Geri Dön

Development of a spatial model on nuclear power plant accidents based on vulnerability and evacuation plans

Kırılganlık ve tahliye planlarına dayalı nükleer santral kazaları için mekansal bir modelin geliştirilmesi

  1. Tez No: 953451
  2. Yazar: MARYNA BATUR
  3. Danışmanlar: PROF. DR. REHA METİN ALKAN
  4. Tez Türü: Doktora
  5. Konular: Jeodezi ve Fotogrametri, Geodesy and Photogrammetry
  6. Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
  7. Yıl: 2025
  8. Dil: İngilizce
  9. Üniversite: İstanbul Teknik Üniversitesi
  10. Enstitü: Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Geomatik Mühendisliği Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
  13. Sayfa Sayısı: 276

Özet

Nükleer Enerji Santralleri (NES'ler), düşük sera gazı emisyonları sayesinde enerji güvenliği sağlama ve iklim değişikliğiyle mücadele etme açısından önemli avantajlar sunmaktadır. Ancak, Çernobil ve Fukushima gibi felaket niteliğindeki kazalar, nükleer acil durumlara karşı gelişmiş hazırlık stratejilerine duyulan acil ihtiyacı açık bir şekilde ortaya koymuştur. Geleneksel acil durum müdahale yöntemleri, genellikle sabit yarıçaplı tahliye bölgelerine dayandığından, nükleer kazaların ortaya çıkardığı mekânsal ve toplumsal karmaşıklıkları yeterince yansıtamamaktadır. Bu tür yaklaşımlar, riskin farklı topluluklar üzerindeki etkisini dikkate almadığı gibi, tahliye süreçlerinin dinamik yapısını da göz ardı etmektedir. Bu sınırlamaların ışığında, sosyal kırılganlık unsurlarını ve tahliye dinamiklerini birlikte ele alan, mekânsal olarak ayrıntılı modellerin geliştirilmesine yönelik ihtiyaç her geçen gün daha da artmaktadır. Bu tür bütünleşik yaklaşımlar, yalnızca risk azaltma çabalarını güçlendirmekle kalmaz; aynı zamanda hazırlık planlaması ve politika geliştirme süreçlerine daha etkili ve adil bir temel oluşturur. Bu çalışma, nükleer kazalara yönelik hazırlık ve müdahale planlamasını iyileştirmeyi amaçlayan kapsamlı bir mekânsal model geliştirmektedir. Model, özellikle kırılganlık analizi, tehlike haritalaması, tahliye verimliliği, sığınak optimizasyonu ve ekonomik kayıp tahmini gibi çok boyutlu bileşenleri bir arada ele alarak risk yönetimi süreçlerine bütüncül bir yaklaşım sunmaktadır. Analizler, Türkiye'de yer alan Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) çevresindeki acil durum planlama bölgesi sınırları içerisinde gerçekleştirilmiştir. Bu bölge, farklı sosyoekonomik koşullar, altyapı türleri ve nüfus yoğunluklarıyla dikkat çeken heterojen bir yapıya sahiptir. Çalışmanın ilk aşamasında, nükleer bir olay sırasında risk altında olabilecek toplulukları belirlemek ve mekânsal olarak haritalamak amacıyla Sosyal Kırılganlık Endeksi (SKE) geliştirilmiştir. Bu bağlamda, metodolojik sağlamlığı artırmak için iki bağımsız çok kriterli karar verme yöntemi kullanılmıştır: Analitik Hiyerarşi Süreci (AHS) ve En İyi-En Kötü Yöntemi (EİEKY). Her iki yöntem de birbirinden bağımsız olarak uygulanmış ve elde edilen sonuçlar karşılaştırılarak yöntemlerin güvenilirliği pekiştirilmiştir. Bu karar verme süreçleri kapsamında, demografik yapı, çevresel etmenler, altyapısal durum, toplulukların hazırlıklı olma düzeyi ve başa çıkma kapasitesi gibi çeşitli kırılganlık boyutları dikkate alınmıştır. Elde edilen analizler sonucunda, çalışma alanı genelinde sosyal kırılganlık düzeylerinin mekânsal dağılımını yansıtan benzer örüntüler ortaya konmuştur. Bu sonuçlar, acil durumlara yönelik planlamaların kırılgan grupları önceliklendirecek şekilde şekillendirilmesi açısından kritik öneme sahiptir. Tehlikeli radyasyon yayılımını modellemek amacıyla, gelişmiş bir