Geri Dön

State and civil society relation in Türkiye: The case of women csos

Türkiye'de Devlet ve sivil toplum ilişkisi: Kadın örgütleri örneği

  1. Tez No: 940816
  2. Yazar: TUNA YÜCEL
  3. Danışmanlar: DOÇ. DR. AYÇA ERGUN ÖZBOLAT
  4. Tez Türü: Yüksek Lisans
  5. Konular: Sosyoloji, Sociology
  6. Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
  7. Yıl: 2025
  8. Dil: İngilizce
  9. Üniversite: Orta Doğu Teknik Üniversitesi
  10. Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Sosyal Politika Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Sosyal Politika Bilim Dalı
  13. Sayfa Sayısı: 148

Özet

Bu tez, kadın sivil toplum kuruluşları (STK) ile devlet arasındaki ilişkinin Türkiye'de toplumsal cinsiyete duyarlı sosyal politikaların şekillenmesindeki belirleyici rolünü ele almaktadır. Kadın STK'ları, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunmak, yasal düzenleme süreçlerini etkilemek ve dezavantajlı grupların sesini duyurarak demokratik yönetişime katkıda bulunmak açısından kritik aktörlerdir. Ancak bu kuruluşların politika yapım süreçlerindeki etkisi, bürokratik engeller, mali bağımlılıklar, yasal kısıtlamalar ve iktidar asimetrileri nedeniyle sıklıkla sınırlanmaktadır. Türkiye'de, devlet ve kadın STK'ları arasındaki ilişki, özellikle Avrupa Birliği (AB) uyum süreci ve Yeni Kamu Yönetimi ilkelerinin benimsenmesiyle dönüşüm geçirmiştir. 2000'li yılların başında medeni ve ceza kanunlarındaki reformlarla kadın hakları güçlendirilmiş ve devlet-STK işbirliği teşvik edilmiştir. Ancak AB sürecinin ivme kaybetmesiyle birlikte hükümet, bağımsız örgütler yerine devlet yanlısı STK'ları tercih etmeye başlamış; bu da politika yapım süreçlerinde bağımsız kadın örgütlerinin etkisini sınırlandırmıştır. Devletin zaman zaman kadın STK'larıyla işbirliğine gitmesine rağmen, özellikle devlet politikalarını eleştiren kuruluşlara yönelik kısıtlayıcı tedbirler alınmış ve bu durum kadın STK'larının hareket alanını daraltmıştır. Kadın STK'ları tarihsel olarak devletle toplum arasında köprü işlevi görmüş, katılımcı yönetişimi destekleyici roller üstlenmiştir. Ancak bu ilişki, siyasal iklim ve sivil toplumu düzenleyen yasal çerçeve tarafından biçimlenmektedir. Yabancı fonlara erişimin kısıtlanması, gösteri özgürlüğüne yönelik sınırlamalar ve artan bürokratik denetim, bağımsız savunuculuğu zorlaştırmakta ve kadın STK'larının toplumsal cinsiyete duyarlı sosyal politikaları etkileme kapasitesini sınırlamaktadır. Devlet-STK ilişkilerinde mali bağımlılık da önemli bir faktördür. Ulusal ve uluslararası fonlara olan bağımlılık, bu kuruluşların özerkliğini zaman zaman zayıflatmakta, özellikle feminist hukuki reformları savunan örgütler“yabancı etkisi”ithamlarına maruz kalmaktadır. Dijital aktivizm, kadın STK'larının devletle olan ilişkilerini yeniden tanımlamalarına imkân tanımıştır. Çevrimiçi kampanyalar ve dijital platformlar aracılığıyla toplumsal farkındalık yaratılmış, ancak bu mecralar da devletin dijital denetim mekanizmaları nedeniyle baskı altına alınmıştır. Mevcut literatür, genel olarak sivil toplum ve yönetişim ilişkisini incelemekle birlikte, Türkiye'de kadın STK'larının toplumsal cinsiyet politikaları üzerindeki etkisine dair derinlemesine analizler sınırlıdır. Bu tez, kadın STK'larının devletle olan etkileşimlerinin hangi faktörlerle şekillendiğini ve bu etkileşimlerin cinsiyet temelli politika yapımı üzerindeki etkilerini irdelemeyi amaçlamaktadır. Kadınların ekonomik katılımı, toplumsal cinsiyet temelli şiddetle mücadele ve ayrımcılığa karşı hukuki koruma gibi alanlara odaklanarak yönetişim, toplumsal cinsiyet savunuculuğu ve sivil toplum kesişiminde bir katkı sunmayı hedeflemektedir. Tezin temel araştırma sorusu,“Kadın STK'ları Türkiye'de siyasi, hukuki ve kurumsal kısıtlamalarla nasıl baş ederek savunuculuk faaliyetlerini sürdürebilmekte ve politika üzerinde etkili olabilmektedir?”biçiminde belirlenmiştir. Bu bağlamda, kadın STK'larının tarihsel gelişimi, siyasi bağlamın etkisi, kurumlar arası etkileşimler ve uluslararası aktörlerle kurulan ilişkiler detaylı olarak incelenmiştir. Tez, feminist alanlarda çalışan STK temsilcileriyle yapılan yarı yapılandırılmış görüşmelere dayanan nitel verilere yer vererek, kadın STK'larının stratejik tepkilerini ve kurumsal algılarını analiz etmektedir. Tez, giriş bölümünün ardından literatür taramasıyla teorik çerçeveyi ortaya koymakta; özellikle devlet-STK ilişkisine dair işbirliği, araçsallaştırma ve çatışma modellerini ele almaktadır. Metodoloji bölümü, nitel yöntem tercihinin gerekçesini sunarken, bulgular bölümü saha verilerine dayanarak kadın STK'larının deneyimlerini ve karşılaştıkları zorlukları detaylandırmaktadır. Sonuç bölümü ise bulguları literatürle sentezleyerek, Türkiye'de kadın STK'larının toplumsal cinsiyete duyarlı politika yapım süreçlerindeki değişen rolüne dair çıkarımlar sunmaktadır. Türkiye'de kadın sivil toplum kuruluşları (STK) ile devlet arasındaki ilişkilerin sosyal politika yapım sürecine etkisi çok boyutlu biçimde ele alınmaktadır. Literatür, kadın STK'larının toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar üzerindeki etkisini şekillendiren yasal, mali, siyasal ve kurumsal koşulları incelemektedir. Türkiye'deki kadın STK'ları, özellikle 2010 sonrası döneminde artan denetim