelam ilmiyle ilgilenenlere modern Batı düşüncesinin etkisinin kırılması için büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Bir taraftan Batı düşüncesine reddiyeyi diğer taraftan Müslümanların inançlarını korumayı ve tashih etmeyi hedefleyen yeni çalışmalar aynı zamanda yeni ilm-i kelamın konularını da oluşturmuştur. Aşkınlığı yok sayarak her şeyi fizik kanunlarıyla açıklamaya çalışan ve deneysel bilgiyi mutlak kabul eden Batılı düşünürler, önemli ölçüde ulûhiyeti hedef almışlardır. Rasyonalist yaklaşım, Avrupa felsefi düşüncesini şekillendirmiş, neticede deneysel olarak ispatlanamadığı için Yaratıcıyı inkâr yaygınlaşmış hatta Tanrı'nın öldüğü ilan edilmiştir. Yeni ilm-i kelamı gündeme getiren âlimler, İslam dünyasını da etkileyen materyalist modern Batı düşüncesini cevaplama endişesiyle hareket etmişlerdir. Bu çalışmada Arap dünyasının önde gelen kelamcılarının Tanrı'nın varlığına dair kullandıkları deliller ortaya konmaya; inkâra dayalı muhalif çağdaş teori ve felsefelere karşı ileri sürdükleri tezler tespit edilmeye çalışılmıştır. Aynı şekilde“bilimsel”arka plana sahip Darwin teorisine, felsefi arka plana sahip materyalist doktrine ve metodolojik arka plana sahip dini araştırma yöntemlerine karşı verdikleri mücadelelerin aydınlatılması da hedeflenmiştir. Tez, dört bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölümde doğrudan veya dolaylı olarak ulûhiyet konusuna temas eden çağdaş Batı düşüncesi incelenmektedir. Modern Batı düşüncesi kendi öznel şartlarında gelişmiş olup dine olumsuz yaklaşımı, Hıristiyanlığa olumsuz yaklaşımının sonucudur. Hıristiyan teolojisinin bazı bilimsel gelişmelerle çelişmesi ve bilim karşısındaki yenilgisi, genel olarak teolojik düşüncenin tutarsızlığı ve mağlubiyeti olarak sunulmuş, Hıristiyan teolojisine yöneltilen eleştiriler İslam dünyasına olduğu gibi taşınmıştır. Ayrıca Batı düşüncesi yüzyıllar içerisinde tedrici olarak gelişmiş ve birçok aşamadan geçmiştir. Bu yüzden İslam dünyasında yazılan reddiyeler değerlendirilirken Batı düşüncesinin içinden geçtiği süreç gözetilmiş Tanrı'yı inkâra varan felsefi değişim göz önünde bulundurulmuştur. Bu bölümde, Batı düşüncesinde inanç ve gayb meselelerinin evrim süreci betimleyici ve analitik bir metotla incelenmeye çalışılmıştır. Batı'da rasyonel düşüncenin dine tatbik edilmesinin başlangıçta inancın temellendirilmesi gibi iyi niyetler içerdiği söylenebilir. Ancak dini rasyonelleştirme çabaları çok erken dönemde akamete uğrayarak entelektüel şüphe, duyu ötesini dolayısıyla dini inkârla neticelenmiş, bilimin Hıristiyanlık özelinde dine, dinin de bilime düşman olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Materyalist Batı düşüncesinin hareket noktası olan Hıristiyan teolojisindeki bilime ve akla muhalif hususlar bu bölümünde tahlil edilmeye çalışılmıştır. Tezin İkinci Bölümünde kelamcıların yeni ilm-i kelâm ile ilgili ilmî çabaları değerlendirilmiştir. Dönemin kelamcıları, Batı düşüncesinin etkisiyle“rasyonel”bir yaklaşıma sahip olup aklın zorunlu ilkelerini hareket noktası olarak seçmişlerine rağmen Batı'nın dikte