Geri Dön

Humanitarian assistance policies of the European Union towards syrian refugees in Turkey

Avrupa Birliği'nin Türkiye'deki Suriyeli mültecilere yönelik insani yardım politikaları

  1. Tez No: 515202
  2. Yazar: CANSU ÇELİKER
  3. Danışmanlar: DOÇ. DR. BAŞAK KALE LACK
  4. Tez Türü: Yüksek Lisans
  5. Konular: Siyasal Bilimler, Uluslararası İlişkiler, Political Science, International Relations
  6. Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
  7. Yıl: 2018
  8. Dil: İngilizce
  9. Üniversite: Orta Doğu Teknik Üniversitesi
  10. Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
  13. Sayfa Sayısı: 278

Özet

Dünya politikasında retorik ve pratik arasında hak temelli yardımseverliğin uygulanması açısından büyük bir fark vardır. Politika formülasyon sürecinde, BM kuruluşları, AB kurumları ve insan hakları STK'ları (Sivil Toplum Kuruluşları) mültecilerin uzun dönemli ihtiyaçlarını karşılamada mülteci yardımına hak temelli yaklaşımın (HTY) önemini her zaman vurgulamaktadırlar. Fakat insan hakları yükümlülükleri konusunda başlıca görev üstleniciler olan ulus devletler, hükümetsel rasyonalite sınırları dâhilinde insani yardım politikalarını kısıtlamaya daha eğilimlidirler. Politika uygulama sürecinde, devletlerin ekonomik ve güvenlik alanındaki çıkarları insani yardıma göre daha ağır basmaktadır. Mülteciler, kendi hayatları üzerinde karar verme gücüne sahip olan siyasi aktörlerle asimetrik bir ilişki içerisine konulmaktadırlar. Mültecilerin kendi temel haklarından yararlanması, hükümetlerin merhametine tabi tutulmaktadır. Bu bağlamda bu araştırma, siyasi aktörlerin mültecileri neden görev üstlenicilerle dikey ve hiyerarşik bir ilişki içerisine koyduğu sorusunu gündeme getirmiştir. Bu soruya cevap aramak amacıyla bu araştırma, güvenlikleştirme politikaları, liberal ekonomik gündem ve ihtiyaç temelli yardımseverlik arasındaki üç taraflı karmaşık ilişkiye dikkat çekmektedir. Bu üçlü ilişkinin, karar alma sürecinde bağımsız gücü olmayan uluslararası mülteci rejiminin geniş retoriği dâhilinde daha da güçlendiği bu araştırmada savunulmaktadır. Uzun süren bir krizde bu ilişki ağı terk edilmediği sürece, mültecilerin yasal haklarını ev sahibi ülkelerde etkili bir şekilde kullanamadığı, yardım politikalarıyla ve mülteci haklarıyla ilgili konularda karar verme süreçlerinde aktif rol alamadığı ve sürdürülebilir geçim kaynaklarına erişimde engellerle karşılaştığı bu araştırmada ifade edilmektedir. Bu araştırma mültecilerin haklarından faydalanabilmesini devlet otoriterisi sınırları içerisinde izlenen politikalara bağlı olduğunu savunurken, mültecileri siyasi aktörlerle olan ilişkilerinde pasif aktör olarak konumlandırmamaktadır. Öte yandan, mültecilerin hak kazanımları elde edebilme gücünün reel politik düzlemde çok sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Birçok ülkede mülteciler daha iyi yaşam koşulları için protesto eylemleri organize etse de, etkisi pek çok defa sınırlı kalmıştır. Hatta bu eylemlerden bazıları mültecilerin bedenlerine zarar vermesine ve kendilerini yakmalarına kadar varmıştır (Baker 2017; Nsubuga 2016; Licovski 2015; the Local 2018; Quine, 2016). Bu eylemler medyada büyük bir yankı uyandırmasına rağmen, devletlerin sığınma politikalarına yönelik siyasal kararlarını etkilemekte başarılı sonuçlar elde edememişlerdir. Bu araştırma, mültecilerin bir aktör olarak etkili bir güce sahip olamamasını, uluslararası mülteci rejiminin devletler üzerinde yaptırım yetkisine sahip olamamasına bağlamaktadır. Devletler, siyaset ve ekonomi gündemlerine göre mültecilere tanımakta olduğu yaşam alanlarını sürekli olarak kontrol etmektedirler. İç siyasetin koşullarına ve dinamiklerine bağlı olarak, mültecilerin haklarını kullanabilme yetisi de değişiklik göstermektedir. Bu nedenle, mültecilerin hayatları politikanın bir öznesinden ziyade bir nesnesi haline dönüşmüştür. Rejimin kurumsal karakteristiği ile ilgili olarak bu araştırma, hak temelli yaklaşımın uygulanmasına ciddi bir engel oluşturan 1951 Mülteci Sözleşmesinin problematik yönlerine değinmiştir. Mülteci ve zorunlu göç çalışmaları alanında çalışmalarını yürütmekte olan birçok akademisyenin savunduğu gibi, sözleşmenin anlaşmaya taraf olan ülkelere yönelik yasal yaptırım gücünün olmaması uygulama alanında pek çok soruna yol açmaktadır. Sığınmacılar, ülke içinde göç etmek zorunda bırakılan kişiler ve mülteciler, uygulama alanındaki ikilemlerin politik sonuçlarına maruz kalmaktadırlar (Alborzi 2006; Chitanda 1997; Feller 2001; Gorlick 2006; Millbank, 2000; Straw, 2001). Uluslararası mülteci rejiminin, mültecilerin sorumluluklarının paylaşılması için adil ve eşit bir uygulama mekanizmasını hayata geçirememesi, 'mültecileri koruma sorumluluğunun hafifletilmesine' (protection lite) sebep olmaktadır. Daha açık belirtmek gerekirse, Avrupa ve Kuzey Amerika'daki merkez ülkelerin hükümetleri, mültecilerin korunmasına yönelik yasal yükümlülüklerini, Küresel Güneydeki yarı-çeper ve çeper ülkelere kaydırmaktadırlar. Uzun süreli mülteci durumlarında, mültecilere ev sahipliği yapan yarı-çeper ve çeper ülkelerinde mültecileri korumaya yönelik sistemin güçlenememesine ve zaman içerisinde yetersiz kalmasına yol açmaktadır. Mültecilerin sayısının hızla artmasıyla beraber, temel ihtiyaçlarının karşılanması da giderek zorlaşmaktadır. Böylesi bir durumda mülteciler hayatta var olabilmek için, siyasi ve ekonomik alanda toplumun görünmez bireyleri olarak kayıt dışı sisteme eklemlenmektedirler. Uluslararası mülteci rejimindeki derin köklü problemlerin bir sonucu olarak, mültecilerin yaşamış oldukları güçlükler devlet seviyesinde oluşturulmaktadır. Uzun süren bir mülteci durumunda mevcut politik sistemin sert karakteristiği, mültecilerin omuzlarına daha ağır yükler yüklemektedir. Mültecilere yönelik korumanın yetersizliği, mültecilerin çoğunu kendi stratejileri ile ev sahibi ülkelerde yaşamlarını sürdürmeye zorlamaktadır, çünkü insani yardım çabaları hak temelli yardımseverlik ve sürdürülebilir geçim kaynakları ile tamamlanmamaktadır. Böylesine bir durumda mülteciler hayatta kalabilmek için kendi bedenlerini bile satmaya zorlanmaktadır. Çok sayıda mülteci aile kız çocuklarının erken yaşta evlenmesine rıza göstermektedir. Mülteci çocuklar aile ekonomisine katkı sunması için aileleri tarafından çalıştırılmaktadır. Yetersiz koruma mekanizmasına bir eleştiri niteliğinde olan bu araştırma, ev sahibi ülkelerde kent mültecilerinin ekonomik ve sosyal direncini geliştirmeye katkı sağlayan sürdürülebilir geçim kaynaklarının uygulanması sürecinin önemine dikkat çekmektedir. Bu araştırma, mültecilerin günlük hayatlarında sürdürülebilir bir değişim yaratmak için özgüven stratejilerini geliştirmeye yardımcı olan uzun vadeli çözüm mekanizmalarının önemini vurgulamaktadır. Yetersiz koruma mekanizmasının nedenlerini tartışmak için, bu araştırma Foucault'un ve Agamben'in biyopolitika kavramlarının teorik çerçevesinde konuyu analiz etmektedir. Araştırma ayrıca Foucault'un güç, bilgi ve özne oluşumu üzerine olan teorilerinden faydalanmaktadır. Bu teorik çerçeve, hem mültecileri koruma politikalarının hem de insani yardım politikalarının uygulanmasına ilişkin retorik ve pratik arasındaki boşluğu tanımlamaya yönelik kavramsal bir arka plan oluşturmaktadır. Bölüm 2, HTY'nin mülteci yardımına olan önemini göstermek amacıyla uzun süren krizlerde