ve kısıtlamalarla karşı karşıya kalmış, bağımsız örgütlerin alanı daraltılmıştır. Devlet, ideolojik olarak uyumlu gördüğü kadın örgütlerine kaynak ve görünürlük sağlarken, feminist perspektifle çalışan STK'lar dışlanmış ya da itibarsızlaştırılmıştır. Bu durum, sosyal politika yapım süreçlerinde katılımcılık ilkesini zayıflatmaktadır. Kadın STK'larının mali açıdan büyük ölçüde uluslararası fonlara bağımlı olması, hem bir fırsat hem de kırılganlık kaynağıdır. AB'nin öncülüğünde sağlanan fonlar, bu kuruluşların kapasite geliştirme ve savunuculuk faaliyetlerini sürdürmelerini sağlamış; ancak bu durum devletin“yabancı etkisi”söylemini güçlendirmiştir. Özellikle dış kaynaklı STK'lar, hükümet tarafından sıklıkla ulusal değerlere tehdit olarak konumlandırılmıştır. Kadın STK'larının devletle ilişkilerinde üç temel model öne çıkmaktadır: dahil edici, seçici ve dışlayıcı yaklaşımlar. AB süreci boyunca daha fazla işbirliğine dayalı bir ilişki söz konusu iken, son dönemde devletin yalnızca kendi ideolojisine yakın STK'larla çalışmayı tercih ettiği seçici modele geçilmiştir. Dışlayıcı modelde ise devlet, feminist örgütleri tehdit olarak görerek politika yapım süreçlerinden tamamen dışlamaktadır. Kadın STK'larının etkinliği, yalnızca devletin tutumuna değil; aynı zamanda örgütlerin kendi stratejilerine, dijital mecralarda varlık göstermelerine ve uluslararası aktörlerle kurdukları ittifaklara bağlıdır. Dijital aktivizm ve stratejik dava süreçleri, doğrudan etkileşim kurulamadığında kadın örgütlerinin görünürlük kazanmasına olanak tanımaktadır.“#İstanbulSözleşmesiYaşatır”gibi kampanyalar, bu direnişin simgelerinden biri olmuştur. Teorik çerçeve açısından, üç ana yaklaşım ele alınmaktadır: • Politika Ağı Teorisi, devlet dışı aktörlerin karar alma süreçlerindeki yerini açıklarken, siyasi bağlantıları olan STK'ların ayrıcalıklı konumuna dikkat çeker. • Kamu Tercihi Teorisi, politika yapıcıların kamu yararı yerine siyasi çıkarlar doğrultusunda hareket ettiğini varsayarak, devletin yalnızca kendisine yakın örgütleri desteklemesini anlamlandırır. • Yeni Kurumsalcılık, hem yasal düzenlemelerin hem de tarihsel olarak kökleşmiş toplumsal normların kadın STK'larının hareket alanını nasıl sınırlandırdığını gösterir. Türkiye'deki mevcut yasal düzenlemeler ve tarihsel ataerkil kurumsal yapı, kadın örgütlerinin bağımsız hareket etmesini zorlaştırmaktadır. Bu kapsamda, tarihsel perspektifte, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan süreçte kadın örgütlerinin gelişimi izlenmiştir. Erken Cumhuriyet döneminde kadın hakları, modernleşme projesinin bir parçası olarak yukarıdan aşağıya reformlarla tanımlanmış, ancak bağımsız kadın hareketlerine izin verilmemiştir. 1980 sonrası dönemde ise, feminist örgütler tabana dayalı, bağımsız hareketler olarak ortaya çıkmıştır. Mor Çatı gibi yapılar, kadına yönelik şiddetle mücadelede öncü roller üstlenmiş, yasal değişikliklerde etkili olmuştur. 2000'li yıllarda AB sürecinin ivme kazandırdığı yasal reformlar kadın STK'larının etkisini artırmış, ancak sonrasında yaşanan gelişmeler ile birlikte bu kazanımlar ciddi biçimde zayıflamıştır. 2021 yılında Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi, kadın hareketi açısından önemli bir kırılma noktası olmuş, bu karar geniş kapsamlı dijital ve ulusal tepkiye neden olmuştur. Mevcut literatür, kadın STK'larının sosyal politika üzerindeki etkisini analiz ederken bazı önemli boşluklar barındırmaktadır. Özellikle dijital aktivizm, uluslararası ağlarla işbirliği ve devletle dolaylı müzakere kanalları gibi alternatif stratejilere yeterince odaklanılmamıştır. Ayrıca, kadın STK'larının devletle olan ilişkilerinde karşılaştıkları yapısal eşitsizliklerin birbirleriyle nasıl kesiştiği (yasal engeller, mali bağımlılık, ideolojik dışlanma vb.) çoğunlukla parçalı şekilde ele alınmıştır. Bu tez, söz konusu boşlukları doldurmayı, kadın STK'larının nasıl stratejiler geliştirerek devletle etkileşim kurduğunu ve bu süreçlerin cinsiyet eşitliği odaklı sosyal politikaları nasıl etkilediğini bütüncül biçimde analiz etmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, kadın sivil toplum kuruluşları (STK) ile devlet arasındaki ilişkileri analiz etmek için kullanılan yöntemleri ve bu tez kapsamında benimsenen araştırma yaklaşımını ele almaktadır. Çalışma, nitel araştırma yöntemleri ile politika teorilerinden yararlanarak karma bir metodolojik yapı oluşturmuştur. Sivil toplum araştırmalarında yaygın olarak kullanılan nitel vaka analizi, belirli bağlamlarda devlet-STK etkileşimlerini derinlemesine inceleme olanağı sunar. Sayısal genellemelere dayanan yöntemlerin aksine, nitel çalışmalar STK'ların siyasi baskılar, hukuki kısıtlamalar ve fon bağımlılığı gibi zorlukları nasıl aştığını, aynı zamanda değişim yaratma stratejilerini nasıl geliştirdiklerini anlamaya olanak sağlar. Derinlemesine görüşmeler, belge analizi ve etnografik gözlem bu yöntemlerin başlıca araçları arasında yer alır. Katılımcı gözlem ve görüşmeler, sivil toplumun gündelik pratikleri, direnç mekanizmaları ve kurumsal ilişki ağlarını görünür kılarken; belge analizi, yasal düzenlemelerin ve fonlama yapılarının zaman içindeki dönüşümünü izlemeyi sağlar. Nitel vaka analizinin avantajı, özellikle otoriter rejimlerdeki resmi olmayan yönetişim pratiklerini ortaya