etmeye çalıştığı aklın duyularla sınırlandırılmasına boyun eğmemişlerdir. Onlara göre rasyonel yargı, deneysel gözlemden ayrıştırılmalıdır. Çünkü aklın ilkelerine uyumluluk, sadece deneysel gözlemle açıklanamaz, bilakis bu gözlemlerin sonuçlarıyla makul ilişkiler kurmak da aklî bir gerekliliktir. Bu yüzden bilimsel gözlemlerin sonuçlarıyla ilâhî güç ve yaratılış arasındaki bağlantı da aklidir. Bazı Batılı rasyonalist felsefecilerin zannettiği gibi ateizm, akli/bilimsel sürecin zorunlu bir sonucu değildir. Nitekim bilimsel gözlemle, o gözlem üzerinde akıl yürütme aynı şey değildir. Görüşlerini incelediğimiz kelamcılar, akla değer vermelerine rağmen aklın yanılmaz ve sınırsız olduğunu iddia etmemişlerdir. Aynı şekilde yaşamdaki önemi ve oynadığı değerli role rağmen deneysel gözlemi de bilginin yanılmaz ve yegâne kaynağı olarak görmemişlerdir. Onlara göre deneyden üretilen bilgi de doğru aklî bir değerlendirme yapılmazsa zayıf bir metafiziğe dönüşebilir. Bazı kelâmcılar aklın öznelliğine dikkat çekerek kimine göre aklî olanın diğerlerine göre akıl dışı ve sapkın olabileceğini vurgulamışlardır. Bu nedenle akıl için başka bir rehberin zorunluluğunu iddia etmişler ve bunun da din olacağını ifade etmişlerdir. Kelâmcılar, inancı rasyonel bir temel üzerine inşa etmeyi hedeflemişlerse de rasyonaliteyi deneysel sonuçlara indirgememişlerdir. Bu nedenle bilginin deneyim yoluyla elde edilmesinin aklın faaliyetlerinden biri olduğunu ancak yegâne yöntem olmadığını belirtmişlerdir. Aklın sınırlılığı bağlamında, aklın idrak etmekten aciz kaldığı şeylerle, akla aykırı şeyleri tefrik etmişlerdir. İnsanın Cenâb-ı Hakk'ın zatının mahiyetini bilmekten aciz kalışı, Allah'ın varlığını ve kemal sıfatlarını bilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Çünkü ilki idrakin fevkindeyken diğeri akıl için muhal değildir. Kelâmcılarının bilimle problemlerinin olmadığı açıkça görülmektedir. Onlara göre Hıristiyanlığın aksine İslâm ve bilim arasında bir çatışma yoktur. Batılı düşünürlerin iddia ettiği gibi dinle bilim arasında aykırılık kaçınılmaz değildir. İslam'da bazı uygulama veya düşüncelerle bilim arasında aykırılık olduğu izlenimi oluşursa uygun çözüm yöntemleri üretilebilir. Hıristiyanlıkta bu mümkün olmamıştır. Dolayısıyla diğer din mensuplarının“ilerlemek”için Batı'da olduğu gibi dinle çatışması gerektiği tezi hatalıdır. Batılı düşünürlerin tutucu bir din karşıtlığı içerisine girmeleri en önemli zaaf noktalarından biridir. Bilimsel keşiflerle üretilen beşeri bilgi, evrendeki gerçekler açısından okyanusunda bir damla gibidir. Basit neden-sonuç ilişkilerinden hareketle ulaşılan kısmi bilgiler, bütün evreni dizayn eden yüce Yaratıcıyı inkâr hakkı vermemelidir. Kelamcılara göre bilimsel çalışmalar ve deneyler maddeyle sınırlıdır. Bundan dolayı mevcut müktesebatla deneyin ilgi alanına girmeyen metafizik hususların inkâr edilmesi doğru ve aklî değildir. Mesela yer çekimi bilimsel olarak temellendirilebilir. Bu temellendirme yer çekiminin yüce bir kudret tarafından tayin edilmesiyle çelişmez. Mümin bakış açısına göre, bu kurallar