Ecological modalities as tools at play in collaborative comprovisational works
İşbirlikçi comprovisational eserlerde ekolojik modalitelerin işleyişi
- Tez No: 948825
- Danışmanlar: YRD. DOÇ. EMMANOUIL EKMEKTSOGLOU
- Tez Türü: Doktora
- Konular: Müzik, Music
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 2025
- Dil: İngilizce
- Üniversite: İstanbul Teknik Üniversitesi
- Enstitü: Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Müzik Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Sayfa Sayısı: 206
Özet
Bu tez, 20. ve 21. yüzyılda bestecilik ontolojilerini ekolojik bir perspektiften inceleyerek Eurogenetik Sanat Müziği'nde (EAM) ortaya çıkan işbirlikçi ve doğaçlamaya dayalı yaklaşımları ele almaktadır. Bestecilerin, icracılar ve nota sistemiyle kurdukları ilişkilerde hiyerarşik modelleri nasıl sorguladıklarını ve bunun yerine sesin özerkliği, doğaçlama ve dinamik ilişkisel süreçleri nasıl ön plana çıkardıklarını araştırmaktadır. Bu çalışma, besteciliği yalnızca bir temsil pratiği olarak değil, besteci, icracı, nota sistemi ve dinleyici arasındaki ilişkiler bütünü olarak değerlendiren ekolojik bir model önermektedir. Araştırma, sanata dayalı araştırma yöntemine dayanmakta ve ses çalışmaları, etnografi ve sanatsal araştırma alanlarından yararlanmaktadır. Doğaçlama, belirsizlik (indeterminacy) ve ses peyzajı (soundscape) besteciliği gibi yaklaşımları ele alarak, ekolojik düşüncenin müzik yaratım süreçlerinde nasıl etkili olduğunu incelemektedir. Çalışmanın merkezinde, müzikal eserlerin ekolojiler gibi işlediği fikri bulunmaktadır. Buna göre, ses olayları sabit yapılar içinde değil, insan ve insan dışı unsurlar arasındaki dinamik etkileşimler sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda çalışma, sesin özerkliği kavramını ele alarak besteci, icracı ve dinleyici arasındaki otoritenin yeniden dağılımını tartışmaktadır. Ayrıca, atmosfer ve canlılık (vibrancy) gibi kavramları kullanarak müzikal etkileşimlerin duygusal ve beklenmedik yönlerini analiz etmekte ve hata ve kusurun beste süreçlerinde nasıl yaratıcı bir güç haline gelebileceğini irdelemektedir. Sonuç olarak, müziği ilişkisel bir pratik olarak değerlendiren bu tez, besteciliği sabit bir nesne yaratma sürecinden ziyade, farklı öznellikler, algılar ve işbirlikleri arasında süregelen bir müzakere alanı olarak ele almaktadır. Bu çalışmada kullanılan bazı temel kavramlar, ekolojik modellerin bestecilik ve performansla nasıl ilişkilendirildiğini açıklamaya yardımcı olur.“Sesin özerkliği”(sonic agency), sesin, icracının ve dinleyicinin müzikal deneyimi dönüştürme kapasitesine işaret eder. Doğaçlamaya dayalı bağlamlarda bu özerklik, icracının anlık kararları aracılığıyla ortaya çıkar ve ses ile yaşantı arasındaki derin bağlantıyı görünür kılar. Atmosfer ve canlılık (vibrancy) ise, ses ortamları, icracı özerkliği ve dinleyici algısı arasındaki etkileşimleri vurgulayarak ekolojik çerçeveyi maddi ve duygusal boyutlara taşır. Atmosfer yalnızca işitsel bir doku değil, müzikal deneyimi şekillendiren bir kuvvet olarak ele alınır. Canlılık kavramı ise, sesin yalnızca edilgen bir araç değil, etkileşimler yoluyla deneyimi biçimlendiren etkin bir unsur olduğunu savunur. Bu perspektif, müzikal yapıların tek bir besteci iradesinden değil, insan ve insan dışı unsurlar arasındaki çok yönlü ilişkilerden doğduğunu öne sürer. Nota sistemi, uzun zamandır besteciler için değerli bir araç olmuştur. Ancak bu sistemin özgün işlevi esasen belleğe dayalıydı—müzikal materyalin icracılar tarafından hatırlanması ve aktarılması için bir yöntemdi. 