koyabilmesidir. Ancak sınırlı genellenebilirlik ve araştırmacı öznelliği gibi dezavantajları da beraberinde getirir. Politika teorisi ise çalışmanın kavramsal çerçevesini sağlar. Sivil toplumun yönetişimdeki rolüne ilişkin normatif değerlendirmeler, demokrasi, hesap verebilirlik ve toplumsal dayanışma kavramları etrafında şekillenir. Katılımcı demokrasi, tabandan hareket ve çok aktörlü yönetişim gibi kavramlar, feminist STK'ların dönüştürücü potansiyelini vurgular. Ancak bu teorik yaklaşımlar, zaman zaman pratik politika önerilerine dönüşmekte yetersiz kalabilir ve gerçek dünya karmaşıklığını göz ardı edebilir. Bu çalışmada benimsenen yöntemsel tasarım, Türkiye'de kadın STK'larının siyasi ve kurumsal kısıtlamalar altındaki hareket alanlarını anlamak amacıyla nitel bir yaklaşımı temel alır. Çalışma kapsamında insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve hukuki reform alanlarında faaliyet gösteren kadın STK'ları ile derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların örgüt içindeki konumları, kurucu, yönetici, program sorumlusu, gönüllü gibi çeşitlilik göstermektedir. Araştırmacının mesleki konumu sayesinde bu alana dair ön bilgiye sahip olması, örneklem seçiminde etkili olmuş; ilk temaslar doğrudan telefonla ve ardından açıklayıcı e-postalar yoluyla kurulmuştur. Bazı devlet yanlısı STK'lar başlangıçta katılım sağlayacağını bildirmiş ancak görüşme sürecinde iletişimi kesmiş, bu da örneklemin kısıtlı olmasına neden olmuştur. Görüşmelerin ilk bölümü, STK'ların kuruluş hikâyeleri, misyonları ve temel faaliyet alanlarına odaklanmış; böylece her bir örgütün Türkiye'deki sivil toplum ekosistemindeki yeri belirlenmiştir. İkinci bölüm, devlet kurumlarıyla ilişkiler, karşılaşılan yasal düzenlemeler ve ideal devlet-STK ilişkisinin nasıl olması gerektiği gibi konulara ayrılmıştır. Üçüncü bölümde ise diğer STK'lar, siyasi partiler ve uluslararası kuruluşlarla kurulan ilişkiler değerlendirilmiştir. Bu yöntemsel yaklaşım sayesinde kadın STK'larının nasıl ağlar kurduğu, stratejik koalisyonlar oluşturduğu, devletle dolaylı ya da doğrudan nasıl ilişki kurduğu anlaşılmış; bu etkileşimlerin siyasi iklim ve uluslararası baskılardan nasıl etkilendiği analiz edilmiştir. Bu tezin temel yöntemsel zorluklarından biri, bağlamsal derinlikle genellenebilirlik arasında bir denge kurmaktır. Türkiye'deki kadın hareketi, özgün tarihsel ve siyasal koşullarda şekillenmiş olup, genellemeyi zorlaştıran dinamiklere sahiptir. Bu nedenle çalışma, veri üçlemesi (triangulation) yöntemi ile hem bağlamsal derinlik hem de geçerlilik sağlamayı amaçlamıştır. Bu çerçevede, görüşmeler, kadın STK'larının devletle ilişkilerinde ne tür stratejiler geliştirdiklerini doğrudan anlamaya olanak sağlamıştır. Belge analizi ile yasa metinleri, fonlama raporları ve politika belgeleri üzerinden tarihsel eğilimler ve dış etkiler değerlendirilmiştir. Söylem analizi yoluyla ise kamu algısı, STK'ların fon kaynaklarına ilişkin tartışmalar ve uluslararası ilişkilerin örgütsel özerklik üzerindeki etkisi incelenmiştir. Sonuç olarak bu metodoloji bölümü, Türkiye'de kadın STK'larının siyasal baskılar karşısında nasıl direnç geliştirdiğini, hangi ağlar ve stratejiler aracılığıyla sosyal politika yapım süreçlerine müdahil olduğunu nitel yöntemlerle ortaya koymaktadır. Araştırmanın bulguları, feminist örgütlerin karşı karşıya kaldığı kısıtlamalara rağmen nasıl dayanışma, yaratıcı direniş ve kurumsal stratejiler geliştirdiğini göstermektedir. Türkiye'de kadın örgütlerinin devletle ilişkilerine dair yapılan yarı yapılandırılmış görüşmelerin bulgularını sunmaktadır. Kadın örgütleri, toplumsal cinsiyet eşitliği alanında önemli kazanımlar elde etmiş olsalar da, etkileri büyük ölçüde siyasal iklim ve kurumların sivil topluma açıklığına bağlıdır. Politika yapım sürecine etkili katılım için, stratejik ortaklıklar, kurumsal kapasite geliştirme ve politika diyaloğunun güçlendirilmesi kritik önemdedir. Kadın örgütleri çeşitli kısıtlayıcı koşullara rağmen dijital savunuculuk, yerel düzeyde taban örgütlenmesi ve uluslararası ortaklıklar gibi stratejilerle sosyal politikaları etkilemeye çalışmaktadır. Özellikle sosyal medya kampanyaları, çevrimiçi dilekçeler ve dijital hikâyeleştirme yoluyla kamuoyu yaratma ve politika yapıcıları etkileme çabaları öne çıkmaktadır. Ancak bu çabalar, devlet gözetimi, yasal engeller ve siyasi baskılarla sınırlanmakta, kadın hakları savunucuları sıklıkla tehdit, damgalama ve sosyal dışlanma gibi zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır. Buna karşın, örgütlerin dijital mecralar, uluslararası dayanışma ve yerel dayanışma ağları yoluyla geliştirdiği direnç ve uyum kapasitesi dikkat çekmektedir. Bu çabaların sürdürülebilirliği, daha kapsayıcı bir hukuki ve siyasal ortamın oluşturulmasına bağlıdır. Kadın örgütlerinin bazı alanlarda yasa yapım süreçlerine etkisi gözlemlenmektedir; örneğin 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un kabulü, kadın hareketinin etkili savunuculuğu sayesinde gerçekleşmiştir. TÜSEV'in 2021 yılı raporuna göre, STK'ların yalnızca %8'i doğrudan karar alıcılarla temas kurabilmektedir. Öte yandan, %74'ü dış kaynaklara bağımlı olup bu durum devletin mali denetimine ve dış müdahale ithamlarına zemin hazırlamaktadır. Bu bağlamda Türkiye örneği, sivil