tehlike haritalama yaklaşımı uygulanmıştır. Bu kapsamda, Parçacık Filtresi (PF) algoritması ile Gauss Plume Modeli (GPM) birleştirilerek yenilikçi ve dinamik bir modelleme süreci geliştirilmiştir. Geleneksel modeller çoğunlukla sabit meteorolojik verilerle sınırlı kalırken, bu çalışmada PF algoritması, gerçek zamanlı atmosferik verileri kullanarak rüzgâr hızını öngörmek üzere entegre edilmiştir. PF algoritması sayesinde elde edilen dinamik rüzgâr hızı tahminleri, daha sonra GPM'ye veri olarak aktarılmış ve bu sayede radyoaktif materyalin atmosferdeki yayılımı detaylı şekilde simüle edilmiştir. Bu yenilikçi birleşim, yalnızca statik ve varsayımsal senaryolara dayalı değerlendirmelerin ötesine geçerek, değişen meteorolojik koşullara uyum sağlayabilen ve gerçek zamanlı veriyle güncellenebilen tehlike tahminlerinin yapılmasına olanak tanımaktadır. Modelin dinamik yapısı sayesinde, radyasyonun yayılımına ilişkin daha gerçekçi, hassas ve zamanla değişen risk haritaları oluşturulabilmektedir. Böylelikle, acil durum planlamaları için çok daha uygun, hızlı tepki verebilen ve duruma özgü müdahale stratejilerinin geliştirilmesini destekleyen bir sistem ortaya konmuştur. Sosyal Kırılganlık Endeksi (SKE) ve dinamik tehlike haritalama analizine dayanarak, nükleer bir acil durumda mahallelerin hangi sırayla ve hangi öncelikle tahliye edilmesi gerektiğini belirleyen öncelik temelli bir tahliye haritası oluşturulmuştur. Bu yaklaşım, daha önce Fukushima kazası gibi olaylarda yaygın olarak kullanılan geleneksel yarıçap temelli tahliye stratejisiyle doğrudan karşılaştırılmıştır. Her iki yönteme ait tahliye süreleri, yol ağı üzerindeki nüfus hareketini çeşitli kısıtlar (örneğin yol kapasitesi ve nüfus yoğunluğu) altında ardışık olarak modelleyebilen güçlü bir araç olan Ayrık Olay Simülasyonu (AOS) kullanılarak tahmin edilmiştir. Karşılaştırma sonuçları, yarıçap temelli yaklaşımın toplam tahliye süresi açısından biraz daha zaman tasarruflu olduğunu ortaya koyarken, öncelik temelli stratejinin sosyal açıdan kırılgan toplulukların daha erken tahliye edilmesinde belirgin şekilde daha etkili olduğunu göstermiştir. Bu da, söz konusu grupların radyasyona maruz kalma süresini ve buna bağlı sağlık risklerini azaltma açısından önemli bir avantaj sağlamaktadır. Çalışmanın bir sonraki aşamasını ise sığınak analizleri oluşturmuştur. Bu kapsamda, mevcut acil durum sığınaklarının kullanılabilirliği ve mekânsal dağılımları, çok boyutlu bir optimizasyon yöntemi kullanılarak değerlendirilmiştir. Optimizasyon süreci üç temel kriter etrafında yapılandırılmıştır: mahalle merkezlerinden sığınaklara olan seyahat süresi, temel ihtiyaç malzemelerine (örneğin gıda, su ve ilaç) erişilebilirlik düzeyi ve sığınaklarda oluşabilecek aşırı kalabalık riski. Bu çok kriterli yaklaşım, yalnızca tahliye ve malzeme erişim süresini en aza indirmekle kalmamış, aynı zamanda sığınaklarda nüfus yoğunlaşmasını önleyerek acil durumlar sırasında daha dengeli, adil ve etkili bir yerleştirme stratejisinin belirlenmesini mümkün kılmıştır. Bu analizler sayesinde, sadece fiziksel yakınlık değil, aynı zamanda erişim eşitliği ve kapasite verimliliği gibi kritik unsurlar da dikkate alınmış; bu da afet yönetimi açısından daha sürdürülebilir ve insan odaklı planlama yaklaşımlarının önünü açmıştır. Son olarak, bu çalışmada nükleer bir kazanın ardından ortaya çıkabilecek dolaylı ekonomik kayıplar, mekânsal ekonomik analiz yöntemi kullanılarak değerlendirilmiştir. Kayıp değerlendirmesi; acil müdahale maliyetleri, dekontaminasyon çalışmaları, radyoaktif atık yönetimi, halk sağlığı harcamaları ve yerinden edilen nüfusa