kendiliklerinden var olmamış, aksine yüce bir kudret tarafından konulmuştur. Kelamcılar bilimle bilim insanlarının düşüncelerini tefrik etmektedirler. Bilim insanlarının görüşlerinin tümü test edilmiş ve kanıtlanmış değildir. Onların çıkarımları, bilimsel gerçeklikten ayrı bir anlam taşımaktadır. Dolayısıyla ateizm ve türevlerine inanan bazı bilim adamlarının düşünceleri, bilimsel verilerin zorunlu sonuçları değildir. Aksine Müslüman âlimlere göre bilim, kişiyi imana ve kesin inanca ulaştırmaktadır. Hatta bilim ile din arasında ideal bir ilişki olup uzlaşma içinde birbirlerinin eksikliklerini tamamlar. Görüşlerini incelediğimiz âlimlerin, Allah'ın varlığını delillendirme konusunda fıtrat deliline özel bir önem atfettikleri görülmektedir. Onlara göre putperestlik gibi yanlış tanrı tasavvurları ve fıtratı bozucu unsurlar, Tanrı'nın inkârını kolaylaştırmaktadır. Fıtrat delilinin yanında, nizam ve îcad, inayet, hudûs, sebep ve gâiyyet delillerine de sık başvurulmaktadır. Bu klasik deliller kozmolojik ve biyolojik bilimsel gelişmelerden faydalanılarak bir dizi argüman ve başarılı tahlillerle güçlendirilmiştir. Söz gelimi bitkiler âlemindeki ve mikroskobik canlılar âlemindeki dikkat çekici hayat düzeni nizam delilini açıklamada kullanılmıştır. Yeni ilm-i kelâm âlimlerinin ilâhî sıfatlar mevzuunda farklı mezhepler arasındaki çekişme ve restleşmelere taraf olmaktan kaçındıkları dikkat çekmektedir. İlâhî sıfatlar konusuna önem verdikleri ancak amaçlarının İslâmî mezhepler arasındaki ihtilafın azaltılması olduğu görülmektedir. Bu sebeple olsa gerek sıfatlarla ilgili tarihsel ihtilaflara pek yer vermemişlerdir. Üçüncü Bölümde Batı düşüncesinde ulûhiyeti inkâr eden teori ve doktrinlere yönelik kelamcıların reddiyeleri incelenmiştir. Bu teoriler içerisinde belki de en önemlisi Darwin teorisidir. Kelamcılar evrim teorisini kapsamlı olarak inceleyerek konuyu geniş bir çerçevede tartışmışlardır. Yaratılışın doğrudan veya dolaylı olması kelamcılar göre mümkündür. Bu nedenle evrim kuramındaki materyalist ilkelerle Müslüman'ın kabul edebileceği yönleri tespite çalışmışlardır. Kelamcılara göre evrim düşüncesi kabul edilse dahi Müslüman'a göre bu sistem Allah tarafından kurulmuştur, oysa materyalistlere göre kendiliğindendir. Kelamcılar, Allah'ın doğrudan yaratmasını da evrim yoluyla yaratmasını da mümkün görmelerine rağmen aslında evrim teorisini tam olarak benimsemezler. Darwin'in teorisinin çelişkilerini ortaya koyarak teorinin henüz ispat edilemediğinin altını çizerler. Birçok ayeti doğrudan yaratılışı destekler şeklinde anlamlandırırken bazı ayetlerin evrim fikri çerçevesinde tevil edilebileceğini belirtmektedirler. Bu yüzden nasların zahiri manalarının teoriyi kabul veya ret için yeterli olmadığı görüşüne meyletmişlerdir. Evrim konusunda, doğal seleksiyon ve kalıtım düşüncesinin yaratılış doktrinleriyle çelişmediği genel kabul görmektedir. Ancak türler arası geçişin zannî bir temele dayandığı savunulmaktadır. Bu nedenle bu düşünceyi desteklemek için nasların zahiri anlamlarının tevil edilmesine gerek yoktur. Kelamcılara göre nasların