20. yüzyılda, müziksel dilin çeşitlenmesiyle birlikte, müziksel skorun ne olduğu da radikal bir şekilde genişlemiştir. 1940'lardan itibaren, EAM içinde yer alan besteciler yeni ifade biçimlerini keşfettikçe, nota yazımı ve skor tasarımına dair yeni yaklaşımlar geliştirmeye başlamışlardır. Bu çeşitli notasyon yaklaşımları, çağdaş müzik üretiminde daha geniş çaplı bir dönüşümün göstergesidir—besteci-icracı ilişkisinin yeniden yapılandırılması ve skorun sabit bir nesne olmaktan çıkarak dinamik, etkileşimli bir araca dönüşmesidir. Comprovisation ve deneysel müzik alanlarında notasyon, sabit anlamlar taşıyan bir yapıdan ziyade, anlamın birlikte üretildiği bir müzakere alanı olarak işlev görür. Bu bakış açısı, istikrarsızlık ve akışkanlığın yaratıcı birer unsur olarak kabul edildiği“kusur estetiği”yle örtüşmektedir. Açık uçlu notasyon stratejileri kullanan besteciler, icracının özerkliğini tanıyarak, eserlerin tekil, sabit yapılar değil, birden fazla biçimde var olabilen yapılar olmasına imkân tanırlar. Doğaçlama ve işbirliğine dayalı müzikal üretim yöntemleri, 20. ve 21. yüzyıl boyunca giderek daha fazla önem kazanmış, bu da hem notasyon pratiklerinde hem de besteci rolünün tanımında köklü değişikliklere yol açmıştır. Doğaçlamanın EAM içinde yeniden canlanması, otoriter ve hiyerarşik yapılardan uzaklaşarak çoklu estetik ve yöntemsel yaklaşımları içeren yeni bir müelliflik (authorship) anlayışını beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, notasyon sabit bir yapı değil, performans anında anlamın birlikte üretildiği bir ortaklık zeminidir. Bu gelişme, performansın yalnızca bir icra değil, yaratıcı bir eylem olarak yeniden konumlandırılmasına olanak sağlar. EAM'de işbirliğine dayalı yaklaşımların artışı, besteleme sürecinin demokratikleşmesi ve icracının yaratıcı katkısının eserin gerçekleşmesinde asli bir unsur olarak kabul edilmesi bağlamında değerlendirilebilir. Sabit ve esnek öğelerin birlikte var olabildiği bu anlayış,“comprovisation”kavramında somutlaşır. Comprovisation, notasyon ve doğaçlamayı birbirine karşıt değil, birbirini tamamlayan süreçler olarak görür; bu iki yaklaşım arasında katı sınırlar çizmek yerine, bir süreklilik içinde ele alır. Bu çerçevede, bağlamdan bağımsız yönler eserin tekrarlanabilirliğini sağlarken, kontenjan faktörler her performansı eşsiz kılan yorum, mekân ve sosyal koşullar gibi değişkenleri kapsar. Comprovisation'ın sunduğu esneklik, farklı müzikal geleneklerde uygulanabilirliği artırır; burada notasyon ve doğaçlama, karşıt değil, birlikte var olan yapılar olarak değerlendirilir. Notasyon, bu anlayışla yaklaşıldığında bir engel değil; analiz, erişilebilirlik ve kültürlerarası diyalog için değerli bir araç haline gelir. Katı bir yapının dayatılması yerine, yaratıcı pratiğin gelişen bir kaydı olarak işlev görür ve sabit sonuçlar dayatmadan tartışma ve işbirliğine zemin hazırlar. Notasyon, doğaçlama ve işbirliği arasındaki bu etkileşim, daha geniş bir“sesin özerkliği”(sonic agency) anlayışıyla da örtüşmektedir—dinleme, yorumlama ve icracının inisiyatifi artık bestecinin otoritesine tâbi değil, eserin