Geri Dön

Roma Hukukunda vesayet

The guardianshıp ın Roman Law

  1. Tez No: 126321
  2. Yazar: SELDAĞ CEYLAN (GÜNEŞ)
  3. Danışmanlar: DOÇ. NADİ GÜNAL
  4. Tez Türü: Doktora
  5. Konular: Hukuk, Law
  6. Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
  7. Yıl: 2003
  8. Dil: Türkçe
  9. Üniversite: Ankara Üniversitesi
  10. Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Özel Hukuk Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
  13. Sayfa Sayısı: 203

Özet

ÖZET Vesayet, Roma Hukuku'nun önemli konularından birisidir. Roma Hukuku'nda vesayet (tutela), sui îuris olup henüz ergenlik çağına gelmemiş küçüklerin ve her yaştaki kadınların mameleklerini korumak için, eksik olan fiil ehliyetlerini tamamlamak üzere kurulan korumaya yönelik bir kurum olarak tanımlanmaktaydı. Bu kişilerin geçerli hukuki işlemler yapabilmeleri için vasilerinin iznine ihtiyaçları vardı. Bir aile babası, egemenliği altında olan kişilerin çıkarlarını nasıl koruyorsa, vasinin de aynen bu şekilde vesayet altında bulunan kişinin çıkarlarını koruyucu yönde davranışlarda bulunması gerekliydi. Roma'da ergenlik yaşına gelmemiş, sui iuris statüsünde olan, 14 yaşın altındaki erkek çocuklarla, 12 yaşın altında bulunan kız çocuklara, vasi atanması ilkesi hakimdi. Bu çeşit vesayete tutela impuberum denmekteydi. Çocuklar için ilk dönem, doğumdan yedi yaşına kadar devam etmekteydi. Bu çocukların vasilerinin izni ile dahi hukuki işlem yapamayacakları, çünkü yapacakları işlemin bilincinde olmadıkları düşünülmekteydi. Vasi yaptığı işlemlerde, kendi adına, küçük hesabına hareket etmekteydi. Yedi yaşını bitiren küçük, kendi lehine hukuki sonuç doğurabilecek hukuki işlemleri yapabilirdi. Diğer yaptığı hukuki işlemler ise, vasisinin izni veya icazeti (auctoritas interpositio) doğrultusunda geçerlik kazanmakta ve tarafları bağlamaktaydı. Aile babasının veya kocalarının hakimiyeti altında bulunmayan ve bu nedenle sui iuris olan kadınlara, bazı hukuki işlemleri yapabilmeleri için Jus civile gereğince bir vasi atanması gerekirdi. Bu vasiye tutor mulieris denmekteydi. Kadınlara vasi atanması kuralı, Roma'nın kuruluş yıllarına kadar eskiye dayanmaktaydı. Kadınlara vasi atanmasının nedeni, aile mallarını koruyarak, bu malların aile dışına çıkışını önlemekti. Lex Papia Poppaea ve Lex lulia gereğince, evli ve üç çocuk doğuran özgür, dört çocuk doğuran azatlı kadınlara vasi atanmayabiliyordu. 168Kadının kocası da, karısına vasisini belirleme hakkı verebilirdi. Zamanla vasinin, kadın tarafından seçilmesi kuralı genişletildi. Bunun yanında, kadın istediği zaman vasisini de değiştirebilirdi. Kadının vasisinin, çocuğa atanan vasi ile kıyaslanması durumunda, kadına atanan vasinin çok sınırlı yetkilerinin olduğu görülmektedir. Genel olarak kendi işlerinin idaresinden kadın bizzat sorumlu tutulmaktaydı. XII Levha Kanunu'nda yer alan yetkiyle, bir aile babası, ölüme bağlı tasarrufla (vasiyetname), kız veya erkek aile evlatlarına vasi tayin edebilirdi. Bu çeşit vesayete tutela testamentaria denmekteydi. Vasinin ölmeden önce belirtilmiş olduğu olağan durumlarda, vasiyette bulunan kişinin ölmesi halinde, vasi herhangi bir şekle gerek kalmadan atanıyordu. Atamanın doğrudan yapılması gerekliydi. XII Levha Kanunu'nda yer alan tanımlamaya göre, vesayet yoluyla kendisine bir vasi atanmayan küçüğe (imputes), genellikle kanuni (tutela legitima) veya kanun tarafından izin verilen bir vasi atanmaktaydı. Vesayet yoluyla küçüğe vasi atanmaması durumunda, vesayet baba tarafından bağlı olunan en yakın baba egemenliğine dayanan hışma geçmekteydi. Bu görev, küçüğün ölümü halinde, o mameleki miras yoluyla elde edecek olan kişiye verilirdi. Bu kişi malları, kendi menfaati olduğu için, hak ve hakimiyet ilkesi çerçevesinde yönetirdi. Lex Atilia, vasinin vesayetle (tutela testamentaria) veya kanuni (tutela legitima) olarak atanmadığı zaman, praetor'un küçüğe bir vasi tayin edeceğini beyan eden kanunlara verilen isimdi. Bu kanun çerçevesinde, baba egemenliğine dayanan hışmın bulunmadığı durumlarda magistra tarafından vasi atanması (tutela dativa) yoluna gidilmekteydi. Her Roma vatandaşı veya hak ya da hukuki işlem ehliyetine sahip olan herkes vasi olamamaktaydı. Kabul edilen genel kurala göre, vasinin, ergenliği 169geçmiş, erkek ve Roma vatandaşı olması gerekliydi. Sağır veya dilsiz kişiler vasi seçilememekteydi. Vesayet altındaki kişiye birden fazla vasi atanması mümkündü. Birden fazla baba egemenliğine dayanan hışmın vasi olarak atandığı hallerde, idare hepsine birden ait olurdu. Bu nedenle, kararlan tüm vasilerin birlikte alması gerekliydi. Bunun