Mimarlık ve kent: Nesnelerarası bir estetik karşılaşma
Architecture and the city: An interobjective aesthetic encounter
- Tez No: 935763
- Danışmanlar: PROF. DR. BELKIS ULUOĞLU
- Tez Türü: Doktora
- Konular: Mimarlık, Architecture
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 2025
- Dil: Türkçe
- Üniversite: İstanbul Teknik Üniversitesi
- Enstitü: Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Mimarlık Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Mimari Tasarım Bilim Dalı
- Sayfa Sayısı: 147
Özet
Bu tez, mimarlık ve kent arasındaki ilişkinin ağırlıklı olarak kent merkezli bir perspektiften ele alındığını ve bu yaklaşımın, mimarlığın kentsel bağlamdaki özgül yapısını sorgulayan bir sorunsal oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Kentin karmaşık ve çok katmanlı ilişki ağlarına dayanan bu perspektif, mimarlık ve kent arasındaki karşılıklı etkileşimlerin potansiyelini yeterince sergileyememekte ve mimarlığın disipliner bir alan olarak boşluğunu artırmaktadır. Mimarlık doğası gereği ilişkiseldir ve bu özelliğini hem kendi iç dinamikleri hem de kültürel ve fiziksel çevreyle olan etkileşimleri aracılığıyla gösterir. Mimarlığın ilişkisel yapısı kentte, aralarındaki ilişkinin dinamiği çerçevesinde her zamankinden daha belirgindir. Mimarlık, kentte her zaman kendi özelliklerinin ötesine geçen, kenti karakterize eden parametrelerin oluşturduğu katmanlı ve karmaşık ilişkiler ağı aracılığıyla işlemektedir. Çağdaş akademik ve entelektüel tartışmalar, statik varlık tanımlarından ziyade dinamik bağlantılara ve süreçlere odaklanan bir ilişkisel yaklaşımı benimsemektedir. Bu perspektife göre, varlıklar yalnızca birbirleriyle olan ilişkiler bağlamında anlam kazanmaktadır ve dünya, bu ilişkilerin toplamından oluşan bir sistem olarak değerlendirilmektedir. Bu yaklaşımla birlikte, mimarlık üretiminin meşruiyeti, kent bağlamında kenti oluşturan parametrelerle kurduğu ilişkiler doğrultusunda ele alınmakta ve değerlendirilmekte; bu da mimarlığın sınırlarının bulanıklaşmasına neden olmaktadır. Böyle bir bakış açısının, mimarlık disiplininin kendi özgül alanını zayıflattığı ve onun bağımsız bir bilgi ve pratik alanı olarak varlığını sürdürmesini zorlaştırdığı ileri sürülmektedir. Bu çalışma, mimarlık disiplininin özerk bir bilgi ve pratik alanı olarak varlığını sürdürebilme kapasitesini ve bu bağlamda disiplinin, kentsel bağlam ve çevresel faktörlerle kurduğu etkileşimler yoluyla kendini nasıl yeniden tanımlayabileceğini incelemektedir. Tez çalışması mimarlığın kendi sınırlarının ötesine geçerek başka bilgi ve etki alanlarıyla kurduğu ilişkiler aracılığıyla bir“sınır aşımı”gerçekleştirme potansiyelini sorgulamaktadır. Bu bağlamda, mimarlığın ve kentin karşılıklı etkileşimlerinin işleyiş mekanizmalarını çözümlemeyi ve bu dinamik ilişkilerin disipliner sınırların dönüşümüne olan etkisini değerlendirmeyi hedeflemiştir. Çalışma, mimarlığın sınırlarının yeniden yapılandırılması ve tanımlanması süreciyle nasıl dönüştüğüne dair kapsamlı bir inceleme sunmaktadır. Mimarlık ile kent arasındaki karşılıklı etkileşim, her iki olgunun birbirini nasıl dönüştürdüğünü ve bu süreçte nasıl evrildiğini anlamaya yönelik zengin bir araştırma alanı sunmaktadır. Bu çalışma, mimarlık nesnesinin bir büyük nesne olarak kent ile nasıl bir karşılaşma yaşadığını ve bu karşılaşmalar sırasında mimarlığın rolünün nasıl tanımlandığını irdelemektedir. Çalışmanın temel amacı, mimarlık ve kent arasındaki karşılıklı ilişkiyi yeniden ele alarak, kenti mimarlık bağlamında düşünmeye olanak sağlayacak teorik bir çerçeve geliştirmektir. Bu bağlamda, Graham Harman'ın Nesne Yönelimli Ontolojisi (NYO) ve özellikle nesnelerarası ilişkilerde gerçekleşen bilişsel bir etkinlik olarak tanımladığı estetik karşılaşma kavramı, mimarlık ve kent arasındaki ilişkiyi çözümlemek için