performansta biçimlenmesinde asli unsurlardır. Bu yetki dağılımı, yalnızca estetik çoğulluğu teşvik etmekle kalmaz; aynı zamanda“kusur estetiği”yle de örtüşerek, öngörülemezliği, koşulsallığı ve hata olasılığını yaratıcı güçler olarak kabul eder. Bu kusurlar, adaptasyon yeteneğini ve farkındalığı artırarak müzik üretimini bağımsız, değişken ve ilişkisel bir sürece dönüştürür. Bu yaklaşımla, tekil ve mutlak yorumlar aramak yerine, çokluk ve açıklık ön plana çıkar; böylece“eser”ya da“beste”gibi kavramlar yeniden düşünülmeye başlanır. Tez, üç ana kısım ve altı bölümden oluşmaktadır. İlk ana kısım tarihsel, teorik ve kavramsal temeller ele alınmaktadır. 2. Bölüm, doğaçlama, kompozisyon ve işbirliği arasındaki değişen ilişkiyi inceleyerek, doğaçlamanın 20. yüzyılda EAM içinde nasıl ortadan kalktığını ve daha sonra nasıl yeniden ortaya çıktığını analiz etmektedir. Özellikle deneysel müzik ve caz gibi işitsel geleneklerin etkisiyle doğaçlamanın yeniden canlanmasını ele almakta ve bunun besteci-icracı ilişkisinde nasıl yeni olanaklar sunduğunu tartışmaktadır. 3. Bölüm, ekolojik modellerin besteciliğe uygulanmasını inceleyerek ekoloji kavramının beşeri bilimler içinde çok yönlü bir kavram olarak nasıl kullanıldığını ortaya koymaktadır. Batı müziğinde doğanın pastoral temsillerinden, kayıt teknolojisinin elektroakustik müziğe etkilerine kadar geniş bir tarihsel çerçeve sunmaktadır. John Cage'in ekolojik düşüncesinden akustik ekoloji ve ses peyzajı besteciliğine kadar uzanan bu tartışma, dinleme pratiklerinin nasıl değiştiğini ve bunun besteciliğe nasıl yansıdığını ele almaktadır. Bölüm, atmosfer ve canlılık kavramlarını, ekoloji ve işbirlikçi bestecilik arasındaki ilişkiyi anlamak için birer araç olarak sunmaktadır. Tezin ikinci ana kısım, ekolojik modellerin müzikte nasıl somutlaştığını inceleyerek belirli eserleri analiz etmektedir. 4. Bölüm, doğaçlama, belirsizlik ve sesin özerkliği gibi unsurları öne çıkaran eserleri inceleyerek besteci, nota ve icracı arasındaki dinamiklerin müzikal deneyimi nasıl şekillendirdiğini araştırmaktadır. Bu bölüm, notanın yalnızca bir talimatlar dizisi olmaktan çıkıp, ortak üretime imkan tanıyan esnek bir sistem haline geldiğini göstermektedir. Bestecilerin, müzikal yapıları katı formlar yerine işbirlikçi süreçleri teşvik eden açık sistemler olarak nasıl tasarladıklarını ele almaktadır. Üçüncü ana kısımda orijinal sanata dayalı araştırma projeleri sunulmaktadır. 5. Bölüm, iki yıl süren sanatsal araştırma projelerini belgelendirerek, bestecilik, icra ve analiz arasındaki etkileşimli döngülerin nasıl şekillendiğini tartışmaktadır. İlk proje, ses peyzajı kaydı ve sesin özerkliği üzerine odaklanarak ekolojik dinleme pratiklerinin besteciliğe nasıl yön verebileceğini incelerken, ikinci proje nota ile icracı arasındaki değişken ilişkileri ele almakta ve notanın, besteci niyeti ile yorumlama özgürlüğü arasındaki bir müzakere alanı olarak nasıl işlediğini araştırmaktadır. 