yanında, birden fazla vasiden sadece birinin, vesayetin fiilen idare edilmesinden sorumlu tutulacağı kabul edilmekteydi. Geçerli mazeretlerinin olması halinde vasilikten feragat mümkündü. Hangi durumların mazeret olarak ileri sürüldüğü Digesta' da belirtilmişti. Ciddi bir sağlık problemi olan hastalar, yetmiş yaşın üstündeki kişiler, cahil (okuma yazma bilmeyen) kişiler, hali hazırda üç vesayeti idare eden vasiler, bazı mesleklerde çalışanlar (örneğin, filozof, doktor gibi), birkaç çocuk sahibi olanlar, fakir kişiler mazeretlerini beyan ederek vasilikten feragat edebilirlerdi. Vasi, vesayet altındaki kişinin mallarını dönemin koşullarına uygun bir şekilde yönetmekle yükümlüydü. Vasi, kendisine güvenilerek küçüğün veya kadının mamelekinin yönetiminin bırakıldığı kişi olarak görülmekteydi. Vasi, idaresi altındaki bu malları yönetirken kendi işlerinde gösterdiği özeni göstermeli ve buna göre hareket etmeliydi. Vasi vesayet altındaki kişi lehine hukuki işlemleri yapabilirdi. Ancak, vesayet altındaki kişi, vasinin yaptığı bir işlemle, direkt olarak bir malı iktisap edemezdi. Vasinin mallar üzerinde yaptığı tasarruflardan, vesayet altındaki kişinin zarar görmemesi amacıyla, bir nevi vasinin kötü idaresini önlemek için, vasiden bir teminat göstermesi (rem salvam pupillo fore) istenmekteydi. Vasinin, vesayet altındaki kişiyi zarara uğratması halinde, oluşan zarar bu teminat içinden karşılanırdı. Auctoritas, vesayet altında bulunan kişinin yapmak istediği bir hukuki işlem sırasında vasinin hazır bulunarak iradeyi tamamlaması anlamına gelmekteydi. Yani, iki taraflı bir hukuki işlem yapan küçüğün, yaptığı işlemin bütünüyle geçerli olabilmesi için vasinin, işlemde hazır bulunarak auctoritas' ını koyması gerekliydi. Vesayet altındaki küçük belli bir döneme geldiğinde ancak, 170auctoritas interpositio mümkün olabilmekteydi. Bunun için küçüğün, vasinin yapacağı işlemi anlayabilecek kadar aklının yeterli olması gerekliydi. Klasik Hukuk Dönemi'nde vasinin sorumluluğu iki farklı açıdan ele alınabilir, ilk olarak, bu dönemde sorumluluk, en sık şekilde karşılaştığımız dolus (kast) ve culpa (kusur, ihmal) üzerine kurulmuştu. Klasik Öncesi ve Klasik Hukuk Dönemi başlarında sorumluluk ölçütü olarak dolus kabul edilmekteydi. Bir başka açıdan ise, Klasik Hukuk Dönemi'nde vasinin sorumluluğu, culpa ve dolus yerine, fides (niyet) ve periculum (hasar) ölçütleri ele alınarak incelenmişti. Yani vasinin sorumluluğunda bona fides kavramının da gözönüne alınması gerektiği düşünülmekteydi. Vasinin görevi nedeniyle sorumluluğu, iyiniyet ölçütü ele alınarak değerlendirilmekteydi. Burada“kişinin kendi işlerinde gösterdiği özen”"diligentia quam suis rebus adhibere solef dikkate alınmaktaydı. Görevini gereği gibi yerine getirmeyen vasiye karşı, vesayet altındaki kişi dava açabiliyordu. Actio tutelae, vesayet altında bulunan kişinin, vesayet ilişkisi devam ederken uğramış olduğu zararların tazmini için, vesayet sona erdikten sonra açılmaktaydı. Bu dava, vasinin, Klasik Hukuk Dönemi'nde kastı varsa, lustinianus Dönemi'nde ise, kendi işlerinde göstermesi gereken özeni göstermemişse (diligentia quam suis), vesayet altındaki kişi tarafından vasiye karşı açılırdı. Vasiye karşı vesayet ilişkisinin sonunda actio tutelae'nin açılması halinde, vasi de buna karşılık olarak vesayet altındaki kişinin mallarını idare ederken yaptığı zaruri masrafları veya gördüğü zararları, bu kişiden actio tutelae contraria davası ile isteyebilmekteydi. Actio rationibus distrahendis vasiye karşı, vesayet ilişkisi sona erdikten sonra açılabilen, vesayet altında bulunan kişiyi koruyucu nitelikte bir ceza davasıydı. Bu dava ile vasiden öncelikle, vesayet altındaki kişinin malvarlığına ilişkin hesapların çıkarması istenirdi. Verilen hesapta çıkacak olan açıklarda eksik malın değeri belirlenir ve vasi bu değerin iki katını ödemeye mahkum edilirdi. Erkek çocuğun on dört yaşını doldurması ile kendisine atanan vasisi ile olan vesayet ilişkisi sona ermekteydi. Vasi ve vesayet altında bulunan kişi 171vesayet ilişkisinin taraflarını oluşturmaktaydı. Bu ilişkinin taraflarından birinin ölmesi halinde vesayet ilişkisi doğal olarak sona ererdi. Vasi, capitis deminutio'ya düşmesi ile birlikte hak ehliyetini de kaybederdi. Böylece, vesayet altında bulunan kişi ile olan vasilik ilişkisi sona ermekteydi. Vasi için belirlenen görev süresinin dolması ile vesayet altındaki kişi ile vasinin arasındaki vasilik ilişkisi otomatik olarak sonlanırdı. Görevlerini gereği gibi yapmadığı ve bu şekilde hareket ettiği ispatlanan vasinin vasiliği sona ererdi. 172