bir teorik model olarak ele alınmıştır. Harman'ın özerk nesne anlayışı temel alınarak, mimarlık ve kentin bağımsız varlık alanları içinde sahip oldukları nitelikler üzerinden aralarında gerçekleşen etkileşimlere odaklanılmıştır. Burada“nesne”terimi, günlük kullanımdaki fiziksel, katı ve cansız olgulara yapılan bir atıftan ziyade, ilişkilerinden ve bileşenlerinden bağımsız olarak kendi başına özerk bir yapı olarak tanımlanmıştır. Bu teorik çerçeve, mimarlık disiplininin özerk alanlarda sahip olduğu özgün nitelikler aracılığıyla kentle nasıl bir etkileşim kurduğunu ve bu etkileşimlerin mimarlık sınırlarının nasıl yeniden şekillendiğini anlamaya olanak sağlamıştır. Çalışma, mimarlığın, kentin karmaşık yapısını ve çok katmanlı ilişkilerini ele alırken, bu karşılaşmalar yoluyla disipliner sınırlarını nasıl genişletebildiğini ve bu süreçte kenti kuran temel parametrelerden biri olarak nasıl varlık gösterebildiğini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Mimarlık literatüründe kenti ele alan metinler, bilişsel bir sürecin ürünü olarak değerlendirilmiş ve estetik karşılaşmanın kendisi olarak tanımlanmıştır. Estetik karşılaşmanın ayrılmaz parçası olan estetik seyirci, duyusal niteliklerinin gerçek nesneye aktarılırken devreye giren diğer bir gerçek nesne olarak metnin yazarının kendisi olarak tanımlanmıştır. Bu durumda metnin yazarı asla yok olmayan gerçek nesne olarak, daima erişimden geri çekilen diğer gerçek nesnesin yerini doldururken, ona tayin edilmiş duyusal nitelikleri desteklediği düşüncesiyle hareket edilmiştir. Metinler aracılığıyla estetik karşılaşmaların çözümlenmesi ve anlamlandırılması amacıyla nitel araştırma yöntemlerinden biri olan içerik analizi kullanılmıştır. İçerik analizi, metinlerden anlam çıkarma sürecinde kritik bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda, Peter Eisenman'ın The City of Artificial Excavation serisinde yer alan 1983 tarihli metni, Rem Koolhaas'ın 1995 tarihli“Bigness or The Problem of Large”başlıklı çalışması, Fumihiko Maki'nin 1978 tarihli“The Japanese City and Inner Space”adlı yazısı ve Teresa Stoppani'nin 2006 tarihli“The Reversible City: Exhibition(ism), Chorality, and Tenderness in Manhattan and Venice”başlıklı metni estetik karşılaşma örnekleri olarak ele alınmıştır. Estetik karşılaşma olarak seçilmiş bu metinler çözümlenirken öncelikle duyusal nitelikler ortaya çıkarılmıştır. Duyusal nitelikler iki farklı şekilde ele alınmıştır. İlk olarak kentin bir duyusal nesne olarak kabul edilmesi ikinci olarak da metnin içeriği doğrultusunda, mimarlık nesnesinin duyusal bir nesne olarak ele alındığı nitelikler ele alınmıştır. Ayrıca bu metinler, mimarlık ve kent arasındaki ilişkiyi, her iki olgunun niteliklerini tanımlayan bir bağlamda ele alarak, birbirleri üzerindeki etkilerini çözümleme amacı taşımaktadır. Estetik karşılaşmalar, mimarlık ve kentin, niteliklerini koruyarak nasıl etkileşimde bulunduğunu ve bu sürecin mimari sınırları nasıl şekillendirdiğini anlamaya yönelik bir araç sunmuştur. Bu çözümlemeler, mimarlığın kentin çok katmanlı ve karmaşık yapısı içinde nasıl bir varlık gösterebileceğini, aynı zamanda mimarlık disiplininin özgün nitelikleriyle kenti kuran ve şekillendiren parametrelerden biri olarak nasıl yeniden değerlendirilebileceğini ortaya koymuştur. Bu tez çalışmasının sonucunda, kenti tanımlayan niteliklerin mimarlık bağlamında yeniden ele alınması ve bu bağlamda bir tasarım stratejisine dönüştürülmesiyle, mimarlık disiplini, kentsel bağlamdaki varlığını yeniden tanımlama ve dönüştürme kapasitesine sahip olduğunu göstermiştir. Ayrıca bu çalışma, mimarlık ve kentin karşılıklı etkileşimlerini hem disiplinin özgün sınırlarını genişletmek hem de kenti kuran temel parametrelerin bir parçası olarak mimarlığın rolünü yeniden tanımlamak amacıyla teorik bir zemin sunmuştur.