yönelik tazminatlar gibi birden fazla maliyet bileşenini kapsamlı bir şekilde içermiştir. Elde edilen sonuçlar, öngörülen ekonomik kayıplarda belirgin bir mekânsal farklılık olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle, SKE puanları yüksek olan ve NGS'ne daha yakın konumlanan mahallelerin orantısız şekilde daha fazla etkilendiği tespit edilmiştir. Bu bulgular, sosyoekonomik açıdan kırılgan toplulukların sadece radyasyona doğrudan maruziyet açısından değil, aynı zamanda uzun vadeli ekonomik iyileşme süreçlerinde de orantısız riskler taşıdığını güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır. Kırılganlık analizi, dinamik tehlike modellemesi, simülasyona dayalı tahliye değerlendirmesi, sığınak optimizasyonu ve ekonomik kayıp tahminlerini bütünleştiren bu çalışma, nükleer acil durum planlaması için yenilikçi ve mekânsal olarak ayrıntılı bir çerçeve sunmaktadır. Geliştirilen model, karar vericiler ve acil durum planlayıcıları için değerli içgörüler sağlayarak, operasyonel verimlilik ile etik sorumluluk arasında denge kuran daha hedefli ve adil müdahalelerin gerçekleştirilmesine olanak tanımaktadır. Ayrıca, önerilen metodoloji nükleer riskin mekânsal boyutlarını anlamamıza katkı sağlamakta ve nükleer altyapıya sahip diğer bölgelerde de acil durum hazırlıkları için tekrarlanabilir bir şablon sunmaktadır. Elde edilen sonuçlar, çalışmada ortaya konulan üç temel hipotezi de güçlü biçimde desteklemektedir. İlk olarak, kırılganlığın yalnızca NGS'ne olan coğrafi yakınlık ya da doğrudan radyasyona maruz kalma ile açıklanamayacağı yönündeki hipotez net bir şekilde doğrulanmıştır. Araştırma, sosyoekonomik eşitsizlikler ve altyapı yetersizliklerinin, örneğin acil durum kaynaklarına sınırlı erişim, zayıf sağlık hizmetleri, yetersiz ulaşım altyapısı ve düşük afet hazırlık düzeyi, toplulukların risk seviyesini belirlemede başat rol oynadığını ortaya koymuştur. Nitekim, NGS'ye daha uzak konumda bulunan bazı mahallelerin, altyapısal zayıflıklar ve düşük hareket kabiliyeti nedeniyle, daha yakın ama daha donanımlı mahallelere kıyasla daha yüksek Toplam Etkin Doz Eşdeğeri (TEDE) değerlerine maruz kaldığı tespit edilmiştir. Bu durum, kırılganlığın karmaşık ve çok boyutlu doğasını vurgulamakta; etkili afet planlamasının yalnızca mekânsal yakınlığa odaklanmakla kalmayıp, yerel koşulları ve toplumsal özellikleri dikkate alan stratejilerle desteklenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, kırılganlığı azaltmak ve toplumsal dayanıklılığı artırmak adına şu tür hedefli müdahaleler hayati öneme sahiptir: topluluklara özgü bilinçlendirme ve afet eğitimi programları, adil kaynak dağılımı politikaları ve mahalle bazında uyarlanmış hazırlık planlarının geliştirilmesi. Bu bütüncül yaklaşım, yalnızca acil durumlara daha etkin yanıt verilmesini sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda uzun vadeli sürdürülebilirlik ve sosyal adalet açısından da güçlü bir temel sunacaktır. İkinci olarak, öncelik temelli tahliye stratejisi toplam tahliye süresi açısından geleneksel yarıçap temelli modele kıyasla daha yavaş olsa da (öncelik temelli modelde 26,1 saat, yarıçap temelli modelde 21,8 saat), etik açıdan daha adil bir dağılım sağlamış ve sağlık sonuçları bakımından daha başarılı performans göstermiştir. Bu model, özellikle sosyal açıdan kırılgan nüfus gruplarının tahliye sürecinde daha erken aşamalarda bölgeden çıkarılmasını mümkün kılarak, bu grupların maruz kaldığı TEDE'ni %14 oranında azaltmış ve buna bağlı olarak tahmini kanser riski %20,61 oranında düşürülmüştür. Bu bulgular, afet yönetiminde sıklıkla karşılaşılan önemli bir etik ve