zahir anlamları insanın doğrudan yaratıldığı görüşüne açık bir şekilde delâlet ederken insanın evrimle yaratıldığı görüşü kabul edildiğinde naslar bu teoriyle uyumlu şekilde tevil edilebilir. Aynı durum nefs-i vâhidenin mahiyeti için de geçerlidir. Klasik düşünceye göre nefs-i vahide Hz. Âdem olarak yorumlanırken bunun Hz. Âdem ve eşinin yaratıldığı cevher olarak da yorumlanması mümkündür. Âdem'in bir anneden doğmuş olması topraktan yaratılmış olmasına aykırı değildir. Bu düşüncenin dile getirilmesinin sebebi, öncelikle Kur'an-ı Kerim'deki bazı ayetlerin bu şekilde yorumlanmasının mümkün olması nedeniyledir. Bir de kelamcılar evrim teorisinin bir gün doğrulanabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmaktadırlar. Eğer teori kanıtlanırsa bunun Kur'an'la çelişmediği şimdiden kaydedilmiş olacaktır. Kelamcıların asıl maksadının teoriyi temellendirmek değil, teorinin doğruluğunun ihtimal dâhilinde olduğuna işarettir, denilebilir. Bu bölümünde materyalist düşüncenin ürettiği toplum ahlâkına dair eleştirilere de yer verilmiştir. Kelamcılar, ateizmin neden olduğu dünyevi yozlaşma sebebiyle materyalistleri suni bir din inşasına girişmekle eleştirmektedirler. Ancak materyalistlerin inşaya giriştikleri din asla ilâhî dinlerdeki gibi bağlayıcı olamayacaktır. Çünkü ilâhî din müntesiplerinin dine bağlılığı, Yaratıcıları için hissettikleri korku ve ümitten kaynaklanmaktadır. Her ne kadar mantıklı ve aklî delillerle donatılsa da yapay dinde bu duygusal bağlılığı sağlamak mümkün değildir. Bu bölümde varoluşu tesadüflerle açıklayan Batı düşünürlerine yönelik, daha çok nizam deliline dayalı eleştirilere de yer verilmiştir. Kelamcılara göre“harika bir sanat”eseri mesabesinde bulunan evren karşısında tesadüfî oluşum düşüncesi tutarsızdır. Materyalist düşüncedeki yanılgı, Yaratıcıyı maddeden soyutlayamamaktan, dolayısıyla yoktan yaratılış fikrini kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır. Üçüncü bölüm dinlerin kökeni ve gelişimi teorileri üzerine yapılan tartışmalarla son bulmaktadır. Kelamcılara göre monoteizm politeizmden önce vardır. Politeizmin varlığı aslında monoteizmin varlığının bir göstergesidir. Çünkü politeist birisi tapındığı puta yöneldiğinde, yüce bir varlığın gücünün onda tecelli ettiğine inanmaktadır. Ayrıca Auguste Comte'un“üç hal yasası”kelamcılarca tartışılmıştır. Tezin Dördüncü Bölümünde, Allah'ın varlığını ispatlamanın ya da reddetmenin neden ve sonuçları ele alınmaktadır. Kelamcılara göre Allah'ın varlığının ispatı, bir taraftan tevhit inancını doğururken diğer taraftan halk inanışlarındaki problemleri çözmekte ve de ateizm sorununu ıslah etmektedir. Bu bölümde ayrıca kelamcıların ulûhiyetle fıkhî hükümler arasında kurdukları ilişkiler ve yönetimle alakalı hususlar incelenmektedir. Kelamcılara göre imanın pratiğe yansıması hayatın her alanında tezahür etmektedir. Bu nedenle demokrasiden seçim sistemlerine, medeni kanundan ceza kanununa kadar birçok görüşü tartışmışlardır. Klasik selefî metoda göre tevhid; ulûhiyet, rubûbiyet, esmâ ve sıfâtlarda olmak üzere dörtlü bir sistemle