toplumun demokratikleşmeye hizmet edip etmediği yönündeki kuramsal tartışmalarla birebir örtüşmektedir. Bazı kadın örgütleri feminist politikaları destekleyerek toplumsal dönüşüme katkı sunarken, devletle daha yakın ilişki kuran bazı yapılar geleneksel cinsiyet rollerini yeniden üretmektedir. Böylece kadın örgütleri hem mevcut yapıları dönüştürme hem de pekiştirme potansiyeline sahip bir yapı olarak değerlendirilmelidir. Özellikle son dönemde çıkarılan yasal düzenlemeler, 2020 tarihli 7262 sayılı yasa gibi, kadın örgütlerinin faaliyet alanını daraltmakta ve uluslararası fonlara erişimi zorlaştırmaktadır. Bu yasa, özellikle cinsiyet temelli şiddetle mücadele, üreme hakları ve feminist savunuculuk yapan örgütleri hedef almaktadır. Ancak İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılması gibi gelişmelere karşı kitlesel dijital kampanyalar, uluslararası savunuculuk ve hukuki girişimlerle mücadele sürdürülmektedir. Kadın örgütlerinin dayanıklılığı, afet gibi kriz dönemlerinde de kendini göstermektedir. Örneğin 2023 depremi sonrası, kadınların özel ihtiyaçlarını önceleyen yardım faaliyetleri kadın STK'larının liderliğinde gerçekleşmiştir. Buna karşın, devletin yardım faaliyetlerini merkezileştirme çabası, sivil toplumun hareket alanını daraltmıştır. Kadın örgütlerinin etkinliği, hukuki koruma düzeyi, mali bağımsızlık ve kurumsal kapasite gibi faktörlerle doğrudan ilişkilidir. Devlet destekli örgütler mali açıdan avantajlı olsa da bağımsız hareket etme kapasiteleri sınırlıdır. Buna karşın, alternatif finans kaynakları ve dayanışma ağları aracılığıyla sürdürülebilirliği sağlamak isteyen örgütler de bulunmaktadır. Dijital aktivizm ve uluslararası iş birlikleri, bu örgütlerin seslerini duyurmasında hayati bir rol oynamaktadır. Ancak hükümetin sosyal medya üzerindeki artan kontrolü, içerik kaldırma talepleri ve yeni çıkarılan dezenformasyon yasası gibi uygulamalar, dijital aktivizmi de baskı altına almaktadır. Bu nedenle kadın örgütlerinin dayanıklılığı, hem yerel bağlamda geliştirdikleri taktiklere hem de uluslararası destek mekanizmalarına bağlıdır. Son olarak, kadın örgütlerinin küresel fon sağlayıcılar, AB ve Birlemiş Milletler gibi kurumlarla ilişkileri; bir yandan dayanıklılıklarını artırırken, öte yandan devlet nezdinde meşruiyet tartışmalarını beraberinde getirmektedir. Dış aktörlerin sağladığı kaynaklar hem fırsatlar yaratmakta hem de ulusal düzeyde siyasi baskıya maruz kalmalarına yol açmaktadır. Türkiye'deki kadın örgütleri, devlet kurumlarıyla karmaşık, çoğu zaman da kırılgan bir ilişki yürütmektedir. Bazı kamu kurumlarıyla verimli iş birlikleri kurulsa da, birçok örgüt bürokratik engeller, siyasi çekinceler ve istikrarsız taahhütlerle karşı karşıya kalmaktadır. Görüşmeler, kadın örgütlerinin devletle hem yapıcı hem de eleştirel bir ilişki içinde olduğunu; zaman zaman ortak politika üretimi yaptıklarını, bazen de hükümeti hesap vermeye zorladıklarını ortaya koymaktadır. Kadın örgütlerinin devletle iş birliği, kimi zaman somut yasa değişiklikleriyle sonuçlanmakta, Türk Ceza Kanunu, 6284 Sayılı Kanun gibi, kimi zaman ise yalnızca katılımla sınırlı kalmakta, öneriler nihai politikalara yansımamaktadır. Kadın örgütlerinin önemli bir bölümü, özellikle kriz zamanlarında (ör. deprem sonrası) kamusal hizmetlerin eksik kaldığı alanlarda devreye girerek, kadınlara doğrudan destek sağlamaktadır. Bununla birlikte, kamu kurumlarının katı yapıları, hızlı ve etkili müdahaleleri zorlaştırmakta, örgütlerin gözlemci ve aracı rolleri öne çıkmaktadır. Belediyelerle iş birliği, merkezi kurumlardan daha erişilebilir bulunmakta, fakat yerel siyasi ortam bu iş birliklerinin kalıcılığı üzerinde belirleyici olmaktadır. Uluslararası mekanizmalar, özellikle insan hakları alanında bir kaldıraç işlevi görse de, görüşmeciler bu mekanizmaların etkisinin azaldığını ve devletlerin önerilere yanıt vermede isteksiz olduğunu vurgulamaktadır. Bu durum, örgütlerin dikkatini iç hukuka ve ulusal kurumsal reformlara yöneltmesine neden olmuştur. Stratejik dava süreçleri, mevzuat değişiklikleri için önemli bir araç olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte, uluslararası fonlara olan bağımlılık, hem örgütlerin gündemini şekillendirmekte hem de yerel ihtiyaçlardan uzaklaşılmasına neden olabilmektedir. Röportajlarda, daha sürdürülebilir, karşılıklı güvene dayalı ve kapsayıcı fonlama modellerine duyulan ihtiyaç sıkça dile getirilmiştir. Kadın örgütleri arasındaki iş birliği, toplu savunuculuk açısından büyük önem taşımaktadır. Ancak fon kaynaklarına erişimdeki eşitsizlikler, ideolojik farklılıklar ve kurumsal kapasite farkları, bu iş birliklerinin sürekliliğini zorlaştırmaktadır. Küçük ve yerel örgütler, çoğu zaman büyük STK'ların gölgesinde kalmakta, görünürlük ve karar alma süreçlerine sınırlı şekilde dahil edilmektedir. Röportajlarda, bu eşitsizlikleri gidermek için kapasite geliştirme, mentorluk ilişkileri, ortak kampanya tasarımları ve uzun vadeli iş birliği modelleri önerilmiştir. Kadın örgütleri, rekabetin yerine dayanışmayı öne çıkaran bir sivil toplum hareketi inşa etmenin gerekliliğine dikkat çekmektedir. İdeolojik farklılıklar da ortak savunuculuk süreçlerini zorlaştıran bir diğer unsur olarak öne çıkmaktadır. Feminist, muhafazakâr, hizmet odaklı ya da hak temelli yaklaşımlar