operasyonel ikilemi gözler önüne sermektedir: daha hızlı bir tahliye süreci ilk bakışta daha avantajlı görünse de, bu yaklaşım afetlere karşı baş etme kapasitesi düşük olan savunmasız topluluklar için zararı artırabilecek, eşitsizlikleri derinleştirebilecektir. Dolayısıyla, sadece süreye dayalı verimlilik değil, aynı zamanda müdahalenin adil, kapsayıcı ve insan odaklı olması da büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede, afet planlamasında operasyonel hız ile etik sorumluluk arasındaki dengeyi kurabilen, önceliklendirmeye dayalı stratejilerin yaygınlaştırılması, daha adil ve sürdürülebilir müdahale modellerinin geliştirilmesi açısından kritik bir adımdır. Üçüncü olarak, dolaylı ekonomik kayıp değerlendirmesi, yüksek sosyoekonomik kırılganlık ile uzun vadeli ekonomik etkiler arasında güçlü bir korelasyon olduğunu doğrulamıştır. Çalışma alanının yaklaşık %35'lik bir bölümü (çoğunlukla kırılgan iç çevre mahalleleri ve kentsel kenar kuşaklardan oluşan alanlar) ekonomik kayıp açısından yüksek veya çok yüksek risk grubunda sınıflandırılmıştır. Bu topluluklar; sağlık hizmetlerine sınırlı erişim, düşük gelir düzeyleri ve tek bir ekonomik sektöre (örneğin tarım) bağımlı olmaları nedeniyle çok katmanlı zorluklarla karşı karşıyadır. Elde edilen bulgular, dayanıklı altyapı yatırımları, finansal destek programları ve topluluk temelli hazırlık girişimleri gibi hedefe yönelik zarar azaltma stratejilerinin geliştirilmesi gerektiğini güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu tür stratejiler, yalnızca afet sonrası iyileşmeyi hızlandırmakla kalmayacak, aynı zamanda kırılgan toplulukların uzun vadeli direnç kapasitesini artırmada da kilit rol oynayacaktır. Bu çalışma, nükleer acil durum planlamasında kritik boşlukları dolduran, kapsamlı ve deneysel verilere dayalı bir mekânsal modelleme çerçevesi sunmaktadır. Sosyal kırılganlığın, dinamik tehlike tahminlerinin ve gerçekçi tahliye simülasyonlarının modele entegre edilmesiyle, daha adil ve etkili acil durum müdahale stratejilerinin geliştirilebileceği açıkça gösterilmiştir. Önerilen model, acil durum planlayıcıları ve politika yapıcılar için yüksek risk taşıyan nüfus gruplarının belirlenmesi, sığınakların en uygun şekilde tahsisi ve uzun vadeli sosyoekonomik zararların en aza indirilmesi konularında rehberlik edecek bir karar destek aracı olarak işlev görmektedir. Ayrıca, bu metodoloji esnek ve ölçeklenebilir yapısıyla farklı riskli tesisler için de uygulanabilir; örneğin kimya fabrikaları, sanayi bölgeleri veya diğer tehlikeli altyapılar için değerli çıkarımlar sunmaktadır. Bu yönüyle, sadece Türkiye'nin nükleer enerji stratejisi ve sivil koruma sistemleri açısından değil, aynı zamanda küresel düzeyde afet risklerinin azaltılması alanında da önemli katkılar sağlamaktadır. Çalışma, sosyal adaletin acil durum müdahalelerine nasıl entegre edilebileceğine dair tekrarlanabilir ve uygulanabilir bir çerçeve sunarak uluslararası dayanıklı afet hazırlığı hedeflerine destek vermekte ve nükleer güvenlik alanındaki uluslararası en iyi uygulamalarla uyum göstermektedir. Gelişmiş mekânsal modellemenin, afet müdahalelerinde operasyonel verimliliği artırırken etik sorumluluğun da güçlendirilmesine nasıl katkı sağlayabileceğini ortaya koyması, nükleer acil durum yönetimi bilimi ve pratiğinde kayda değer bir ilerlemeyi temsil etmektedir. Bu bağlamda, çalışma yalnızca teknik ve bilimsel açıdan değil, aynı zamanda sosyal ve politik boyutlarda da kapsamlı bir yenilik sunmakta; afetlere karşı hazırlık ve müdahale süreçlerinde hem etkinliği hem de adaleti artırmak için kritik bir araç görevi görmektedir.