insani yardım politikalarının etkili sonuçlar üretememesinin temel sebeplerini incelemiştir. Bu araştırma, insani yardım politikalarının etkili olamamasının, insani yardım projelerinin mültecilerin uzun vadeli ihtiyaçlarını karşılamaya katkı sağlayıp sağlamamasına bağlı olduğunu iddia etmektedir. Araştırma, uzun süren bir krizde mültecilerin, yaşam, özgürlük, kendini gerçekleştirme ve mutluluk arayışı gibi temel insan haklarına sahip olabilmesi için ihtiyaç temelli yaklaşımdan hak temelli yaklaşıma doğru geçisin önemini vurgulamaktadır. Bu geçişin sağlanmadığı sürece, mültecilerin haklarını kullanabilmesi devletin keyfiyetine bağlı kalmaktadır. Toplum içerisindeki yasal statülerinin güçlendirilmemesi nedeniyle, mülteciler toplumda eşitsizliğe ve ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar. Yasal haklarını aramak için yeterli donanıma sahip olamamaktadırlar. Uluslararası insani yardım rejiminin problemli yapısı üzerine daha somut tartışmalar sunabilmek amacıyla, bu araştırma AB'nin insani yardım politikalarının ve mültecilerin korunmasına ilişkin yasal çerçevesinin Türkiye'deki Suriyeli kent mültecilerinin yaşam koşullarını nasıl etkilediğini incelemiştir. Araştırmanın bu konuya yönelmesindeki temel sebep şudur: AB'nin göç ve sığınma politikalarının modern politikanın biyopolitika paradigmasını iyi bir şekilde yansıtmasıdır. Bölüm 3'te bu araştırma, AB üyesi devletlerin neden göç ve sığınma alanlarında“NIMBYism”kavramını benimsediklerini incelemiştir. Dolayısıyla araştırma,“NIMBYism”kavramının, uluslararası mülteci rejimde Suriyeli mültecilere sağlanan korumanın niteliğini nasıl etkilediğini analiz etmiştir. Bu bağlamda araştırma öncelikle AB üyesi devletler arasındaki dayanışma krizini arttıran mevcut iki soruna değinmektedir. Bu sorunlar; Eurozone'daki finansal kriz ve mülteci koruma krizidir. AB içerisindeki dayanışma krizi, AB düzeyinde mültecileri korumaya yönelik ortak eylemin etkisine ve sürdürülebilirliğine ilişkin ciddi bir sorun yaratmaktadır. Mevcut politik iklimde, göçmen ve AB karşıtı radikal sağ partilerin yükselişi AB içerisindeki dayanışmanın direncini ciddi bir şekilde etkilemektedir. Bu siyasi partiler egemenliğin uluslar üstü bir kuruma aktarılmasına karşı durmaktadırlar. Göçmenler, diğer etnik ve dini gruplar gibi azınlıkları ötekileştirerek millî duyarlılığı güçlendirmeyi amaçlamaktadırlar. Göçmen karşıtı söylemler, Avrupa'da kısıtlayıcı sığınma politikalarını ciddi bir biçimde güçlendirmektedir. Üye devletler, sığınma politikalarını yeniden millileştirerek ve teritoryal prensiplerine öncelik vererek kendi yollarını izlemeyi tercih etmektedirler. Üye devletler, kendi egemenlik haklarını korumakla ve kendi bölgeleri içerisindeki ekonomik ve sosyal istikrarı sağlamakla daha fazla ilgilidirler. Özellikle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin mültecilere yönelik politikaları, Avrupa Komisyonu tarafından AB'nin insan hakları prensiplerine uymamakla eleştirilse dahi, mülteci politikalarında herhangi bir değişim yaratmadı. Hatta 2015'te Brüksel'de gerçekleştirilen AB zirvesinde, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, ülkesinin AB kararlarından farklı bir yol izlemesinin demokratik bir hak olduğunu vurguladı (Weaver, 2015). Orbán'ın söylemleri açık bir şekilde devletlerin kendi egemenlik hakları ve teritoryal prensipleri ile uluslar-üstü bir kurumun politik kararları arasındaki bıçak sırtı ilişkiyi göstermekteydi. Avrupa'daki dayanışmanın giderek azalması, ortak sığınma politikasının etkili bir şekilde uygulayabilmek için AB'nin politik kabiliyetini güçsüzleştirmektedir. Bu durum ayrıca AB düzeyinde insani yardım politikalarına yönelik ortak bir vizyon geliştirmeyi ve sürdürmeyi zorlaştırmaktadır. Kriz anında AB üyesi devletlerin, adil ve eşit sorumluluk paylaşımı prensiplerinin gerekliliğini uygulama konusunda birbirlerinden ayrı yollar izledikleri aşikârdır. Fakat sınır güvenliği mekanizması ve göç kontrolünün dışsallaştırılması konularında ortak hareket etmeye isteklidirler. Bu bağlamda bu araştırma, sınır güvenliği mekanizmasının, mültecileri koruma çabalarına kıyasla, AB üyesi devletler tarafından neden kamusal mal olarak kabul edildiğini incelemiştir. Sınır güvenliği çabalarının ortak çıkarlara aracılık etmesi nedeniyle, AB üyesi devletler iç güvenliğe yönelik işbirliğine daha fazla önem vermektedirler. AB'nin giriş kabul etmeyen rejimi (non-entrée regime), üye devletlerin Suriyeli mültecilere sığınma hakkı tanımasına ilişkin sorumluluklarını azaltmaya yönelik en önemli politik araçlarından birisidir. Bu rejim ayrıca üye devletlerin, mültecilerin sosyal yardıma erişim, hukuki yardım ve istihdam gibi temel haklarını karşılama konusundaki yükümlülüklerini hafifletmelerine olanak tanımaktadır. Buna karşın bu rejim, göç ve sığınma politikalarına yönelik yasal çerçeve içerisinde biyopolitika ırkçılığa sebep olmaktadır. Mültecilerin yönetimini kolaylaştırmaya yönelik biyopolitik taktiklerin üye devletler tarafından kullanılması insan hakları ihlallerine neden olmaktadır. Avrupa'daki biyopolitik yönetim biçimlerinin bir sonucu olarak, AB'nin kimliği bir güvenlik aktörü olmaya doğru evrilmeye başladı. AB'nin bir insan hakları destekçisi ve insani aktör olarak kimliği, politika uygulama sürecinde değil bilhassa politika çerçevesinin belirlenmesi sürecinde daha görünür oldu. Mültecilerin korunmasına yönelik daha az siyasi bedel ödemek amacıyla, AB üyesi devletlerin kısıtlayıcı ve kontrol odaklı sığınma politikaları Türkiye'deki insani yardım programlarının etkisini tehlikeye düşürmektedir. Bu durum insani yardım programlarının uygulama sürecinde mültecileri koruma mekanizmasındaki boşlukları daha fazla arttırmaktadır. Mültecileri koruma sorumluluğunun hafifletilmesi, Suriyeli kent mültecilerinin Türkiye'de eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerine ve insani yardım ve hizmetlerine erişiminde ciddi engeller yaratmaktadır. Yukarıda bahsedilen argümanı güçlendirmek amacıyla Bölüm 4 ve Bölüm 5, mültecileri koruma sorumluluğunun hafifletilmesine yönelik AB'nin siyasi çabalarının Türkiye'deki insani yardım programlarının niteliğini nasıl etkilediğini incelemiştir. Bu bağlamda araştırma, Suriyeli kent mültecilerinin sayısının çok hızlı bir şekilde büyümesinin Türkiye'nin kurumsal ve altyapısal kapasitesi üzerinde aşırı bir baskı yarattığını göstermeye çalışmıştır. Bölüm 4'te bu araştırma, Türkiye'deki Suriyeli kent mültecilerinin refahı üzerine analiz yapmıştır. Türk hükümetinin, mültecilerin ihtiyaçlarına yönelik direnç temelli bir yaklaşım geliştirmek amacıyla, mülteci koruma sistemini yeniden düzenleme çabalarını sorgulamaktadır. Türk hükümeti, Suriyeli mültecilere yönelik koruma rejimini geliştirmek için bazı yeni yönetmelikleri yürürlüğe koydu. Fakat hükümet hâlâ Suriyeli mültecilerin sosyal entegrasyonu için uzun dönemli politikalar geliştiremedi. Geçici Koruma Yönetmeliği, mültecilerin korunma ihtiyacının gerisinde kaldı, çünkü bu yönetmelik Suriyeli mültecilerin istikrarsız yasal konumlarına ilişkin etkili bir yasal çözüm üretemedi. Diğer taraftan, Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik, Türkiye'de Suriyeli mültecilere yasal istihdam sağlaması açısından oldukça önemliydi. Buna karşın birçok Suriyeli kent mülteci hâlen yasal istihdam hakkına erişememektedir. Bu bağlamda