açıklanırken, modern selefî düşüncede İbn Bâdîs örneğinde olduğu gibi buna“şeriatta tevhit”düşüncesi de eklenmektedir. Böylece yönetim şekli akidenin bir parçası olarak görülmektedir. Daha sonra bu düşünce Ebu'l 'Alâ el-Mevdûdî ve Seyyid Kutup tarafından geliştirilerek“hâkimiyette tevhîd”kavramıyla açıklanmıştır. Yeni ilm-i kelâm bağlamında yapılan çalışmalarda kelamcıların teorik imandan pratik imana geçiş çabalarının olduğu görülmektedir. Onlara göre, Müslümanlar bilimsel ve sosyal açıdan geri kalmışlardır. Yeniden kalkınma, yalnız inanç konularına yönelik soyut ve teorik bir düzelmeyle mümkün olmayacaktır. İmanın hayata yansıması gerekmektedir. Bu yüzden iman kavramını yeniden yorumlayarak duygu ve vicdanî temayülle oluşan inançla düşünce ve eylemin birleşimi olan güçlü pratik inancı farklı değerlendirmişlerdir. Kelamcılar yeni kelam söylemiyle soyut mütalaalarla sınırlı kalmayıp iman ve tevhidin eylem ve davranışa bakan yönü ve bireyin yaşamı üzerindeki etkilerine yoğunlaşmışlardır. Onlara göre iman soyut bir kavramdan ibaret olmayıp aksine insanların fikri ve sosyal hayatlarında merkezi bir role sahiptir. Tevhidin etkileri üzerine yaptıkları okumalarla genelde şu iki sonuca ulaşmışlardır: Birinci, doğru bir dindarlık modeli olarak da sunulan Yaratan ile yaratılan arasındaki ilişkinin düzenlenmesi, ikincisi inancın rasyonel bir zemine oturtulması. Birinci sonuca göre Tanrı, insani özelliklerden münezzehtir, başka bir ifadeyle hiçbir insan Tanrının niteliklerine sahip değildir. İkincisi ise inanç konularındaki sapmayı fark etmeye yaramaktadır. İman doğru bir akıl yürütmeyle oluşturulacak ve bidat ve hurafelerden ayırt edilebilecektir. Böylece gerçek imana taklidî düşünceler aşılarak muhakeme neticesinde ulaşılacaktır. Bu bölümde ayrıca yasama faaliyeti yeni ilm-i kelam açısından değerlendirilmiştir. Görüşleri incelenen kelamcılara göre inanç ile yasama arasında sıkı bir bağ vardır. Meyvenin ağaçla, dalın kökle ilişkisi gibi kanun koymayla ulûhiyet arasında doğrudan bir bağlantı bulunmaktadır. Yaratıcıya iman etmek O'nun koyduğu kurallara uymayı da gerektirmektedir. Bu durum zikredildiği üzere teorik inancın pratiğe yansımasıyla alakalıdır. İlâhî yasalar, insanın bireysel ve sosyal hayatında mutluluğu garanti etmektedir. Yönetimde dini referansların dikkate alınmaması dinin terk edilmesine yol açacaktır. Bu konuda Cezayir'de yaşananlar örnektir. Cezayir'de dini hükümlerin kanun maddelerinden çıkarılması, Hıristiyanlık veya ateizmin benimsenmesiyle paralel gelişmiştir. Bu bölümde son olarak popüler dindarlığın ulûhiyetle ilgili sorunları incelenmiştir. Kelamcılara göre ulûhiyet konusundaki en büyük problem Allah'tan başka bir mabut arama, O'ndan başkasına ibadet ederek yakarışta bulunma gibi gizli veya aşikâr şirktir. Çalışmamızda görüşlerini incelediğimiz âlimlerin özellikle hurafelerle mücadelede önemli çabalar sarf ettikleri görülmektedir. Ulûhiyetle alakalı konularda halk arasında yayılan yanlış tasavvurların önüne geçmeye çalışmışlar, aklî bir temele dayanan sağlam bir inanç sistemi oluşturmaya gayret etmişlerdir.