Özet (Çeviri)

Nuclear power plants (NPPs) offer considerable benefits in terms of energy security and climate change mitigation due to their low greenhouse gas emissions. However, the catastrophic consequences of accidents such as those at Chernobyl and Fukushima have underscored the urgent need for advanced emergency preparedness strategies. Traditional emergency responses, often based on static radius-based evacuation zones, fall short of addressing the spatial and social complexities involved in nuclear emergencies. In light of these limitations, there is an urgent need for spatially explicit models that integrate social vulnerability and evacuation dynamics to guide risk mitigation, preparedness, and policy decisions more effectively. This study develops a comprehensive spatial model aimed at improving preparedness and response planning for nuclear accidents, with a specific focus on vulnerability assessment, hazard mapping, evacuation efficiency, shelter optimization, and economic loss estimation. The analysis is conducted within the emergency planning zone surrounding the Akkuyu NPP in Turkiye, an area characterized by diverse socioeconomic conditions, infrastructure types, and population densities. The first stage of the study involved the development of a Social Vulnerability Index (SVI), designed to identify and spatially map populations at heightened risk during nuclear incidents. Two independent multi-criteria decision-making methods, particularly Analytic Hierarchy Process (AHP) and Best-Worst Method (BWM), were applied separately to ensure methodological robustness. These approaches considered multiple vulnerability dimensions, including demographic, environmental, infrastructural, preparedness, and coping capacity factors and produced comparable spatial patterns of vulnerability across the study area. To model the hazardous radiation dispersion, an enhanced hazard mapping approach was implemented by combining a Particle Filter (PF) algorithm with a Gaussian Plume Model (GPM). Unlike traditional models that rely solely on static meteorological inputs, the PF was employed to dynamically predict wind speed based on real-time atmospheric data. These wind speed predictions were then fed into the GPM to simulate the dispersion of radioactive material. This innovative fusion allows for dynamic and adaptive hazard prediction, resulting in more realistic and responsive hazard maps suitable for real-time emergency planning. Building upon the SVI and the dynamic hazard mapping, a priority-based evacuation map was generated, identifying the sequence and urgency with which neighborhoods should be evacuated during a nuclear emergency. This approach was directly compared to the conventional radius-based strategy, commonly used in prior events such as the Fukushima accident. Evacuation time for both methods was estimated using Discrete Event Simulation (DES), a powerful tool capable of modeling the sequential flow of evacuees across road networks under various constraints, including road capacity and population density. The comparison revealed that while the radius- based approach was marginally more time-efficient in total evacuation duration, the priority-based strategy was significantly more effective in evacuating socially vulnerable populations earlier in the process, thereby reducing their exposure to radiation and related health risks. Shelter analysis constituted the next phase of the study, where the usability and distribution of existing emergency shelters were evaluated using a multi-dimensional optimization method. The optimization process included three key criteria: travel time from origin neighborhoods to shelters, accessibility to essential supplies (such as food, water, and medicine), and shelter overcrowding potential. This approach enabled the identification of optimal shelter sites capable of minimizing evacuation and supply access time while avoiding population congestion, ensuring more equitable and efficient shelter allocation during emergencies. Finally, the study assessed the potential for indirect economic losses in the aftermath of a nuclear accident using spatial economic analysis. The loss assessment integrated multiple cost components, including emergency response costs, decontamination operations, radioactive waste management, public health expenditures, and compensation for displaced populations. The results revealed significant spatial heterogeneity in projected economic losses, with neighborhoods exhibiting higher SVI scores and closer proximity to the NPP being disproportionately affected. These findings