6. Bölüm, araştırmanın genel sonuçlarını özetleyerek, ekolojik modellerin çağdaş bestecilik pratiğinde nasıl yeni ufuklar açtığını tartışmaktadır. Bu tez, sanatsal araştırma, doğaçlama ve dinleme estetiği üzerine yapılan çalışmalara önemli katkılar sunmaktadır. Doğaçlamanın, belirgin formların ötesine geçerek müzikal sürecin bir parçası haline geldiğini, notanın katı bir sistem olmaktan çıkıp esnek bir yapıya dönüştüğünü ve ortak üretimin bestecilik içinde nasıl işlev kazandığını göstermektedir. Aynı zamanda comprovisation (besteleme ve doğaçlama birleşimi) yönteminin geleneksel kompozisyon-icra ayrımını sorguladığını ve bestecilik pratiğini katılımcı, özerk ve dinamik bir süreç haline getirdiğini vurgulamaktadır. Ekolojik dinleme kavramını merkeze alarak, besteciliğin geleneksel nota tabanlı yaklaşımların ötesinde nasıl yeni metodolojiler geliştirdiğini ele almaktadır. Bu bağlamda, araştırmanın metodolojik boyutu da önem kazanmaktadır. Bilim camiası geçmişte sanat ve müzikle çeşitli şekillerde etkileşime geçmişken, sanatsal pratik de zamanla bilimsel yöntemlerden beslenmiştir. Yaratıcı çalışmalar akademi içinde kendine bir yer edinmeye çalıştıkça, sanat pratiklerinin bilimsel disiplinler için belirlenen ölçütlerle nasıl uyumlandırılabileceği sorusu gündeme gelmektedir. Ancak yaratıcı üretimin doğası, uygulayıcısına özgü bir nitelik taşıdığı için, genellikle standartlaştırmaya ya da kategorik sınıflandırmaya direnir. Deneysel müzik pratikleri ise doğaları gereği bir araştırma boyutu içerir. Bu çalışmada, ekolojik modalitelerin işbirlikçi kompozisyon süreçlerinde nasıl kullanılabileceğine dair hipotezler, uygulamaya dayalı sanatsal bir yaklaşımla test edilmiştir. Sanatsal araştırma, yaratıcı uygulama ile bilgi üretimi arasındaki dinamik etkileşim olarak çerçevelenmektedir. Tekrarlayan (iteratif) süreçler yoluyla yeni kavrayışlar ortaya çıkaran bu araştırma biçimi, hem bireysel ifade olanaklarını güçlendirir hem de disiplinlerarası bir tartışma alanı yaratır. Doğaçlamaya ve işbirliğine dayalı müzik üreten bir besteci yalnızca yaratıcı değil, aynı zamanda bir araştırmacı-uygulayıcıdır; sorgulama, deneme ve yansıtma aşamaları arasında sürekli bir hareket içindedir. Akademik sanatsal araştırma büyük ölçüde Batılı epistemolojilerden türemiş olsa da, giderek artan şekilde Yerli bilgi sistemlerinden etkilenmektedir. Bu değişim, akademideki daha geniş çaplı postkolonyal dönüşümün bir parçası olarak, Batı dışı yöntemlerin de geçerli bilgi üretim biçimleri olarak tanınmasını beraberinde getirmektedir. Etnografik araştırma paradigması da sanatsal araştırmayla benzerlik gösterir: özellikle uygulamaya dayalı araştırmalarda, etnografik gözlem araştırmacının önyargılarını azaltmanın bir yolu olarak işlev görür ve araştırma sorularının sürecin içinden, organik biçimde ortaya çıkmasına olanak tanır. Bu araştırma, doğaçlama ve comprovisation yoluyla besteci, icracı ve dinleyici arasındaki ilişkileri yeniden şekillendirme potansiyelini vurgulamaktadır. Bestecilik otoritesine dair geleneksel anlayışları sorgulayarak, müzikal nota ve performans üzerine postkolonyal ve dekolonyal yaklaşımların nasıl geliştirilebileceğini tartışmaktadır. Ekolojik modellerin sadece tematik bir unsur değil, aynı zamanda yapısal, metodolojik ve etik bir çerçeve sunduğunu öne sürerek, besteciliği yeni bir perspektiften ele almaktadır. Sonuç olarak, ekolojik yaklaşımlar, derin dinleme ve ortak üretim süreçleri, müziği izole bir nesne olmaktan çıkararak, etkileşim ve bağlantılar ağı içinde var olan bir süreç haline getirmektedir. Böylece bu çalışma, besteciliğin sadece bir ses üretme pratiği olmadığını, empati, işbirliği ve yaratıcı keşif için bir araç olduğunu göstermektedir.