Özet (Çeviri)

This research delves into the New Theology in the Arab world and explores discussions related to the issue of divinity. It is composed of four chapters. The first chapter examines Western concepts that were linked to the issue of divinity, starting from the end of the Christian era and resulting in new theories, methods, and ideas that were not derived from Christianity but instead were reactions against it and a departure from its ideas. Understanding this history helps us to comprehend the context in which philosophies denying divinity emerged. This chapter traces the development of Western thought regarding matters of faith and the unseen, showing that the Western approach began with a sentimental faith that sought to be rational, but early attempts at rationalization failed, leading to doubt and intellectual denial, or, at best, heartfelt belief. The chapter also highlights the structural issues facing Christianity in the Western context, which have made it antagonistic towards science and reason. Furthermore, it emphasizes that the pursuit of knowledge through science and reason has become so focused on the tangible that it may have denied the existence of anything beyond it, resulting in a new state of conflict where science and reason are pitted against religion (Christianity), and religion (Christianity) is pitted against science and reason. This has led to the prevalence of denial and the fading of faith. In the second chapter, the study evaluates the perspectives of its authors regarding the course of study. These authors reject the Western approach of limiting the mind to the tangible and instead emphasize the need to distinguish between mental judgment and sensory experience. They believe that the independence of the mind requires that it not be limited to the familiar but rather to the reasonable. This means that one should proceed based on the principles of the mind and its own testing. Thus, concepts such as divine power, creation, and command become reasonable to humans. The chapter also suggests that atheism and denial are the result of unfamiliarity with these concepts rather than being rationally impossible. Furthermore, the study's authors criticize the Western approach of limiting rationality to proven results and discoveries, considering it as an incomplete form of rationality. They argue that acquiring knowledge through experience is just one of the functions of the mind, and that humans have always sought to go beyond mere sensory knowledge. The following chapter presents the beliefs of the study's personalities regarding the limitations of experimental science. They believe that science can only be involved in the natural world and cannot deny the existence of anything beyond it. Belief in God cannot be considered disobedience to science but rather a result of observing the universe beyond the characteristics and qualities of materials. For example, a believer does not deny the existence of gravity, but rather sees it as a conclusion resulting from the relationship between beings, and attributes of a thing are not the reason for its existence. The personalities of the study differentiate between science and the opinions of scientists, recognizing that not all opinions are based on proven and tested science. Therefore, they argue that atheism and its arguments are not based on scientific results but rather the opposite, where science leads to faith. The connection between science and religion is considered collaborative, while also maintaining a peaceful and harmonious coexistence without conflict. In the third chapter, the study's personalities evaluated Darwin's theory, which has been used as a basis for atheism. They acknowledged that independent creation and creation through evolution are both possible outcomes within God's power. They also stated that Darwin's theory is open to proof and refutation, and has not been proven to be an absolute truth. After examining texts from the Qur'an, they concluded that some support creationism while others allow for the possibility of evolution. Therefore, they believed that the apparent meaning of the texts alone is insufficient to either support or refute the theory of evolution. They also presented two schools of thought regarding the creation of humans in the context of the theory of evolution, with one believing in independent creation and the other acknowledging the possibility of interpreting the texts to align with the theory if it is proven to be correct in the future. In addition, this chapter discusses the personalities' responses to the materialist ideology, which denies the existence of a Creator and claims that the universe is the result of mere coincidence. The personalities argue that this ideology is inconsistent with reason and logic, and contradicts the evidence of a well-organized and purposefully created universe. They provide evidence that supports the existence of a Creator and a ruler of the universe. They also explain that materialists fail to recognize the sanctity of the Creator from material and its properties, and do not comprehend the concept of creation from nothingness. The final part of this chapter involved a discussion on the origin of religion and its evolutionary postulates. The study's personalities argued that polytheism is actually a sign of monotheism, as the polytheist recognizes the idol they worship as a descendant of a higher power. They also examined the ideas of Auguste Comte regarding the stages of human development and religion, ultimately rejecting them and suggesting that reforming these ideas to be more logical could make them supportive of religion rather than against it. The fourth chapter of the study examines the consequences of affirming or denying the existence of God. The positive effects of affirming God's existence include the promotion of the monotheistic view of the world, and correcting erroneous beliefs, such as those stemming from polytheism and atheism, which may influence behavior. This shift towards monotheism can improve attitudes and actions, bringing greater attention to the positive impacts of a belief in one God. In this chapter, the study's personalities discussed the concept of inherited faith versus effective faith, and emphasized the importance of having an effective faith. They argued that simply correcting beliefs was not enough, especially given the perceived weakness and retreat of Muslims in scientific and civilizational matters. Instead, they stressed the value of work because of faith and a driver of change. Their efforts went beyond theoretical corrections, and aimed to highlight the role of faith and the impact of monotheism on behavior and actions, not just perception and vision. The final section of this chapter discredited the erroneous notions prevalent in popular religious practices, which have tainted the pure belief in divinity and its attributes. This is because any manifestation of polytheistic or ignorant behavior reflects a flaw in the understanding of the belief in divinity and its attributes, which will ultimately lead to a defect in behavior, such as turning towards something other than God and seeking help from other sources.