Özet (Çeviri)

SUMMARY Guardianship was a very important area of Roman Law. Various categories of sui iuris persons were regarded as needing legal protection - children under the age of puberty, women, minors - a sizeable part of the population, which helps to explain the high incidence of guardianship in Roman society. These people were regarded as not capable of managing their own affairs. Tutelage is force and power granted and all owed by the civil law over a free person, for the protection of one who, on account of his age or sex, is unable to protect himself / herself of his / her own accord. Every Roman child that was sui iuris and imputes (below the age of puberty which is fourteen) had to have a guardian {tutor). This kind of tutelage was called tutela impuberum. The first period of pupilage extended from birth to the end of the seventh year. Children during this time are called infants (qui non fari possunt). An infant was considered incapable of performing any legal act whatever, even with the consent of his tutor. The power of the tutor extended to the entire management of the affairs of the infant so far as such management was not specially restricted by law. The tutor acted in his own name, but on behalf of his ward. When the pupil passed his seventh year he acquired a great degree of legal capacity. He could engage in legal trasactions in his own name so far as they were beneficial to him, but no act of his own could operate to his prejudice. The acts of the pupil might possess full legal force and be binding upon himself as well as upon the party with whom it came into relation, it was necessary for the tutor to add his authority (auctoritatis interpositio). This involved the active co operation on the part of the tutor by means of which a“natural act”would be converted into a“judicial act”. 173Women were also under permanent tutelage. Roman women who were sui iuris and had reached puberty were subject to the guardianship of women which is called tutela mulierum. The origins of the institution dated from early Roman society. Even when a women married she retained her tutor unless and until she entered the manus of her husband. The principal design was to keep the property in the family. Practice allowed a wife in manus to be given by her husband the choice of her guardian. As a rule, women were under guardianship through all their lives. But the Evstal Virgins were, from respect to their office, made by the XII Tables free from guardianship. By the lex lulia and Papia Poppaea freebom women who had three children, and freedwomen who had four, were also freed even from statutable guardianship. If a woman wished to change her tutor she could do so with the authority of her existing tutor. The guardian of a woman in tutela mulierum had a very limited role compared to the guardian of a child under the age of puberty. The woman was responsible for managing her own affairs, although in practice the guardian often gave her assistance. A tutor might be appointed to an imputes sui iuris either by operation of law or express direction of the paterfamilias. By the Law of the Twelve Tables, parents were permitted to appoint tutors by will to their children, whether they are maculine or femminine gender. This kind of tutalege was called testamentary guardianship {tutela testamentaria). It was necessary that the person should be ascertained and that the appointment should be direct, not by way of trust; but it might be conditional or from a certain time. If there was no testamentary guardian or if a guardian was appointed but died before the ward reached puberty, the guardianship vested under the Twelve Tables to the nearest agnate. Agnates would first be called, apparently by an express provision of the Twelve Tables, all those above puberty in the same degree of relationship being called equally. When there were no agnates gentiles could claim the tutela. Tutores in this category came to be known as tutores 174legitimi (statutory guardians). Since if the child died, these tutores would be his heirs, they had a particular interest in looking after the property as carefully as possible. In default of other tutors, in an other sence if there was no statutory or testamentary guardian an appointment was made by the magistrate under the lex Atilia 210 B.C. This form of guardianship was called magisterial guardianship {tutela dativa). Application for the appointment of a guardian for a person under the age of puberty could be made by relatives or friends. Every Roman citizen could not have the capacity to act as guardian. The basic requirement was that a guardian had to be a male citizen and must have attained puberty. Women could not be guardians, as a general rule, but in the late Empire a widow was allowed to apply for the guardianship of her children or grandchildren. Anyone who was deaf or dump was also disqualified to act as a guardian. A ward might have two or more guardians. If so, all must give their authority for the same matter. They could divide up the