araştırma, Türkiye'de birçok Suriyeli mültecinin yasal istihdama erişim hakları olmasına rağmen neden hâlâ düşük maaşlarla kayıt dışı iş sektörlerinde çalıştıklarını sorgulamaktadır. Bu araştırma Suriyeli mültecilerin çalışma alanında neden görünmez aktör olarak yer almak zorunda kaldıklarını şu nedenlere bağlamaktadır: İlk olarak, Türkiye'de Suriyeli mülteciler hakları hakkında bilgiye erişmekte zorluk yaşamaktadırlar. İkincisi, çalışma iznine dair yönetmeliğin uygulanmasındaki sorunlar hâlâ devam etmektedir. Özellikle mülteciler geçici koruma kimlik belgesi alabilmek ve çalışma iznine başvurabilmek için uzun süre beklemek zorunda kalmaktadırlar. Bu süreç içerisinde kayıt dışı sektörlerde çalışmak dışında pek bir seçenekleri yoktu. Son olarak, işverenleri Suriyeli mültecileri yasal olarak çalıştırmaları için teşvik eden bir uygulama yoktu. Bu nedenle işverenler kayıt dışı sektörde mültecileri ucuz iş gücü olarak çalıştırmayı daha çok tercih ediyorlardı. Bölüm 4'te bu araştırma, Suriyeli mültecilerin ekonomik gücünü arttırabilmek için sürdürülebilir geçim kaynaklarına yönelik programların önemine işaret etmektedir. Sürdürülebilir geçim kaynakları yalnızca mültecilere yönelik istihdam kolaylığı sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda mültecilerin sorunlarıyla başa çıkma stratejilerini güçlendirmesinde büyük bir öneme sahiptir. Bu bağlamda, bu araştırma Türkiye'deki Suriyeli kent mültecilerin sürdürülebilir geçim kaynaklarına ne ölçüde erişebildiğine dikkat çekmektedir. Bu araştırma, yasal istihdam ve özgüven stratejileri arasında yakın bir bağ kurmaktadır. Uzun süren bir mülteci durumunda özgüven kavramı daha çok önem kazanmaktaydı, çünkü bakım ve geçim yardım süreci, mültecilerin uzun süreli ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktaydı. Bu kapsamda, bu araştırma Türkiye'de Suriyeli mültecilere yönelik hak-temelli ve sürdürülebilir geçim kaynaklarına yönelik programlara geçiş sürecinin sancılı geçtiğine ve ihtiyaç-temelli yaklaşımla hâlâ hareket edildiğini savunmaktadır. Türkiye'de entegrasyon politikalarının eksikliği ve Suriyeli mültecilerin haklarının geçici olmasından kaynaklı problemler bu geçiş sürecini daha fazla zorlaştırmaktadır. Ayrıca, Türkiye'nin yetersiz kurumsal ve altyapısal kapasitesinin Suriyeli kent mültecilerinin uzun dönemli ihtiyaçlarını karşılamada ciddi bir engel teşkil etmektedir. Giderek artan Suriyeli kent mülteci sayısı hem fiziksel altyapıyı hem de kamu hizmetine ilişkin altyapıyı, özellikle Türkiye'nin güneydoğu illerinde aşırı zorlamaktadır. Sürdürülebilir ve dirençli bir altyapı geliştirmek amacıyla, kapasite gelişimine yüklü miktarda finansal kaynak aktarılmasına çok büyük bir ihtiyaç vardır. Finansal fonların eksikliği nedeniyle, Türk hükümetinin tek başına çok kısa bir zaman içerisinde güçlü bir altyapı oluşturması ve okullar ile hastaneler için kapasite oluşumunu geliştirmesi çok zordur. Bu durum, Türkiye'de Suriyeli kent mültecilerin yasal hakları ve fiili korunmaları arasında büyük bir boşluk yaratmaktadır. Mültecilere ev sahipliği yapan ülkelerin kapasite gelişimini güçlendirmek yıllar sürebilecek uzun bir süreçtir, bu sebeple siyasi aktörlerin bu sorumluluğu üstlenmedeki kararlılığını bir an önce göstermeleri gerekmektedir. Bu bağlamda araştırma, Türkiye'deki Suriyeli kent mültecilerin uzun dönem ihtiyaçlarını karşılamada AB fonlarının rolünü incelemiştir. AB fonlarının sürekliliğinde yaşanan sıkıntıları dile getirmek amacıyla, bu araştırma Türkiye'de 2 yıldır sürmekte olan resmî olağanüstü hâlin ilanı sonrası AB-Türkiye ilişkilerinin değişen dinamiklerine değinmiştir. Türkiye'deki siyasi atmosfer sebebiyle AB, Türkiye'ye yönelik tutumunu yeniden belirlemek durumunda kalmıştır. AB olağanüstü hâl tedbirlerini, uluslararası insan hakları yükümlülüklerini ihlal etmesi sebebiyle eleştirmiştir. Bu durum Türkiye'de AB tarafından finanse edilen uzun dönemli projelerin askıya alınması riskini oluşturmaktadır. Beşinci konuda, bu araştırma AB'nin insani yardım politikalarının Türkiye'deki Suriyeli kent mültecilerinin uzun vadedeki ihtiyaçlarını karşılamadaki etkisini daha detaylı bir şekilde incelemiştir. AB'nin kısıtlayıcı sığınma politikaları ve insani yardım politikalarının, insani yardım alanındaki retorik ve pratik arasındaki koruma boşluğu üzerindeki etkisini bu araştırmada ele almıştır. Bu bağlamda, AB politikalarının Türkiye'de mülteci haklarına sahip olma paradoksu üzerindeki etkisi beşinci konuda tartışılmıştır. AB-Türkiye Anlaşmasının, mülteci haklarına sahip olma paradoksunu nasıl güçlendirdiğinin kritiği bu araştırmada yapılmıştır. Foucault'un güç, bilgi ve özne oluşumu teorisinden faydalanarak, bu araştırmada AB'nin yardım politikaları analiz edilmiştir. AB-Türkiye Anlaşması, AB'nin merkez ülkeleri tarafından kullanılan en önemli siyasi araçlardan birisidir. Bu ülkeler, sığınma ve göç politikaları üzerinde güç oluşturmak için AB-Türkiye Anlaşmasını bilginin inşa edilmesi sürecinde kullanmaktadırlar. AB, göçmen ve sığınma politikaları alanında hem Avrupa'da hem de Suriye'nin komşu ülkelerinde belirlenecek stratejilerin oluşturulmasında liderlik rolünü üstlenmeyi amaçlamaktadır. AB, Suriyeli mültecilerin yasal haklarını güçlendirmekten ziyade iç güvenliğini sağlamaya yönelik politikaları uygulamaya öncelik vermektedir. Bu bağlamda, Türkiye, AB üyesi devletlerin mülteci korumasına yönelik sorumluklarını hafifletmesine yardımcı olan en önemli stratejik ortaklardan birisi olarak görülmektedir. Biyopolitika yönetimsellik kapsamında, AB mültecileri iki temel kategoride sınıflandırmaktadır: 'iyi/ hak eden/ gerçek mülteciler' ve 'kötü /hak etmeyen/ sahte mülteciler' (Mavelli 2017). Realpolitik mantık çerçevesinde, Suriyeli mültecilerin temel hakları, kısa vadedeki siyasi ve ekonomik kazanımlar için göz ardı edilmektedir. İnsani yardım politikaları ise arka planda yer almaktadır. AB'nin biyopolitika güvenlik uygulamaları ve düzensiz göçü dışsallaştırma politikaları, AB'nin yardım politikalarının özelliklerini ve dinamiklerini şekillendirmekte belirleyici bir role sahiptir. AB'nin yardım politikaları, insani yaşamın hiyerarşik düzenlenmesini temel almaktadır. AB, Suriyeli mültecileri Türkiye'nin geçici koruma rejimi içerisine sınırlandırmayı amaçlayan AB-Türkiye Anlaşması üzerine sığınma ve mülteci politikalarını inşa etmekte çok kararlı gözükmektedir. Türkiye'de Suriyelik mültecilere yönelik hakların geçici olmasına rağmen, Türkiye'yi 'güvenli üçüncü ülke' ilan ederek, AB Türkiye'deki geçici koruma düzenlemesini meşrulaştırmaktadır. AB'nin biyopolitika yönetimselliği, Suriyeli kent mültecilerinin yaşam koşullarını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Türkiye'deki Suriyeli kent mültecilerinin yaşam koşullarıyla ilgili olarak, AB'nin yardım politikalarının yapısı, Türkiye'de mültecilere yönelik servislerin ve yardımın niceliğinin ve niteliğinin arttırılmasıyla ilgili olarak kritik bir öneme sahiptir. Bu araştırma, AB'nin insani yardımı araçsallaştırdığını ve politikleştirdiğini savunmuştur. AB, Suriyeli mültecilere yönelik yardımı, sınır kontrolü önlemlerinin katı bir şekilde uygulanması şartına göre şekillendirmektedir. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, Türk hükümetinin yasa dışı göçmenlerin Avrupa'ya geçmesini önleme çabası, AB'nin insani yardım politikalarında belirleyici bir role sahiptir. Bu bağlamda, AB'nin havuç/ sopa politikası, mülteci yardımında hak temelli yaklaşımın uygulanmasını tehlikeye sokmaktadır; çünkü mülteci kategorisinin politik niteliğini yok etmektedir. AB'nin 'problemin üzerine para atma yaklaşımı', Suriyeli kent mültecilerinin sosyal ve ekonomik refahını güçlendirmek için uzun vadeli bir çözüm sağlamamaktadır (Carrera, et al. 2016). Eğitim, istihdam ve sosyal politikaların uygulanabilmesi için kurumsal geliştirme ve kapasite inşa etme projeleri desteklenmediği sürece, sadece finansal yardım ile mültecilerin hızlı ve etkili bir şekilde korunması sağlanamayacaktır. Mültecilerin ihtiyaçları ve isteklerinin anlaşılmasını temel alarak, bu araştırma AB'nin insani yardım politikalarının, Suriyeli kent mültecilerinin materyal ve sosyo-psikolojik ihtiyaçlarını karşılamadaki rolünü analiz etmiştir. Bu bağlamda, insani yardım programlarının, hem mültecilerin materyal ihtiyaçlarına, hem de eğitim ve sosyo-psikolojik ihtiyaçlarına eşit önem vermesi gerektiği bu araştırmada savunulmaktadır. Bu kapsamda, AB'nin nakit yardım programları, AB'nin Türkiye'deki çok hizmetli toplum merkezleri ve eğitim kapasitesini geliştirmeye yönelik etkisi bu araştırmada incelenmektedir. AB'nin nakit yardım programları konusunda, bu programların iki önemli sınırlılığına bu araştırmada yer verilmektedir: Nakit yardım programlarının sürdürülebilir olmaması ve Türkiye'deki kent mültecilerinin refahını geliştirmek için sınırlı kapasiteye sahip olması. İlk olarak, AB fonlarının uzun vadede sürdürülebilir olması konusunda alanda çalışmalarını yürütmekte olan STK'ların ciddi endişeleri var. AB üyesi ülkeler, kendi bütçelerinden fonları mobilize etmek konusunda uzun süreden beri itiraz etmektedirler. Ayrıca, 2019'da İngiltere'nin AB'den ayrılma kararı alması neticesinde, AB fonlarının akıbeti konusunda güvensizlik oluştu. İkinci olarak, nakit yardım programları, Türkiye'de korunmasız durumda bulunan Suriyeli kent mültecilerinin hepsini kapsayamamaktadır. AB'nin Acil Sosyal Güvenlik Ağı (ESSN), hem kayıtsız mültecilere hem de kayıtlı olduğu şehirde yaşamayan mültecilere erişim sağlayamamaktadır. Nakit yardım programlarının analizinden sonra, AB fonlarının çok hizmetli toplum merkezlerine ve eğitimin kapasite inşasına etkisi bu araştırmada vurgulanmaktadır. İlk bakışta bu iki konu birbirinden farklı gözükmesine rağmen, Suriyeli kent mültecilerinin yasal haklarının güçlenmesi ve potansiyellerinin geliştirilmesi konusunda bu iki konunun ortak özelliklere sahip olduğu bu araştırmada savunulmaktadır. Suriyeli kent mültecilerinin psikolojik ve sosyal yönlerden iyi olma hali konusunda, toplum merkezlerinin önemi bu araştırmada vurgulanmaktadır. Araştırmacının STK temsilcileri ile yaptığı görüşmeler sırasında, toplum merkezlerinin mültecilere yönelik koruma sisteminin güçlenmesine, mültecilerin becerilerinin ve kabiliyetlerinin gelişmesine ve kamu hizmetlerine erişimi kolaylaştırmasına katkı sağladığı ortak bir şekilde ifade edilmiştir. Ayrıca, bu merkezler yasal hakları konusunda mültecilere bilgi sağlamaktadırlar. Bu bağlamda, özellikle hak temelli yardımseverliği benimseyen merkezlerin, mültecilerin hayatlarının her alanında dirençlerini güçlendirmesi için bir yaşam alanı yarattığı bu araştırmada savunulmaktadır. Agamben'in tanımladığı salt çıplak biyolojik yaşamdan mültecilerin çıkıp, ev sahibi ülkelerde sosyal, ekonomik ve siyasi hayata karışabilmeleri konusunda bu araştırmada hak temelli toplum merkezlerinin rolüne vurgu yapılmaktadır. Türkiye örnekleminde, bu araştırma, toplum merkezlerinin sınırlılıklarını incelemiştir. İlk olarak, bu merkezlerin sayısı, çok sayıda Suriyeli kent mültecisine erişim sağlayabilmek konusunda kısıtlı kalmaktadır. İkinci olarak, AB fonlu projelerin uygulama süresi genellikle kısa vadeli olmaktadır. Bu nedenle, uygulayıcı dernekler ile sözleşmeler kısa süreli yapılmaktadır. Bu durum projelerin devamlılığının sağlanması ve derneklerin altyapı kapasitelerinin güçlendirilmesi konusunda ciddi engeller yaratmaktadır. Beşinci konunun son kısmında, bu araştırma, eğitimin bir güçlendirme mekanizması olma rolüne vurgu yapmaktadır. Eğitim, Suriyeli mülteci çocukların kendi potansiyellerine ulaşabilmelerine, hayatlarını yeniden inşa edebilmek için güçlenmelerine, fakirlik ve yoksunluk karşısında mücadele edebilmelerine imkân sağlamaktadır. Bu araştırmada eğitim, hak-temelli yardımseverliğin kilit bir öğesi olarak tanımlanmaktadır. Türkiye, Suriyeli mültecilerin eğitime erişimlerini garanti etmesine rağmen, Suriyeli mülteci çocukların eğitime erişimde neden ciddi engeller ile karşılaştıkları bu araştırmada analiz edilmiştir. Bu kapsamda, AB fonlarının, Türkiye'de eğitim kapasitesini geliştirmede mevcut ihtiyaçların çok gerisinde kaldığı bu araştırmada savunulmaktadır. AB ve Türkiye arasında giderek artmakta olan gergin ilişki, AB fonlarının eğitim tesislerine aktarılmasının sürekliliği konusunda da soru işareti uyandırmaktadır. Açık bir şekilde görüldüğü üzere, 3, 5 milyonun üzerinde Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmak için Türkiye'nin kurumsal ve altyapısal kapasitesi yetersiz kalmaktadır. Türkiye'deki Suriyeli mülteciler, geçici koruma kimlik belgeleri için kayıt yaptırmak ve çalışma izni almak konusunda uzun süre beklemek zorunda kalmaktadırlar. Profesyonel çevirmenlerin azlığı nedeniyle, mülteciler, yasal haklarına ilişkin bilgi almakta zorlanmaktadırlar. Sağlık hizmetleri çalışanları, öğretmenler, psikologlar, avukatlar ve alan çalışanları ile iletişim kurmakta güçlükler yaşamaktadırlar. Servislerin azlığı ya da bilgi eksikliği nedeniyle, kamu hizmetlerine erişmekte zorlanmaktadırlar. İnsani yardım programları, Türkiye'de ihtiyaç halinde olan Suriyeli kent mültecilerinin hepsine erişim sağlayamamaktadır. Mültecilerin problemleri ile birebir ilgilenmek konusunda, toplum merkezlerinin sayısı çok kısıtlı kalmaktadır. Eğitim altyapısı, Suriyeli mülteci çocukların tümüne eğitim fırsatları sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Türkiye'deki kurumsal ve altyapısal kapasitesinin geliştirilmesi amacıyla gerekli yatırımların sağlanmasında, AB fonları ihtiyaç duyulan miktarın gerisinde kalmaktadır. Kapasite geliştirme yatırımlarının tamamlanmasının uzun bir zaman aldığı düşünülecek olursa, yatırımlara gereken önemin verilmemesi durumunda, daha fazla sayıda Suriyeli mülteci çocukların ve gençlerin kayıp nesil olma riski giderek artacaktır. Suriyeli mültecilerin, temel insan haklarını kullanabilmelerini sağlamak amacıyla, AB üyesi devletlerin mültecilerin korunması hususunda Türkiye ile eşit sorumluluk paylaşması büyük bir önem arz etmektedir. AB üyesi devletlere yerleştirilen Suriyeli mültecilerin sayısı artmadığı sürece, sadece finansal yardım, Türkiye'deki mültecilerin uzun süreli ihtiyaçlarını karşılamakta etkili olamayacaktır. Diğer tarafta, Türk hükümetinin uzun vadede sosyal bütünleşme strateji belirlemesi ve geçici koruma altındaki yasal hakların geçiciliğine hak-temelli çözüm oluşturması büyük bir önem arz etmektedir. Aksi takdirde, Suriyeli kent mültecilerinin, yalın yaşamın biopolitik gerçekliğin ötesine geçmekte zorlanacaklardır. Bağımlılık ilişkisinden kurtulup, yasal haklarından etkin bir şekilde faydalanabilen ve kendi ayakları üzerinde durabilen dirençli bir birey haline gelme süreçleri gecikecektir.