Özet (Çeviri)
This thesis explores the ontologies of composition in the 20th and 21st centuries through an ecological lens, focusing on collaborative and comprovisational approaches in Eurogenetic Art Music (EAM). It examines how composers engage with performers and notation in ways that challenge hierarchical models of composition, instead fostering sonic agency, improvisation, and dynamic relational processes. The study proposes ecological modalities as a conceptual framework for understanding composition—not merely as a representational act but as a system of interconnections among composer, performer, score, and listener. Grounded in practice-based research, the study integrates methodologies from sound studies, ethnography, and artistic research to examine collaborative composition. By engaging with improvisation, indeterminacy, and soundscape composition, it explores how ecological thinking informs listening-based strategies in music-making. Central to this investigation is the idea that musical works function as ecologies, where the interplay of various agents—human and non-human—creates dynamic sonic environments. The study examines the redistribution of musical authority among composers, performers, and listeners through the concept of sonic agency, considers atmosphere and vibrancy as affective and emergent qualities of musical interactions, and explores how failure and imperfection function as productive forces within composition, challenging conventional aesthetic norms. These perspectives position music as a relational practice, where collaboration extends beyond traditional performance settings, engaging with broader ecological and social concerns. The thesis is structured into three sections across six chapters, moving from theoretical inquiry to practical applications. The first section establishes the historical, theoretical, and conceptual foundations of ecological composition. Chapter 2 traces the historical trajectory of improvisation in EAM, examining its disappearance and resurgence in the 20th century, particularly through experimental composers and jazz-influenced practices. Chapter 3 contextualizes ecological modalities within composition, drawing connections between early representations of nature, the influence of recording technology, Cagean ecological thought, and soundscape composition. The second section shifts from theoretical discussion to the examination of selected compositions that exemplify ecological modalities in music. Rather than imposing a single analytical framework, the study investigates how each work fosters collaborative dynamics, enabling diverse pathways for improvisation, notation, and sonic agency. The final section presents original artistic research projects, demonstrating how ecological modalities can shape compositional practice. Chapter 5 documents two multi-year artistic research projects, reflecting on iterative cycles of composition, performance, and analysis, while Chapter 6 synthesizes the findings and discusses the broader implications of ecological composition for contemporary music practice. Through this research, several key insights emerge regarding contemporary compositional practice. Improvisation functions as a generative compositional tool, enabling emergent musical forms and listening-based engagement. Notation, rather than serving as a rigid prescriptive system, becomes a flexible and relational platform that facilitates co-authorship between composer and performer. Comprovisation foregrounds situated knowledge and sonic agency, operating as an ecological practice that integrates collaborative structures rather than imposing fixed musical forms. Furthermore, ecological listening expands compositional frameworks beyond score-based traditions, drawing from ethnographic and soundscape methodologies to explore new ways of hearing and engaging with sound. By moving away from hierarchical structures inherited from the Common Practice period, this study reimagines composition as a fluid, adaptive process of interaction and exchange. It highlights how expanded listening practices, rooted in ecological thought, can cultivate new sonic perspectives, reinforcing the role of music as an act of empathy, connection, and co-creation. Through an ecological perspective on composition, this research underscores the potential of improvisation and comprovisation to reshape the relationships between composer, performer, and audience. It challenges traditional notions of compositional authority, advocating for postcolonial and decolonial approaches to musical scores and performance. Rather than treating ecological modalities as purely thematic concerns, this study argues that they function as structural, methodological, and ethical frameworks for composition, offering alternative models for engaging with musical materials. By embracing ecological approaches to sound, deep listening, and collaborative authorship, composers and performers can expand the ways music is created, perceived, and understood—not as an isolated object but as an evolving and relational system of interaction.
Benzer Tezler
- Konut ve yakın çevresinin seçiminde çevresel kalite bileşenlerinden mahremiyet ve anlamın etkisi
Environmental quality and preference
BETÜL OĞUZ
- Son on yılda kliniğimizde takip edilen hipogonadotropik hipogonadizm olgularının gözden geçirilmesi
The review of patients with hypogonadotropic hypogonadism followed up at our clinic in last ten years
FATİH KÜRŞAT YILMAZEL
- Kuzey Ege'de Paleolitik Çağ: Edremit Körfezi yontmataş buluntuları ve erken insan hareketleri
The Age of Paleolithic in the Northern Aegean: Lithic Artifacts of the Edremit Bay and Early Human Mobilities
GÖKNUR KARAHAN
- 18 yaş altı hastalarda acil el travmalarının retrospektif analizi
Retrospective analysis of emergency hand traumas in patients under 18 years of age
YAVUZ ÖZSULAR
Tıpta Uzmanlık
Türkçe
2018
Plastik ve Rekonstrüktif CerrahiVan Yüzüncü Yıl ÜniversitesiPlastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Ana Bilim Dalı
DR. ÖĞR. ÜYESİ ÖMER FARUK KOÇAK
- Tünel kalıp sistemleri kullanılarak bilgisayar ortamında bireyselleştirilmiş konut üretimi
Generating customized housing plan layouts in computer environment using tunnel form structures
BELİNDA TORUS
Doktora
Türkçe
2016
Mimarlıkİstanbul Teknik ÜniversitesiBilişim Ana Bilim Dalı
PROF. DR. SİNAN MERT ŞENER