arasında zaman zaman gerilimler yaşanmakta; bu durum ortak dil ve strateji oluşturmayı zorlaştırmaktadır. Görüşmeciler, farklı örgütlerin kendi güçlü yönleriyle katkı sunabileceği esnek ve konu bazlı koalisyonlar önererek, bu çeşitliliğin bir avantaja dönüştürülebileceğini belirtmektedir. Sonuç olarak, kadın örgütleri Türkiye'deki toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde hem devletle hem birbirleriyle karmaşık ilişkiler içinde hareket etmektedir. Bu ilişkiler iş birliği, mücadele, uyum ve eleştiri gibi çok boyutlu dinamiklerle şekillenmektedir. Devletin söylem düzeyinde eşitlik taahhütleri sıklıkla uygulanabilirliğe dönüşmemekte, bu da örgütleri daha yaratıcı, dirençli ve stratejik savunuculuk yolları geliştirmeye yönlendirmektedir. Görüşmecilerin ifadeleri, kadın örgütlerinin değişen siyasi ortamlara rağmen hak temelli mücadeleyi sürdürmekteki kararlılığını ve kolektif etki yaratma arzularını açıkça ortaya koymaktadır. Bu tez, Türkiye'de kadın örgütleri ile devlet arasındaki ilişkilerin çok katmanlı, çoğu zaman çatışmalı ve dışlayıcı bir karakter taşıdığını ortaya koymuştur. Kadın örgütleri, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda önemli bir bilgi birikimi ve alana hâkimiyet sunmalarına rağmen, merkeziyetçi ve hiyerarşik devlet yapısı tarafından karar alma süreçlerinden dışlanmaktadır. Kadına yönelik şiddet, emek hakları ve üreme sağlığı gibi konularda uzmanlaşmış bu örgütler, özellikle devletin muhafazakâr kadın örgütlerini destekleyen seçici yaklaşımı nedeniyle hem kaynaklara hem de karar mekanizmalarına erişimde ciddi sınırlamalar yaşamaktadır. Kavramsal olarak bu araştırma, politika ağı teorisi, kamu tercihi teorisi ve yeni kurumsalcılık çerçevelerini bir araya getirerek kadın örgütlerinin faaliyet alanlarını belirleyen kurumsal, siyasi ve toplumsal yapıları açıklamaktadır. Politika ağı teorisi, örgütlerin resmi karar alma süreçlerinden nasıl dışlandığını gösterirken; kamu tercihi teorisi, devlet aktörlerinin siyasi ve ekonomik çıkarlarını sosyal politika hedeflerinin önünde tutma eğilimini gözler önüne sermektedir. Yeni kurumsalcılık ise devlet kurumlarındaki yerleşik ataerkil normların, toplumsal cinsiyet eşitliği taleplerine karşı yapısal direnç oluşturduğunu vurgulamaktadır. Kadın örgütleri bu dışlayıcı yapılar karşısında tamamen edilgen kalmamaktadır. Aksine, uluslararası savunuculuk, taban örgütlenmesi ve stratejik dava süreçleri gibi çeşitli direnç mekanizmaları geliştirmektedirler. Dijital aktivizm, transnasyonal ağlarla iş birliği ve toplumsal farkındalık kampanyaları gibi araçlarla hem kamusal tartışmalarda yer almakta hem de politika yapıcılar üzerinde baskı oluşturmaktadırlar. Bu stratejik direniş, kadın örgütlerinin yalnızca devlet dışı aktörler olarak değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümde etkin birer özne olduklarını göstermektedir. Araştırma, Türkiye'de kadın örgütlerinin hem devletle ilişkilerinde hem de birbirleriyle olan etkileşimlerinde karşılaştıkları zorluklara rağmen gösterdikleri direnci ortaya koymakta; siyasi baskılar, fonlama eşitsizlikleri ve kurumsal kısıtlamalara karşı yaratıcı çözümler geliştirdiklerini göstermektedir. Özellikle fonlama konusundaki yapısal eşitsizlikler, küçük ve yerel kadın örgütlerinin görünürlüğünü azaltmakta ve büyük örgütlerin lehine asimetrik ilişkiler doğurmaktadır. Bu bağlamda, daha eşitlikçi, uzun vadeli ve güvene dayalı koalisyonlara olan ihtiyaç sıklıkla vurgulanmaktadır. Yasal ve kurumsal kısıtlamalar, Dernekler Kanunu, Vakıflar Kanunu ve dış fonların denetimi gibi, feminist örgütlerin hareket alanını daraltmaktadır. Ancak bu durum, kadın örgütlerinin alternatif kanallar yaratmasını da beraberinde getirmiştir. Yerel yönetimlerle iş birlikleri, stratejik davalar, uluslararası raporlamalar ve toplumsal seferberlik kampanyaları bu bağlamda öne çıkan taktikler arasında yer almaktadır. Özellikle İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme sürecinde dijital aktivizmin yarattığı görünürlük ve mobilizasyon, kadın örgütlerinin teknolojiyi bir direniş aracı olarak nasıl etkili kullandığını göstermektedir. Araştırmanın bulguları, yalnızca Türkiye bağlamı için değil, aynı zamanda dünyadaki benzer otoriterleşme eğilimlerine karşı feminist hareketlerin nasıl ayakta kalabileceği konusunda da önemli çıkarımlar sunmaktadır. Kadın örgütlerinin dayanışma, esneklik ve strateji üretme kapasitesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin politik iktidarlarla olan ilişkisini dönüştürme potansiyeline işaret etmektedir. Bu bağlamda, önerilen politika adımları arasında daha katılımcı karar alma yapılarının oluşturulması, kadın örgütlerinin kurumsal danışma mekanizmalarına dahil edilmesi, fonlama süreçlerinin şeffaflaştırılması ve dijital savunuculuğun uzun vadeli politika süreçlerine entegre edilmesi yer almaktadır. Son olarak, kadın örgütlerinin hem ulusal düzeyde hem de uluslararası platformlarda güçlendirilmesi, Türkiye'deki toplumsal cinsiyet politikalarının demokratikleşmesi açısından kritik önem taşımaktadır. Bu çalışma, kadın örgütlerinin toplumsal cinsiyet adaleti mücadelesindeki vazgeçilmez rolünü vurgularken; aynı zamanda bu mücadelenin daha adil, eşitlikçi ve katılımcı bir toplum inşasına sunduğu katkıyı gözler önüne sermektedir.