Özet (Çeviri)

There is a huge gap between rhetoric and practice with regard to the implementation of rights-based humanitarianism in world politics. In the policy formulation process, UN agencies, EU institutions and human rights NGOs always underline the importance of rights-based approach to refugee assistance in the context of meeting the longer-term resilience needs of refugees. However, nation states, the principal duty bearers of human rights obligations, are more inclined to restrict the humanitarian agenda within the borders of dominant governmental rationalities. In the policy implementation process, economic and security considerations of the states predominate over their humanitarian considerations. Refugees are placed in an asymmetrical relationship with main political actors who have the authority over refugee lives. Refugees' enjoyment of their fundamental human rights is subjected to the willingness of national governments. In this context, this research raises the question of why political actors place refugees in a vertical and hierarchical relationship with duty-bearers. In order to form the basis for the question, the research draws attention to the complicated three-cornered relationship among securitization policies, liberal economic agenda and needs-based humanitarianism. The research argues that this triangular relationship is significantly reinforced within the broader rhetoric of the international refugee regime which does not have independent power on state decision making. In respect of the institutional characteristics of the regime, the research addresses the main problematic aspects of the 1951 Convention which creates a serious obstacle to the implementation of RBA to refugee assistance. As many scholars argue in refugee and forced migration studies, the fact that the Convention does not have a power for legal sanction to the signatory countries causes the practical dilemmas faced by asylum-seekers, IDPs, and refugees around the world (Alborzi, 2006; Chitanda, 1997; Feller, 2001; Gorlick, 2006; Millbank, 2000; Straw, 2001). Lack of coercive enforcement mechanism for fair and equitable responsibility sharing mechanism causes 'the protection lite'. To put it more clearly, national governments of core countries in Europe and North America shift their legal obligations to semi-periphery and periphery countries in the Global South. As a consequence of the deep-rooted problems in international refugee regime, the suffering of refugees is constructed at the state level. In a protracted refugee situation, the sclerosis characteristics of the current political system lays heavier burden on refugees' shoulders. Inadequate protection for refugees force most of them to rely on their own ingenuity to survive and restore their lives in host countries because humanitarian efforts are not effectively complemented with rights-based humanitarianism and sustainable livelihood programmes. In offering a critique for inadequate protection mechanism, the research underlines the importance of sustainable livelihood phase which contributes to developing economic and social resilience of urban refugees in host countries. In order to create a sustainable change in daily life of refugees, there is a need for long-term solution mechanism which improves their self-reliance strategies. In an attempt to demonstrate the importance of RBA to refugee assistance, Chapter 2 examined the main reasons for failures in the effectiveness of humanitarian policies in a response to protracted humanitarian crises. In this sense, the research claims that the effectiveness of humanitarian policies is dependent on whether humanitarian projects contribute to meeting long-term needs of refugees in order to empower their capabilities. The research underlines the importance of that needs-based approach should shift towards rights-based approach to refugee assistance in a prolonged crisis to fulfill refugee rights such as the rights to life, liberty, self-actualization, and the pursuit of happiness. In order to provide a prelude to the more concrete discussions on the problematic characteristics of international humanitarian regime, the research examined the impact of both EU's humanitarian policies and its legal framework for refugee protection on Syrian urban refugees in Turkey. The main reason why the research chooses this case is that EU's immigration and asylum policies well illustrate the biopolitical paradigm of modern politics. In Chapter 3, the research examined why EU Member States adopt the notion of 'NIMBYism' in the field of immigration and asylum.71 Accordingly, the research analyzed how the notion of 'NIMBYism' affected the quality of protection offered to Syrian refugees under the present refugee regime. In this context, the research firstly addressed to the EU's two existential problems which deepen the solidarity crisis amongst the member states. These are the financial crisis of the Eurozone and refugee protection crisis. The crisis of solidarity within the EU creates a serious challenge to the effectiveness and sustainability of collective action for refugee protection at EU level. In the current political climate, the rise of radical right-wing parties, which are anti-immigrant and anti- EU, severely affects the resilience of solidarity in the EU. These political parties stand against the transfer of sovereignty to a supranational institution. They seek to strengthen national sentiments, by otherising minorities such as immigrants and other ethnic and religious groups. The anti-immigrant discourse seriously reinforces restrictive asylum policies in Europe. Member States prefer to follow their own roads, by renationalizing their asylum policies and prioritizing territorial principles. They are more concerned to preserve their sovereign rights, and maintain economic and social stability within their own territories. Hence, the biopolitical governmentality of EU Member States pushes aside rights-based humanitarianism in practical realm. The increasingly lack of solidarity in Europe weakens the EU's political capabilities to facilitate the practical implementation of common asylum policies. It also creates serious obstacles to developing and maintaining a shared vision for humanitarian aid at EU level. In the time of crisis, it is apparent that EU Member States drift from each other with respect to the requirements of principle and fair sharing responsibility within the EU. Nevertheless, they are willing to take collective action on border security mechanism and the externalization of migration control. In this sense, the research emphasizes why border security mechanism was considered as public good in Europe in comparison to refugee protection efforts. The benefits of the border security efforts strengthen the cooperation on internal security between EU Member States. The non-entrée regime of the EU is one of the most important political tools for the member states to relieve their responsibilities for granting asylum to Syrian refugees. The regime also lets Member States alleviate their obligations to provide refugees with basic rights such as their access to welfare, legal aid, and employment. Nevertheless, the non-entrée causes biopolitical racism in the legal framework on immigration and asylum. The biopolitical tactics of the Member States to facilitate the management of refugees cause human rights violations. The biopolitical management of populations is one of the most significant political tools for EU Member States to control over the lives of asylum seekers, and refugees through political measures such as the classification of populations, the maintenance of security, and the regulation of asylum policies (Baele, 2016). In a response to refugee protection crisis, the research claims that EU Member States adopt two main biopolitical tactics: the fortification of EU borders, and the EU's preferential agreements with Syria's neighbor countries in order to keep Syrian refugees within the region. These two tactics strengthen the institutional mechanism of biopolitical governmentality in Europe. In Chapter 3, the research draws attention to the consequences of the former biopolitical tactics used for the management of the Syrian refugee protection crisis in Europe. Almost all EU Member States fortify their biopolitical border regimes, by building fences along their borders and temporarily suspending the Schengen Agreement to keep Syrian refugees out of their territories. EU Member States mobilize so much money from their own budgets in order to strengthen border protection and build more detention centres (Amnesty International, 2014: 9). For instance, Hungary built a fence at its borders with Serbia and Croatia. Slovenia constructed a razor fire and built fence along its border with Croatia. Austria constructed fence at its border with Slovenia (Deitelhoff and Daase, 2016: 66). Bulgaria built a wall along the Turkish border. As a result of the securitization of EU borders, many Syrian refugees are stranded along the Western Balkans route (DTM, 2017). In the political atmosphere where EU Member States tighten their refugee policies, the Commission proposed to significantly increase security and border protection spending for the EU budget for 2021-2027 in May 2018. The new budget almost triples funding from 13 billion Euros to 34,9 billion Euros for external border management, asylum, and migration (European Commission, 2018c). In addition to the securitization of EU border, some EU Member States do not meet refugees' basic needs in order to force them to leave their territories (Davies, et al. 2017: 1280). For instance, 'the Stop Soros Bill', which was passed by the Hungarian government, is one of the most striking examples of biopolitical tactics on refugee lives in Europe. Similarly, Bulgaria did not provide nutrition assistance to Syrian refugees who cross the border illegally in order to punish them (PRO ASYL, 2015: 13). As a consequence of the biopolitical forms of governance in Europe, the EU has