Özet (Çeviri)
This thesis highlights that the relationship between architecture and the city has predominantly been approached from a city-centric perspective, creating a problematic framework that questions the distinctive nature of architecture within the urban context. This perspective, rooted in the complex and multilayered network of relationships defining the city, fails to adequately capture the potential of mutual interactions between architecture and the city, further deepening the void of architecture as a distinct disciplinary domain. Architecture is inherently relational, demonstrating this quality both through its internal dynamics and its interactions with cultural and physical environments. The relational character of architecture is particularly pronounced in the urban context, where the dynamics of its connections with the city are ever more evident. In this setting, architecture operates through a multilayered and complex network of relationships that extend beyond its intrinsic characteristics and are shaped by the parameters defining the city. Contemporary academic and intellectual discussions prioritize a relational approach, focusing on dynamic connections and processes rather than static definitions of entities. Within this framework, entities derive their meaning solely through their interrelations, and the world is conceptualized as a system constituted by the totality of these relationships. Consequently, the legitimacy of architectural production is assessed in relation to its connections with the parameters that structure the city. This relational focus, however, often leads to the blurring of architecture's distinctive boundaries, undermining its status as a specialized field. Such a perspective is argued to weaken architecture's unique disciplinary domain, challenging its ability to sustain its identity as an autonomous field of knowledge and practice. This study examines the capacity of the architectural discipline to sustain its existence as an autonomous domain of knowledge and practice and explores how the discipline can redefine itself through its interactions with the urban context and environmental factors. The research investigates the potential of architecture to achieve a“transgression of boundaries”by establishing connections with other domains of knowledge and influence beyond its conventional limits. In this context, the study aims to analyze the mechanisms underlying the mutual interactions between architecture and the city and to evaluate the impact of these dynamic relationships on the transformation of disciplinary boundaries. It provides a comprehensive examination of how the restructuring and redefinition of architectural boundaries lead to disciplinary evolution. The reciprocal interaction between architecture and the city offers a rich area of inquiry into how these two entities transform and evolve through their relationship. This study explores how the architectural object encounters the city as a larger object and investigates how the role of architecture is defined during these encounters. The primary objective of the research is to reexamine the mutual relationship between architecture and the city and to develop a theoretical framework that facilitates thinking about the city within the context of architecture. To this end, Graham Harman's Object-Oriented Ontology (OOO) and, specifically, the concept of aesthetic encounter—defined as a cognitive event occurring within inter-object relationships—are employed as the theoretical model to analyze the relationship between architecture and the city. Building upon Harman's notion of autonomous objects, the study focuses on the interactions that occur between architecture and the city as independent entities, emphasizing their inherent qualities. Here, the term“object”is not limited to its conventional reference to physical, rigid, or inanimate entities but is instead defined as an autonomous structure independent of its relations and components. This theoretical framework enables an understanding of how architecture, through its distinctive qualities as an autonomous discipline, engages with the city and how these engagements reshape architectural boundaries. The study aims to reveal how architecture, while