Özet (Çeviri)

This thesis explores the crucial role of the relationship between women's civil society organizations (CSOs) and the state in shaping gender-sensitive social policies in Türkiye. Women's CSOs are critical actors in advocating for gender equality, influencing legislative processes, and amplifying the voices of marginalized groups, thereby contributing to participatory governance. However, their influence on policymaking is often constrained by bureaucratic barriers, financial dependencies, legal restrictions, and power asymmetries. In Türkiye, the relationship between the state and women's CSOs has undergone significant transformation, particularly with the adoption of European Union (EU) harmonization processes and New Public Management principles. In the early 2000s, reforms in civil and penal codes strengthened women's rights and promoted state-CSO cooperation. Yet, as the EU accession momentum waned, the government began favoring pro-state organizations over independent ones, thereby limiting the influence of autonomous women's organizations in policymaking. Although the state has at times cooperated with women's CSOs, it has also imposed restrictive measures—especially on those critical of government policies—narrowing their operational space. Historically, women's CSOs have acted as a bridge between the state and society, promoting participatory governance. Yet this relationship is shaped by the political climate and the legal framework regulating civil society. Restrictions on access to foreign funding, limitations on freedom of assembly, and increasing bureaucratic oversight make independent advocacy more difficult, weakening the ability of women's CSOs to influence gender-sensitive social policy. Financial dependence also plays a crucial role: reliance on national and international funding sometimes undermines the autonomy of these organizations, and particularly those advocating for feminist legal reforms are often accused of being influenced by“foreign actors.”Digital activism has allowed women's CSOs to redefine their relationship with the state. Through online campaigns and digital platforms, they have raised public awareness, though these spaces too have come under state surveillance and repression. While the literature generally examines the broader relationship between civil society and governance, in-depth analyses on the impact of women's CSOs on gender policies in Türkiye remain limited. This thesis aims to explore the factors shaping interactions between women's CSOs and the state and how these interactions affect gender-based policymaking. It contributes to the intersection of governance, gender advocacy, and civil society by focusing on areas such as women's economic participation, combating gender-based violence, and legal protection against discrimination. The core research question is:“How do women's CSOs in Türkiye maintain their advocacy activities and exert influence over policy despite political, legal, and institutional constraints?”In this context, the thesis examines the historical development of these organizations, the impact of political dynamics, inter-institutional interactions, and relationships with international actors. Based on semi-structured interviews with representatives from feminist CSOs, it analyzes their strategic responses and institutional perceptions. Following the introduction, the thesis presents a literature review and theoretical framework, focusing on models of collaboration, instrumentalization, and conflict in state-CSO relations. The methodology section explains the rationale behind using qualitative methods. The findings chapter elaborates on the experiences and challenges faced by women's CSOs based on field data. The conclusion synthesizes these findings with the literature to draw insights into the evolving role of women's CSOs in gender-sensitive policymaking in Türkiye. The literature examines the legal, financial, political, and institutional conditions that shape the influence of women's CSOs on gender-sensitive policies. Since 2010, women's organizations in Türkiye have faced increasing restrictions and scrutiny, with independent groups pushed to the margins. While the state provides visibility and resources to ideologically aligned women's groups, feminist CSOs are often excluded or delegitimized, undermining the principle of participatory policymaking. International funding, especially from the EU, presents both opportunities and vulnerabilities. While such funds have supported capacity building and advocacy, they have also reinforced the government's rhetoric of“foreign influence.”CSOs that receive foreign funding are often portrayed as threats to national values. Three models define the state's approach to women's CSOs: inclusive, selective, and exclusionary. While the EU process encouraged cooperation, the current trend favors selective engagement with ideologically aligned organizations. In the exclusionary model, feminist organizations are perceived as threats and excluded entirely from policymaking. The effectiveness of women's CSOs depends not only on state behavior but also on the organizations' strategies, digital presence, and alliances with international actors. Digital activism and strategic litigation have increased their visibility when direct engagement was not possible. Campaigns like“#IstanbulConventionSavesLives”have become symbols of this resistance. The theoretical framework draws on three main approaches: Policy Network Theory highlights the privileged position of politically connected CSOs in decision-making processes. Public Choice Theory explains how policymakers act in their own political interest, supporting only aligned organizations. New Institutionalism shows how entrenched legal and societal norms constrain the autonomy of women's CSOs. Türkiye's patriarchal institutional structure continues to restrict independent advocacy. From a historical perspective, the thesis traces the development of women's organizations from the Ottoman period to the Republic. In the early Republican era, women's rights were top-down reforms tied to modernization, with little space for independent movements. Post-1980, grassroots feminist organizations emerged, with groups like Mor Çatı playing a pioneering role in combating gender-based violence and influencing legal reform. While EU-driven legal reforms in the 2000s boosted women's CSOs, these gains have eroded in recent years. Türkiye's withdrawal from the Istanbul Convention in 2021 marked a significant rupture, triggering widespread national and digital protests. The literature has not sufficiently addressed alternative strategies such as digital activism, international networking, and indirect negotiation with the state. Structural inequalities such as legal restrictions, financial dependency, and ideological exclusion are often analyzed in isolation. This thesis aims to provide a holistic analysis of how women's CSOs engage with the state and influence gender-focused social policies, while also evaluating the methodologies used in such research. Drawing on qualitative methods and policy theory, the study adopts a mixed methodological approach. Qualitative case studies, widely used in civil society research, allow in-depth exploration of state-CSO interactions. Unlike quantitative generalizations, qualitative methods shed light on how CSOs navigate political pressure, legal restrictions, and funding dependencies. In-depth interviews, document analysis, and ethnographic observation are key tools in this approach. Participant observation and interviews reveal everyday practices, resistance mechanisms, and institutional networks, while document analysis tracks the evolution of legal and funding structures over time. A major advantage of qualitative case studies is their ability to uncover informal governance practices in authoritarian settings—though they come with limitations such as reduced generalizability and potential researcher subjectivity. Policy theory provides the conceptual lens of the study, framing civil society's role in governance around democracy, accountability, and solidarity. Concepts like participatory democracy, grassroots mobilization, and multi-actor governance highlight the transformative potential of feminist CSOs. However, these frameworks sometimes fall short in offering practical policy solutions and may overlook real-world complexities. The methodological design focuses on understanding the space of action available to women's CSOs under political and institutional constraints in Türkiye. In-depth interviews were conducted with CSOs working on human rights, gender equality, and legal reform. Participants varied in their roles within the organizations—from founders and directors to program officers and volunteers. The researcher's professional background provided prior knowledge and facilitated the sampling process. Initial contacts were made via phone, followed by explanatory emails. Some pro-government organizations initially agreed to participate but withdrew later, limiting the sample. The first part of the interviews focused on the organizations' histories, missions, and main areas of work, to contextualize their place within Türkiye's civil society ecosystem. The second part addressed