evolved towards a security actor. It seems that the EU's identity as a human rights promoter and humanitarian actor is mostly visible in the policy framework, not in the policy implementation process. EU Member States' restrictive and control oriented asylum policies to pay lower political cost for refugee protection endanger the effectiveness of humanitarian programmes in Turkey. This severely deepens protection gaps in the implementation process of humanitarian programmes. The protection lite creates serious obstacles for Syrian urban refugees to genuinely have access to public services such as education, healthcare, as well as access to humanitarian assistance and services in Turkey. In order to strengthen the argument mentioned above, Chapter 4 and Chapter 5 examined how EU's biopolitical efforts for protection lite decreased the quality of humanitarian programmes in Turkey. In this sense, the research aims to demonstrate that the exponential growth of the number of Syrian urban refugees puts a great strain on the institutional and infrastructural capacity of Turkey. In such a situation, humanitarian programmes fall behind the actual needs of Syrian urban refuges in Turkey. In Chapter 4, the research moves on to the specific case of Syrian urban refugees' well-being in Turkey. It raises question mark over the Turkish government's efforts to rearrange the refugee protection system with regard to developing a resilience-based response to self-reliance of refugees. The long-term presence of Syrian urban refugees requires a sustained political and financial commitment to meet their longer-term resilience needs in Turkey. The Turkish government enacted some new regulations in order to improve the protection regime for Syrian refugees. However, the government hasn't still developed long-term policies for social integration of Syrian refugees. Temporary Protection Regulation (TPR) falls behind the level of protection because it does not develop an effective legal solution to precarious legal position of Syrian refugees. Turkey also does not guarantee the possibility of their permanent stay. Hence, TPR creates uncertainty and insecurity in the lives of Syrian refugees. The volatility of legal status forces them to create their own survival strategies in Turkey. Their economic vulnerability heightens certain dangers and risks such as child marriage, exploitation of their labor power and unfair working conditions (Hosseini, 2015). Within this context, Chapter 4 underlines the importance of sustainable livelihood programs in order to empower economic resilience of Syrian urban refugees in Turkey. Sustainable livelihood programmes are conducive to not only provide employment facilitation, but also empower refugees to take a control over their lives. In this sense, the research draws attention to the extent of sustainable livelihood opportunities available to Syrian urban refugees in Turkey. The research sets a close linkage between legal employment and self-reliance strategies. In a prolonged refugee situation, the concept of self-reliance gains more importance because care and maintenance is not enough to meet the long-term needs of refugees. In this regard, the research argues that transition phase of rights-based and sustainable livelihood programs are very slow and problematic in Turkey due to the absence of political road map of the Turkish government. The problems resulted from the lack of long-term integration policies, and the volatility of legal rights in Turkey also create serious challenge to facilitate the transition phase in the implementation process. Furthermore, the research argues that inadequate institutional and infrastructural capacity of Turkey causes serious problems for Syrian urban refugees to meet their long-term needs. The effectiveness of refugee policies was challenged by the exponential growth of the number of Syrian urban refugees in Turkey. A growing number of Syrian urban refugees put a great strain on both physical infrastructure and public service-related infrastructure in especially southeastern provinces of Turkey. In order to improve a sustainable and resilient infrastructure, there is a huge need for investing a large amount of financial resources in capacity development. It is very hard for the Turkish government to create a strong infrastructure and enhance capacity building for schools and community centres in a very short time period because of a shortage of financial funds. This causes a huge gap between the legal entitlements of Syrian urban refugees and their actual protection in Turkey. Strengthening capacity development of refugee hosting countries is a long process which may persist for many years, thus it requires a multi-year commitment from political actors. In this regard, the research examined the role of EU funds in living-conditions of Syrian urban refugees in Turkey. In order to explain the problems arisen from the unsustainability of EU funds, the research addresses to the changing dynamics of the EU-Turkey relationship after the declaration of the official state of emergency which has lasted around 2 years in Turkey. Because of the political atmosphere in Turkey, the EU had to re-position itself. The EU criticized the state of emergency measures because these measures were in breach of international human rights obligations. The tense relationship between the EU and Turkey creates a risk of long-term project suspension. The stressful political atmosphere significantly affects the sustainability of EU funds for Syrian refugees in Turkey. In Chapter 5, the research examined more closely the effectiveness of EU's humanitarian policies for meeting the long-term needs of Syrian urban refugees in Turkey. It aims to examine the impact of the EU's restrictive asylum policies and humanitarian policies on the protection gap between rhetoric and practice in the humanitarian realm. In this context, Chapter 5 also examined the second main biopolitical tactics of EU Member States within the scope of the possession of paradox of refugee rights in Turkey. The EU's preferential agreements with Syria's neighbor countries are one of the most important biopolitical tactics in order to keep Syrian refugees away from EU borders. In this sense, the research argues that EU Member States attempt to turn Syria's neighbor countries into their subcontractors in the fields of irregular migration and asylum, by offering some concessions such as preferential trade agreements, billions of dollars in grants, or visa facilitation. For instance, the EU-Jordan Compact, which entered into force in 2016, offered preferential trade agreements, and in return the Jordanian government facilitated the provision of work permits for Syrian refugees and encouraged their labour market integration (Temprano Arroyo, 2017: 2). The EU-Lebanon Compact included bilateral assistance to Lebanon in order to support Lebanon's economic development plans, and the allocation of EU funds for Syrian refugees. In turn the Lebanese government facilitated the residency status of Syrian refugees (Battu, 2016). The EU-Turkey Statement is the most striking example to the second main biopolitical tactics of EU Member States. The EU attempts to use financial assistance as a political tool to keep Syrian refugees in Turkey. EU Member States expected that Syrian refugees would prefer to remain in Turkey when refugees had the ability to meet their basic needs. However, the assumption is failed due to the lack of durable solutions in Syria's neighbor countries (Noll, 2018). EU's needs based approach to refugee assistance in practical realm significantly reinforces the possession of paradox of refugee rights in Turkey. The fundamental human rights of Syrian refugees are exchanged for short-term political and economic gains within the logic of realpolitik. Humanitarian considerations take a back seat. In Chapter 5, the research puts greater focus on the EU-Turkey Statement in the scope of Foucault's theorization about power, knowledge and subject formation. The EU-Turkey Statement is one of the most crucial political instruments for the EU's core countries to construct knowledge as an exercise of their power over asylum and immigration policies. The EU aims to take a leading role in determining the strategy development in the area of immigration and asylum in both Europe and Syria's neighbouring countries. It puts the internal security of the EU in higher priority than legal empowerment of Syrian refugees. In this sense, Turkey is seen as one of the most strategic partners which help the EU Member States relieve their responsibilities for refugee protection. EU's biopolitical security practices and its externalization policies on irregular migration have a determinant role in shaping the characteristics of EU's humanitarian policies. The research argues that EU's humanitarian policies are grounded in the hierarchical ordering of human lives. The EU seems very determined to build its asylum and refugee policies upon the EU-Turkey Deal which aims to contain Syrian refugees within Turkey's temporary protection regime. It justifies the temporary protection regulation in Turkey, by declaring Turkey 'safe third country' despite of the volatility of refugee rights in Turkey. The EU's biopolitical governance negatively affects the capabilities of Syrian urban refugees in all aspects of their lives. In the case of Syrian urban refugees in Turkey, the nature of EU's humanitarian aid plays a critical role in increasing the quantity and quality of services and assistance to refugees in Turkey. The research argues that the EU instrumentalizes and politicizes humanitarian aid. It makes its assistance to Syrian refugees in Turkey conditional on the strict enforcement of border control measures. To put it more clearly, the Turkish government's successful attempt to prevent illegal immigrants from crossing Europe has a determinant role in the provision of humanitarian aid. In this sense, the EU's carrot/stick instrument endangers the implementation of