administratio between themselves. They had several options as how to perform their functions. No contract could be made between guardian and ward without the authority of another guardian. A variety of excuses could be pleaded by those who wished to avoid guardianship. In early law a testamentary guardian had the right to refuse the office, but in the early Empire the right was limited to refusal only on set grounds. Statutory guardians had to accept, but could not be forced to act as guardians. Serous ill health, old age (70 or above), being under 25, illeteracy were the most common excuses. Unless he had a valid excuse, a guardian must have taken up the administration of his ward's affairs as soon as he knew of his appointment. The guardian's major functions were to manage the affairs of the ward and to authorise his transactions. The guardian would not normally have physical control over the ward. Before a guardian started to administer the ward's estate, 175he normally gave security (satisdatio rem pupilli salvam fore) and made an inventory. Security was in the form of a promise by the guardian that the ward's property would be kept safe. All guardians were required to give security except those appointed by will or high - ranking magistrates. A tutor's principal duty was thathe should not have left the pupillus unprotected. The guardian acted for him, with wide powers of management, as he could buy and sell property, collect and pay depts, make investments and represent the ward in litigation. Contracts made by the guardian during administratio were binding on him, not on the ward. Only the guardian could enforce such contracts - the relationship of guardian and ward was not one of agency. Another function of the guardian over the pupillus is to interpose his authority (auctoritatis interpositio). It was principle of law that the ward could not incur liability without his tutor's authority. Without it he might make his condition better as he could accept a gift, but not make it worse. Therfore unaided he could not accept an inheritence nor bind himself by a contract involving reciprocal rights and duties, though the other party was bound to him. The authority must be given by the tutor in person at the time of the act to be authorised. Auctoritatis interpositio was only possible when the ward was old enough to know what he was doing. He must have intellectus. The liability of tutor in classical law was assessed according to dolus and culpa criteria. The guadian had to act with absolute good faith and the same care that a sensible man was expected to use in his own affairs. In the early law the guardian was only liable from his“dolus”(fraud). Unfortunately, the concept of dolus did not have a fixed meaning. The term most probably signified fraud, but later it seems that it included gross negligence. In classical law tutor's liability was not considered in terms of culpa and dolus but instead periculum and bona fides. The tutor ought to exhibit bona fides or that he bears the periculum in respect of the administration of the ward's property and that he was liable for dolus and culpa. Evevtually the liability of the guardian encompassed failure to match the standart of care shown in his own affairs. 176There were remedies aginst tutorwho fails in his duty. The law had many contrivances to protect wards against maladministration and misconduct of guardians. It was open to any person other than the ward to take proceedings for the removal of a tutor on the ground, actual or anticipated (accusatio or crimen suspecti tutoris). This action had its origin in the Twelve Tables. After the termination of the guardianship the ward had the actio rationibus distrahendis. This was an action for liquidation of accounts. It lay for double damages against a tutor who had been guilty of embezzlement. This was also dated from the Twelve Tables. A more general remedy was the actio tutelae dating from the later Republic. It lay in respect of an administration which had actually taken place, and was therefore brought only after the guardianship was at an end. It assumed a more general caracter and could be brought in respect of any dereliction of duty. The ex guardian also had on his side a contrary action against the ward for expences and indemnity which was called actio tutelae contraria. Tuteia would be ended by the pupil's attaining puberty. When a boy came fourteen, as he would reach the age of puberty, tuteia would end. Probably twelve was the age at which a girl reached puberty, but age was not important for the appointment of tutor to a girl, since the woman would continue to have the same tutor. Adoption of a ward or deportation or cpture by the enemy could end the tutelage. Statutory guardianships are ended by any loss of civic status. By ward's death or that of the tutor, by capitis demunitio or as a result of an accusatio suspecti tutoris, tutelage could end. The office of tutor was also terminated by the fulfilment of the condition on which the tutor was appointed. 177