relationships with state institutions, legal frameworks, and visions of an ideal state-CSO partnership. The third part examined connections with other CSOs, political parties, and international organizations. This approach helped uncover how women's CSOs form networks, build coalitions, and engage with the state directly or indirectly—while analyzing how political conditions and international pressures affect these interactions. A key methodological challenge was balancing contextual depth with generalizability. The women's movement in Türkiye is shaped by unique historical and political dynamics that complicate broad generalizations. Thus, triangulation was employed to ensure both depth and validity. Interviews offered direct insights into strategies developed by women's CSOs in engaging the state. Document analysis allowed evaluation of legal texts, funding reports, and policy documents, while discourse analysis revealed public perceptions and debates over funding sources and international ties. In sum, this methodological framework uncovers how women's CSOs develop resilience against political pressure and engage in social policymaking through various networks and strategies. Findings show that despite restrictions, feminist organizations continue to build solidarity, resist creatively, and develop institutional strategies. Based on semi-structured interviews, the findings show that while women's CSOs have achieved important gains in gender equality, their influence largely depends on the political climate and institutional openness. Strategic partnerships, capacity building, and enhanced policy dialogue are critical for effective participation in policymaking. Despite restrictive conditions, women's CSOs use strategies such as digital advocacy, grassroots organizing, and international partnerships to influence social policy. Online campaigns, petitions, and storytelling have helped generate public support and pressure policymakers. However, these efforts are constrained by state surveillance, legal barriers, and political repression. Activists frequently face threats, stigmatization, and social exclusion. Nevertheless, the resilience and adaptability developed through digital platforms, international solidarity, and local support networks is noteworthy. The sustainability of these efforts hinges on the creation of a more inclusive legal and political environment. In some cases, women's CSOs have influenced legislation—such as the adoption of Law No. 6284 on the Protection of the Family and Prevention of Violence Against Women, which was the result of effective advocacy. According to a 2021 report by TUSEV, only 8% of CSOs have direct contact with decision-makers, while 74% depend on foreign funding—enabling state scrutiny and accusations of foreign interference. Türkiye's case thus closely aligns with theoretical debates on whether civil society promotes democratization. Some CSOs contribute to social transformation through feminist policies, while others aligned with the state reinforce traditional gender roles. Thus, women's CSOs possess the potential both to challenge and reinforce existing structures. Recent legal developments, such as Law No. 7262 (2020), have restricted the operations of women's organizations and hindered access to foreign funding—particularly affecting groups focused on combating gender-based violence, reproductive rights, and feminist advocacy. Nonetheless, campaigns against such developments, including Türkiye's withdrawal from the Istanbul Convention, continue through digital mobilization, legal action, and international advocacy. Women's CSOs have also shown resilience during crises such as the 2023 earthquake, leading relief efforts that prioritized women's specific needs. However, state efforts to centralize aid operations have limited civil society's role, positioning CSOs as intermediaries and observers. While partnerships with municipalities are seen as more accessible, their sustainability depends on the local political context. Although international mechanisms still serve as leverage, interviewees emphasized their decreasing impact and the state's reluctance to respond to recommendations—shifting CSOs' focus toward domestic legal reforms. Strategic litigation has emerged as a key tool for legislative change. However, dependence on foreign funding shapes CSOs' agendas and risks distancing them from local needs. Interviews frequently highlighted the need for sustainable, trust-based, and inclusive funding models. Cooperation among women's CSOs is vital for collective advocacy, but disparities in access to funding, ideological differences, and varying institutional capacities challenge the continuity of collaboration. Smaller, local organizations often remain overshadowed by larger CSOs, with limited visibility and participation. Interviewees proposed capacity-building, mentorship, joint campaigns, and long-term cooperation models to address these inequalities, emphasizing solidarity over competition. Ideological diversity also complicates collective advocacy. Tensions can arise between feminist, conservative, service-oriented, and rights-based approaches, making it difficult to develop shared strategies. Interviewees suggested issue-based coalitions and flexible alliances that allow organizations to contribute according to their strengths, turning this diversity into an advantage. In conclusion, women's CSOs in Türkiye navigate complex, often conflictual relationships with both the state and each other. These relationships are shaped by dynamics of cooperation, resistance, adaptation, and critique. While state rhetoric often affirms equality, practical implementation falls short, prompting CSOs to adopt more creative, resilient, and strategic forms of advocacy. Interviewees expressed strong commitment to a rights-based struggle despite shifting political conditions and a shared desire to generate collective impact. This thesis demonstrates that the relationship between women's CSOs and the state in Türkiye is multi-layered, often contentious and exclusionary. Despite their expertise and authority in areas such as violence against women, labor rights, and reproductive health, women's organizations are excluded from decision-making by a centralized, hierarchical state structure. Especially under a selective model favoring conservative women's groups, access to resources and decision-making mechanisms has become increasingly limited for feminist CSOs. Conceptually, the thesis draws on policy network theory, public choice theory, and new institutionalism to explain the institutional, political, and societal structures shaping women's CSO activities. While policy network theory highlights their exclusion from formal processes, public choice theory reveals state actors' prioritization of political and economic interests. New institutionalism emphasizes how patriarchal norms embedded in state institutions create structural resistance to gender equality demands. Rather than remaining passive in the face of these exclusionary structures, women's CSOs employ strategies such as international advocacy, grassroots organizing, and strategic litigation. They actively engage in public discourse and pressure policymakers through digital activism, transnational networks, and awareness campaigns. This strategic resistance demonstrates their role not only as non-state actors, but also as agents of social transformation. The thesis reveals how women's organizations resist political pressure, address funding inequalities, and navigate institutional constraints through creative strategies. Structural imbalances in funding reduce the visibility of small and local organizations and foster asymmetries in favor of larger CSOs. Hence, there is a recurring call for more equitable, long-term, trust-based coalitions. Legal and institutional constraints—such as the Law on Associations, Law on Foundations, and increased control over foreign funds—limit feminist organizations' operational space. Yet, this has also led to the development of alternative channels, including partnerships with local governments, strategic litigation, international reporting, and grassroots mobilization. The digital visibility and mobilization created during the Istanbul Convention withdrawal illustrates how effectively women's CSOs have used technology as a tool of resistance. The findings are significant not only for Türkiye but also for understanding how feminist movements can persist under authoritarian trends globally. Women's CSOs demonstrate the potential to reshape the relationship between gender equality and political power through solidarity, adaptability, and strategic innovation. Proposed policy recommendations include: establishing more participatory decision-making structures, involving women's CSOs in institutional consultations, increasing funding transparency, and integrating digital advocacy into long-term policymaking processes. Finally, empowering women's CSOs at both national and international levels is vital for the democratization of gender policies in Türkiye. This study underscores the indispensable role of women's organizations in the pursuit of gender justice, while also highlighting their contribution to building a more just, equitable, and participatory society.