rights-based approach to refugee assistance because it depoliticizes the refugee category. The current EU's approach of 'throwing money at the problem' does not provide long-term solutions for Syrian urban refugees to empower their social and economic wellbeing (Carrera, et al., 2016). Financial aid does not improve the prompt and effective protection of refugees unless it is not complemented with institutional development and capacity building projects for the implementation of education, employment and social policies. Based on the understanding of refugee needs and aspirations, the research analyzed the role of the EU's humanitarian assistance in meeting material and socio-psychological needs of Syrian urban refugees in Turkey. In this sense, the research argues that humanitarian programmes should give an equal importance to meet not only material needs of refugees, but also their educational needs and socio-psychological needs at the same time. This research puts focus on EU's cash assistance programmes (CAPs), EU funding for multi-service community centres and educational facilities in Turkey. In related to the CAPs, the research addresses two major limitations of these programmes: the unsustainability of CAPs and their limited capability to improve wellbeing of Syrian urban refugees in Turkey. Firstly, there are serious concerns about long-term sustainable funding of the EU. EU Member States already started to make objection to the mobilization of funds from their own budgets. Further, the UK's decision to leave the EU in 2019 has raised doubts about the future of the EU funds. Secondly, CAPs cannot be provided to all Syrian urban refugees who are in an overwhelmingly vulnerable situation in Turkey. ESSN support cannot reach both unregistered refugees and those who live in the city they are not registered. After analysis of CAPs, the research draws attention to the impact of EU funding on multi-service community centres and education development capacity building. Even though the two topics may seem different at first sight, the research argues that they share common features with regard to developing legal empowerment of Syrian urban refugees, and improving their potentialities. In the context of non-material and psychosocial aspects of human wellbeing, the research draws attention to the importance of multi-service community centres for Syrian urban refugees. During the researcher's interviews with NGO representatives, it is commonly expressed that community centres contributes to enhancing the protection of refugees, developing their skills and capabilities, and facilitating their access to public services. These centres also provide information on the legal rights to refugees. In this sense, the research argues that these centres, which especially adopt rights-based humanitarianism, create a living space for refugees to empower their resilience in every aspect of their lives. The research underlines the importance of rights-based community centres to facilitate the transition of refugee lives from bare life towards a qualified life in social, economic and political aspects. In the case of Turkey, the research addresses the limitations of multi-service community centres. Firstly, the number of centres remains limited to reach out to a large number of Syrian urban refugees. Secondly, EU funded projects are mostly short-term in terms of the duration of project implementation and the contracts with implementer organisations. This creates a serious obstacle to provide the consistency of projects and to empower infrastructural capacity of the organisations. Thirdly, the EU neglects the projects' operational capacity such as staff capacity building, and infrastructural capacity of institutions. In the last part of Chapter 5, the research draws attention to education as a tool of empowerment which enables Syrian refugee children to reach their full potential; empower them to rebuild their lives; fight against poverty and deprivation. In this sense, the research conceptualizes education as a key element of rights-based humanitarianism. The research examined why Syrian refugee children face serious barriers to education in Turkey despite of the fact that Turkey guarantees access to education for Syrian refugees. In this context, the research argues that EU funds fall further behind in improving education development capacity building in Turkey. The increasingly tense relationship between the EU and Turkey raises question mark over the sustainability of EU funds for educational facilities. As can clearly be seen, Turkey's institutional and infrastructural capacity to host more than 3,5 registered Syrian refugees is inadequate. They face delays in registration for temporary protection and receiving work permits in Turkey. Due to lack of professional interpreters, Syrian refugees have difficulties in receiving information on their rights. They face communication challenges with health care providers, teachers, psychologists, lawyers and field workers. Due to lack of the services or lack of information, they have difficulties in access to public services. Humanitarian programmes cannot reach out to all Syrian urban refugees who are in need of humanitarian aid in Turkey. The number of multi-community centres remains very limited to communicate with refugees on a one-to-one basis to better deal with their problems. Education infrastructure is inadequate to provide all Syrian refugee children with educational opportunities. With regards to developing institutional and infrastructural capacity, the EU funds fall behind in helping the Turkish government meet the cost of the required investment. Capacity development investments take long period of time to complete. The protection gaps create a greater risk of lost generation of Syrian refugees in a protracted crisis. As a consequence of both EU's humanitarian policies and the Turkish government's refugee regime, the research argues that humanitarian programmes cannot effectively go beyond care and maintenance phase in Turkey. In order to better explain the consequences of the problem related to the transition towards sustainable livelihoods phase, the researcher visualizes the ideal situation in the second phase of humanitarian response, and the current situation in Turkey. In the ideal situation in the second phase of humanitarian response, it is suggested that cash assistance should have a supportive role for improving sustainable livelihoods of refugees when a humanitarian crisis starts to turn into a protracted crisis. It is expected that cash assistance gradually decreases in order to reduce dependency of refugees on cash aid. In the course of time, cash assistance programmes (CAPs) are substantially replaced with sustainable livelihood programmes in a protracted crisis. In order to increase social and economic wellbeing of refugees, the research argues that humanitarian programmes should put a greater focus on the sustainable livelihoods programme development in practical realm (Loescher and Milner, 2011). As shown in figure 4, there is a rigidly interconnected relationship between sustainable livelihood programmes and institutional and infrastructural capacity of main host countries. In order to empower self-reliance of refugees, capacity development of main host countries has a significant role (Andes Vinas, et al., 2015). Hence, it is very critical that long-term capacity development projects should support educational programmes, multi-service community centres, and increase legal employment opportunities, and public welfare benefits in main host countries (Auerbach, et al., 2009; Gabiam, 2014; Jacobsen, 2005; Jacobsen and Fratzke, 2016; Krasteva, 2014). In this way, self-reliance of refugees starts to increase as long as their dependency on humanitarian aid decreases. In the case of Syrian refugees in Turkey, a different scenario has appeared during the past seven years, as shown in figure 5. The research argues that EU funds are not enough to implement sustainable livelihoods programmes in Turkey.73 EU funds provide these programmes with limited degree of support to Syrian refugees. Nevertheless, they cannot go beyond to the desired point in the second phase of humanitarian response. The uncertainty of EU funds hinders the development of a sustainable livelihood strategy in the long-term. Furthermore, the allocation of EU funds is very slow (Batalla-Adam, 2016: 6). As can be seen in Figure 5, CAPs cannot effectively be replaced with sustainable livelihood programmes in Turkey. Long-term investment policies in sustainable livelihoods programmes, multi-service community centres, educational programmes, public welfare benefits move away from the core of humanitarian policies in Turkey in comparison to Figure 4. Hence, the protection gap between rhetoric and practice has severely increased in Turkey during the implementation of humanitarian policies.74 The current humanitarian policies create a serious obstacle to increase self-reliance of refugees in Turkey. Humanitarian biopolitics circle creates a bubble which seems great on the surface, as does in Figure 4. However, it nurtures illusion of rights-based humanitarianism in rhetoric. In order to enable Syrian refugees to empower their resilience, the research argues that EU Member States should share equal responsibility for refugee protection with Turkey. Unless the member states increase the number of Syrian refugees who are resettled to Europe, and offer more support to sustainable livelihoods programmes in Turkey, financial aid only cannot be efficient to meet their growing needs in Turkey. On the other side, it is very critical that the Turkish government should develop a long-term social integration strategy, and create a rights-based solution to the volatility of legal rights under temporary protection. Otherwise, Syrian urban refugees will continue to face enormous difficulties in going beyond the biopolitical reality of bare life in order to escape from dependency and achieve self-sustaining growth.