Benzer Tezler

  1. Roma ve Türk Hukukunda vesayet

    The guardianship in Roman and Turkish Law

    MURAT İNCEEL

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2009

    HukukAnkara Üniversitesi

    Özel Hukuk (Roma Özel Hukuku) Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. ERKAN KÜÇÜKGÜNGÖR

  2. Roma hukukunda eksik borç 'obligatio naturalis'

    Obligatio naturalis in the roman law

    GÜZİDE BURCU DOĞAN

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2006

    HukukMarmara Üniversitesi

    Hukuk Ana Bilim Dalı

    DOÇ.DR. PERVİN SOMER

  3. Roma Hukukunda kadının hukuki durumu

    The Legal status of woman in the Roman Law

    HALUK EMİROĞLU

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2000

    HukukAnkara Üniversitesi

    PROF.DR. ÖZCAN K. ÇELABİCAN

  4. Medeni Kanuna göre yerleşim yeri ve belirlenmesi

    Domicile according to Turkish Civil Code and determination of it

    GÜLŞAH VARDAR

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2008

    Hukukİstanbul Üniversitesi

    Özel Hukuk Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. SAİBE OKTAY ÖZDEMİR

  5. Türkiye'de su hakkı

    The right to water in Turkey

    YILDIZ AKEL ÜNAL

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2021

    HukukGalatasaray Üniversitesi

    Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. ERDOĞAN BÜLBÜL