underscore the compounded risk borne by socioeconomically vulnerable communities, not only in terms of immediate exposure but also in their long-term economic recovery. By integrating vulnerability analysis, dynamic hazard modeling, simulation-based evacuation assessment, shelter optimization, and economic loss estimation, this research contributes a novel, spatially-explicit framework for nuclear emergency planning. The model offers valuable insights for policymakers and emergency planners, enabling more targeted and equitable interventions that balance operational efficiency with ethical responsibility. Furthermore, the proposed methodology enhances our understanding of the spatial dimensions of nuclear risk and provides a replicable template for emergency preparedness in other regions with nuclear infrastructure. The results substantiate all three hypotheses articulated in the study. First, the research strongly supports the hypothesis that vulnerability is not solely determined by geographic proximity to the NPP or direct radiation exposure. Instead, socio-economic and infrastructural disadvantages such as limited access to emergency resources, weak healthcare systems, inadequate transportation infrastructure, and low levels of disaster preparedness emerge as critical factors elevating community risk. In fact, several neighborhoods situated farther from the NPP but with poor infrastructure and mobility experienced higher total effective dose equivalent (TEDE) values than some closer, better-equipped communities. These findings highlight the complex and multidimensional nature of vulnerability, reinforcing that effective disaster planning must go beyond spatial proximity and incorporate localized, socially-informed strategies. Targeted interventions including tailored public education, equitable resource distribution, and community-specific preparedness plans are essential for reducing vulnerability and enhancing resilience. Second, the priority-based evacuation strategy, though slower in terms of total evacuation time (26.1 hours vs. 21.8 hours for the radius-based model), outperformed the traditional method in terms of ethical distribution and health outcomes. Vulnerable populations were evacuated earlier in the process, leading to a 14% reduction in TEDE and a 20.61% decrease in estimated cancer risk relative to the radius-based model. This highlights a critical ethical and operational dilemma: while faster evacuation may seem preferable, it may inadvertently exacerbate harm for those least able to cope. Third, the indirect economic loss assessment confirmed that higher socioeconomic vulnerability is strongly correlated with greater long-term economic impacts. Approximately 35% of the study area that is comprising mostly vulnerable inner- periphery and urban-fringe neighborhoods was classified as high or very high in terms of economic loss. These communities face compounded challenges due to reduced access to healthcare, lower income levels, and dependence on single economic sectors (e.g., agriculture). The findings highlight the urgency of targeted mitigation strategies, such as resilient infrastructure development, financial aid programs, and community- based preparedness initiatives. This study provides a comprehensive and empirically grounded spatial modeling framework that bridges critical gaps in nuclear emergency planning. It demonstrates that incorporating social vulnerability, dynamic hazard forecasting, and realistic evacuation simulation leads to more equitable and effective emergency response strategies. The proposed model serves as a decision-support tool capable of guiding emergency planners and policymakers in identifying high-risk populations, optimizing shelter allocation, and minimizing long-term socioeconomic disruption. Furthermore, the methodology is adaptable and scalable, offering valuable insights for other high- risk facilities, such as chemical plants or industrial zones. Beyond its national relevance to Turkiye's nuclear energy strategy and civil protection systems, the study contributes to the global discourse on disaster risk reduction by offering a replicable framework for integrating social justice into emergency response. It supports the international goals of resilient disaster preparedness and aligns with international best practices for nuclear safety. By demonstrating how advanced spatial modeling can improve both operational efficiency and ethical accountability in disaster response, this research marks a significant advancement in the science and practice of nuclear emergency management.