Benzer Tezler

  1. Güvenlik-kalkınma ekseninde AB'nin dış yardımlarının değerlendirilmesi: Doğu ve Güney komşuluk politikası örnekleri (2004-2014)

    Assessing the EU's foreign aid on the security-development nexus: Cases of Eastern and Southern neighbourhood policy (2004-2014)

    AHMET BİLAL TÜZGEN

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2022

    Uluslararası İlişkilerMarmara Üniversitesi

    Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. EMEL PARLAR DAL

  2. An Example of USA influence upon the Central Asian states after the Soviet disintegration

    Sovyetler Birliği'nin yıkılması sonrası ABD etkisi altında kalan Orta Asya cumhuriyetlerine bir örnek

    BAKTYBEK CHAKİEV

    Yüksek Lisans

    İngilizce

    İngilizce

    2002

    Uluslararası İlişkilerDokuz Eylül Üniversitesi

    Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı

    Y.DOÇ.DR. NURAY ÖNDER

  3. From discourse to policy: Analysing frontex in terms of Paris school

    Söylemden politikaya: Paris okulu bakış açısıyla frontex analizi

    AYŞEGÜL TAMER ÖZKAN

    Yüksek Lisans

    İngilizce

    İngilizce

    2024

    Uluslararası İlişkilerAltınbaş Üniversitesi

    Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. ALPER KALİBER

  4. The European Union's foreign policy: Explaining variation in external assistance policies

    Avrupa Birliğinin dış politikası: Dış yardım politikalarında farklılığı açıklamak

    DAMLA CİHANGİR TETİK

    Doktora

    İngilizce

    İngilizce

    2017

    Siyasal BilimlerSabancı Üniversitesi

    Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. MELTEM MÜFTÜLER BAÇ

  5. Assessing the impact of the European Union's policies on the Yemeni crisis (2011-2022)

    Avrupa Birliği politikalarının Yemen krizi üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi (2011-2022)

    MARWAN MOHAMMED ABDULKHALEQ SENAN

    Yüksek Lisans

    İngilizce

    İngilizce

    2023

    Kamu Yönetimiİstanbul Gelişim Üniversitesi

    Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı

    DR. ÖĞR. ÜYESİ RAHMAT ULLAH