addressing the complex and multilayered structure of the city, can expand its disciplinary boundaries through these encounters and establish itself as one of the fundamental parameters shaping the city. In architectural literature, texts that address the city have been evaluated as products of a cognitive process and defined as instances of aesthetic encounter. The aesthetic spectator, an integral part of the aesthetic encounter, is described as another real object—the author of the text—who intervenes by transferring sensory qualities to the real object. In this context, the author of the text, considered as an ever-present real object, fills the role of the other real object that remains perpetually withdrawn from direct access, while supporting the sensual qualities assigned to it. To analyze and interpret these aesthetic encounters through texts, qualitative research methods, specifically content analysis, have been employed. Content analysis plays a critical role in deriving meaning from texts. In this regard, several works have been identified as examples of aesthetic encounters, including Peter Eisenman's 1983 text from The City of Artificial Excavation series on Berlin, Rem Koolhaas's 1995 study titled“Bigness or The Problem of Large,”Fumihiko Maki's 1978 work“The Japanese City and Inner Space,”and Teresa Stoppani's 2006 essay“The Reversible City: Exhibition(ism), Chorality, and Tenderness in Manhattan and Venice.”In analyzing these texts as aesthetic encounters, the sensory qualities were first identified. These sensory qualities were approached in two distinct ways: first, by considering the city as a sensual object, and second, by examining the architectural object as a sensual entity in accordance with the content of the text. Additionally, these texts aim to explore the relationship between architecture and the city by framing the attributes of both entities and analyzing their mutual influences. Aesthetic encounters have provided a lens for understanding how architecture and the city interact while preserving their autonomous qualities, as well as how these interactions shape architectural boundaries. These analyses reveal how architecture can assert its presence within the multi-layered and complex structure of the city and how the architectural discipline can be re-evaluated as one of the key parameters shaping and constructing the city through its unique qualities. As a result of this thesis, it has been demonstrated that reinterpreting the qualities that define the city within an architectural context and transforming these qualities into a design strategy enable the architectural discipline to redefine and reassert its existence within the urban context. Furthermore, this study offers a theoretical framework aimed at redefining the role of architecture in both expanding the discipline's boundaries and contributing as a foundational parameter in shaping the city.
Benzer Tezler
- Spatial assessment of walking in Hacettepe, Ankara
Yürümenin mekansal çözümlemesi Hacettepe, Ankara
HATİCE KÜBRA KARAKAYA
- An approach to modern Turkish architecture with a focus on the sense of touch and privacy: The district of Nişantaşı-Teşvikiye (1910-1970)
Dokunma duyusu ve mahremiyet odağında modern Türk mimarisine bir yaklaşım: Nişantaşı-Teşvikiye (1910-1970)
YUSUF TURHANER
Yüksek Lisans
İngilizce
2025
MimarlıkKadir Has ÜniversitesiSanat ve Tasarım Ana Bilim Dalı
DR. ÖĞR. ÜYESİ UFUK SOYÖZ
- A data-driven approach to understanding visitors' behaviorto reduce the negative effects of tourism in historical cities
Tarihi kentlerde turizmin olumsuz etkilerini azaltmak için ziyaretçi davranışlarını anlamaya yönelik veri odaklı bir yaklaşım
SEVİM SEZİ KARAYAZI
Doktora
İngilizce
2024
MimarlıkTechnische Universiteit EindhovenMimarlık ve Yapılı Çevre Ana Bilim Dalı
PROF. DR. THEO ARENTZE
DR. ÖĞR. ÜYESİ GAMZE DANE
- Reading urbicide through fundamental urban and architectural elements
Temel mimari ve kentsel elementler üzerinden kent kırımı okumak
ÖMER KESKİN
- Islander identities: The cases of Heybeliada and Burgazada
Adalılık kimliği: Heybeliada ve Burgazada örnekleri üzerinden bir araştırma
EYLÜL ŞENSES
Yüksek Lisans
İngilizce
2020
MimarlıkKadir Has ÜniversitesiMimarlık Ana Bilim Dalı
DOÇ. DR. DİDEM KILIÇKIRAN