Benzer Tezler

  1. Basınçlı su reaktörleri U borulu buhar üreteçlerinin termo-hidrolik modellenmesi

    Thermal-hydraulic analysis of U-tube steam generators for gressurized water reactors

    SÜLEYMAN ÖZKAYNAK

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    1991

    Nükleer Mühendislikİstanbul Teknik Üniversitesi

    PROF.DR. HASBİ YAVUZ

  2. Enerji kaynak çeşitliliğine dayalı konut alanları planlaması için temel ilkeler ve ölçütlerin belirlenmesi üzerine bir çalışma

    A Study on the determination of basic principles and criterias for housing area planning based on energy source variation

    ADEM ERDEM ERBAŞ

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2000

    Şehircilik ve Bölge PlanlamaMimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi

    Şehir ve Bölge Planlama Ana Bilim Dalı

    PROF.DR. GÜZİN KONUK

  3. Finding the best locations for photovoltaic panel installation in urbanized areas

    Kentsel alanlarda fotovoltaik panel kurulumu için en uygun konumların belirlenmesi

    HANDE MAHİDE YEŞİLMADEN

    Yüksek Lisans

    İngilizce

    İngilizce

    2017

    Jeodezi ve Fotogrametriİstanbul Teknik Üniversitesi

    Geomatik Mühendisliği Ana Bilim Dalı

    YRD. DOÇ. DR. AHMET ÖZGÜR DOĞRU

  4. Küresel iklim değişikliği sürecinde güneş enerjisi potansiyelinin belirlenmesi: Ankara, Antalya ve İstanbul örneği

    Determination of solar energy potential in the globalclimate change process: The case of Ankara, Antalya andİstanbul

    ATAGÜN UNAN

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2019

    Meteorolojiİstanbul Teknik Üniversitesi

    Meteoroloji Mühendisliği Ana Bilim Dalı

    YRD. DOÇ. DR. AHMET ÖZTOPAL

  5. Türkiye'de kalkınma - sermaye birikimine enerji ihtiyacı üzerinden bakmak

    Development - capital accumulation in Turkey from the point of view of energy need

    MEHMET YUSUFOĞLU

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2018

    EkonomiMarmara Üniversitesi

    İktisat Ana Bilim Dalı

    DR. ÖĞR. ÜYESİ ÖZGÜN BİÇER