Benzer Tezler

  1. تحقيق مخطوطة لابراهيم فصيح بعنوان : فصيح التوقيع في علم البديع

    İbrahim el-Fasih'in Tevkiu'l-Fasih adlı eseri ve edisyon kritiği

    RAMADHAN TAHA HUSSEİN

    Yüksek Lisans

    Arapça

    Arapça

    2022

    DilbilimVan Yüzüncü Yıl Üniversitesi

    Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı

    DR. ÖĞR. ÜYESİ RIFAT AKBAŞ

  2. اﻟﺸِّﻌﺮُ اﻟﻌ َﺮﺑ ِﻲﱡ وَ أَﺛَﺮُه ُ ﻓﻲ اﻟﺨُﻄَﺐِ اﻟﺪِّﯾ ْﻨ ِﯿﱠﺔ

    Eş-şi'ru'l-'Arabiyyu ve Eseruhu Fi'l-Hutabi'd-Diniyye

    NATIQ FAWZI IBRAHIM AL-AZZAWI

    Doktora

    Arapça

    Arapça

    2024

    DilbilimUşak Üniversitesi

    Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı

    DOÇ. DR. HALİL İBRAHİM KOCABIYIK

  3. أثر الفلسفة الينانية في علم الكلام الإسلامية

    Başlık çevirisi yok

    MAHMOUD NAFESA

    Doktora

    Arapça

    Arapça

    2006

    DinCairo University (جامعة القاهرة)

    Prof. MOHAMMAD ELGLYEND

    Prof. ABDULHMEED MADKOUR

  4. حاشية شمس الدين محمد بن يوسف الكرماني على تفسير البيضاوي: (من الفاتحة الى الرعد (دراسة وتحقيق

    Şemseddin Muhammed b. Yusuf el-Kirmânî'nin Beydâvî Tefsiri Hâşiyesi (Fâtiha Suresinden Ra'd suresine kadar) İnceleme ve Tahkik

    SHAKIR MUDHHI HAMDI ALHARDANEE

    Yüksek Lisans

    Arapça

    Arapça

    2022

    DinÇankırı Karatekin Üniversitesi

    Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı

    DOÇ. DR. BURHAN ÇONKOR

  5. عِلْـــمُ الْكَلام وَآثاَرُهُ فِي الْجَوَ انِبِ الْعَقْلِيةَِّ وَالنفَّْسِيةَِّ وَالرُّوحِيةَِّ

    Kelam Bilimi ve zihinsel, psikolojik ve ruhsal yönleri üzerindeki etkileri

    HARDEE SORAN EZZULDDIN

    Yüksek Lisans

    Arapça

    Arapça

    2021

    DinTokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi

    Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı

    DR. ÖĞR. ÜYESİ İBRAHİM BAYRAM