Benzer Tezler

  1. Perceptions and discourses on gender equality: The case of conservative women's organizations in Turkey

    Toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine algı ve söylemler: Türkiye'deki muhafazakar kadın örgütleri

    EMİNE FEYZA ARBERK BOZOĞLU

    Yüksek Lisans

    İngilizce

    İngilizce

    2020

    Siyasal BilimlerOrta Doğu Teknik Üniversitesi

    Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet Ana Bilim Dalı

    DOÇ. DR. AYÇA ERGUN ÖZBOLAT

  2. İmparatorluktan Cumhuriyete geçiş sürecinde devlet - sivil toplum ilişkisi; Türk Ocakları örneği

    The state and civil society relations in transition period of empire to republic; The case of Turkish hearts

    İLBEY CEMAL NURİ ÖZDEMİRCİ

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2014

    Siyasal BilimlerAnkara Üniversitesi

    Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı

    DOÇ. DR. MEHMET YETİŞ

  3. Yeni ve eski toplumsal hareketler: Türkiye'de demokratik açılımlar

    New and old social movements: Democratic openings in Turkey

    MUSTAFA KEMAL COŞKUN

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2005

    SosyolojiAnkara Üniversitesi

    Sosyoloji Ana Bilim Dalı

    DOÇ.DR. HAYRİYE ERBAŞ

  4. Türkiye'de su hakkı

    The right to water in Turkey

    YILDIZ AKEL ÜNAL

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2021

    HukukGalatasaray Üniversitesi

    Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. ERDOĞAN BÜLBÜL

  5. Civil society organizations (CSOs) in Turkey: Relations with the state and the case of Marmara earthquake from the perspective of CSOs

    Türkiye'de sivil toplum örgütleri (STÖ): STÖ'lerin perspektifinden devletle ilişkiler ve Marmara Depremi örneği

    AYŞE SERDAR

    Yüksek Lisans

    İngilizce

    İngilizce

    2002

    SosyolojiOrta Doğu Teknik Üniversitesi

    Sosyoloji Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. BAHATTİN AKŞİT