Geri Dön

Posthümanist mimarlık üzerine kuramsal bir okuma: İnsan ve insan dışı varlıklar arasında mekânsal ontolojiler ve ilişkisel ekolojiler

A theoretical reading on posthumanist architecture: Spatial ontologies and relational ecologies between human and non-human entities

  1. Tez No: 957787
  2. Yazar: AZİZE YAVAŞİ
  3. Danışmanlar: DOÇ. DR. TOLGA SAYIN
  4. Tez Türü: Yüksek Lisans
  5. Konular: Antropoloji, Felsefe, Mimarlık, Anthropology, Philosophy, Architecture
  6. Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
  7. Yıl: 2025
  8. Dil: Türkçe
  9. Üniversite: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
  10. Enstitü: Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Mimarlık Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Bina Bilgisi Bilim Dalı
  13. Sayfa Sayısı: 115

Özet

Bu tez, mimarlığı yalnızca insanlar için yapı üreten teknik bir disiplin olarak değil; insan ve insan dışı varlıklar arasında kurulan ontolojik, etik ve mekânsal ilişkiler ağı içinde konumlanan bir üretim pratiği olarak yeniden düşünmeyi amaçlamaktadır. 21. yüzyılın derinleşen ekolojik krizleri, teknolojik dönüşümleri ve toplumsal yarılmaları, modernitenin merkezine yerleştirilmiş olan rasyonel, özerk ve doğadan kopuk insan öznesi anlayışını sarsmıştır. Bu sarsıntı, mimarlığın yalnızca insan merkezli ihtiyaçları karşılamaya dönük bir disiplin olma işlevini tartışmalı hâle getirerek; onun çok aktörlü müşterek yaşam biçimlerini kuran ontolojik ve etik bir organizasyon alanı olarak yeniden tanımlanmasını gündeme taşımaktadır. Bu doğrultuda tez, posthümanist düşüncenin sunduğu kuramsal açılımlar üzerinden mimarlığın antropo-merkezli sınırlarını aşarak, türler arası karşılıklılık, ortak yaşam ve maddesel etkileşimlere dayalı yeni mekânsal ontolojiler üretme potansiyelini sorgulamaktadır. Mimarlık artık yalnızca biçimsel veya işlevsel bir üretim pratiği değil; insan, hayvan, veri, malzeme, iklim ve topografya gibi çok sayıda insan dışı varlıkla örülen ilişkisel bir ortam olarak ele alınmaktadır. Bu çerçevede mimarlık, doğanın edilgin bir zemin olarak tasarlandığı yaklaşımlardan uzaklaşmakta; yaşamı birlikte inşa eden çoklu aktörlerin varoluşsal karşılaşmalarına alan açan bir disiplin olarak yeniden değerlendirilmektedir. Tezin kuramsal temeli, insan ile insan dışı varlıklar arasındaki ilişkilerin tarihsel, düşünsel ve kültürel olarak nasıl biçimlendirildiğini ve bu sınırların hangi kuramsal açılımlarla aşılabileceğini araştıran çok katmanlı bir ontolojik sorgulama üzerine inşa edilmiştir. Bu bölümde öncelikle insan merkezli düşüncenin felsefi temelleri ve bu yapının çözülmesine yönelik iki farklı yönelim karşılaştırılmaktadır: biri insanın doğadaki ayrıcalıklı konumunu terk etmeyi önerirken, diğeri özne kavrayışının tümden dönüşümünü savunmaktadır. Ardından, bu tezin özgün katkısı olan Humanimal → Human → Humus modeli sunulmakta; insanın doğa, hayvan ve maddeyle kurduğu ilişkilerin üç farklı ontolojik düzlemde yeniden kavramsallaştırılması önerilmektedir. İlk düzlemde insan ve hayvan arasındaki sınırlar geçirgen hâle gelirken, ikincisinde modernitenin kurduğu rasyonel ve ayrıcalıklı insan öznesi eleştiriye tabi tutulmakta, üçüncüsünde ise insanın maddesel varoluşla yeniden ilişkiye geçtiği bir çözülme ve bağlanma süreci tarif edilmektedir. Bu dönüşüm, yalnızca kavramsal bir soyutlama değil; aynı zamanda maddesel, etik ve ontolojik bir yeniden örgütlenme önerisidir. Bu çerçeve, antropolojik ontoloji literatürüyle birlikte daha da genişletilmekte; insanın evrensel bir özne olarak değil, farklı topluluklarca farklı biçimlerde kavrandığı ortaya konmaktadır. Doğa-kültür ayrımının Batı düşüncesine özgü olduğu vurgulanmakta; animizm, totemizm, naturalizm gibi ontolojik rejimlerin insan-doğa ilişkisini nasıl yeniden tanımladığı gösterilmektedir. Bu yaklaşım, yalnızca insan anlayışını değil; temsil, düşünme ve yaşama biçimlerini de çoğullaştırmakta; mimarlığın bu çoğullukla nasıl ilişki kurabileceğine dair imkânları işaret etmektedir. Çağdaş düşünce kuramlarında özne ve kimlik, durağan yapılar olarak değil; karşılaşmalar, geçişler ve etkilenimler yoluyla biçimlenen dinamik oluşlar olarak kavramsallaştırılmaktadır. Bu perspektif, varlığı da yalnızca var olan bir şey değil; etkileşimle beliren, koşullara göre şekillenen ve sabitlenemeyen bir süreç olarak ele almaktadır. Bu yaklaşımların bütüncül değerlendirmesi, mimarlığın yalnızca insan merkezli bir tasarım disiplini olmadığını; farklı varlık biçimleriyle kurduğu ilişkiler yoluyla alternatif bir düşünme ve üretme pratiği olarak yeniden tanımlanabileceğini ortaya koymaktadır. Üçüncü bölümde, ontolojik dönüşümün mimarlık disiplinindeki yansımaları, insan-dışı varlıkların mekânsal üretim süreçlerinde nasıl etkili aktörlere dönüştüğünü ortaya koyacak biçimde ele alınmaktadır. Mimarlık, yalnızca insanlar tarafından yönlendirilen bir üretim pratiği değil; hayvanlar, maddesel öğeler, veri akışları, iklimsel koşullar ve algoritmalar gibi çok çeşitli insan-dışı varlıklarla birlikte şekillenen bir ilişkiler ağı olarak yeniden tanımlanmaktadır. Bu yeniden tanımlama, biçimsel çözümlerden çok, karşılaşmalar, etkileşimler ve ortaklaşmalar üzerinden işleyen bir mekân üretimini gündeme getirmektedir. Bu çerçevede Bruno Latour'un Actor-Network Theory yaklaşımı, tasarım sürecinin yalnızca insan öznesine dayalı değil; çeşitli insan-dışı aktörlerle kurulan ilişkiler üzerinden şekillenen bir etkileşim alanı olduğunu ileri sürmektedir. Bu kuramsal çerçevenin devamında Jane Bennett'in canlı madde ve eyleyici nesne anlayışı mimarlıkta maddesel bileşenlerin yalnızca araçsal değil, etkileyici varlıklar olarak düşünülmesini mümkün kılmaktadır. Duvarlar, yüzeyler, malzemeler; artık yalnızca işlevsel değil, çevresel etkilere tepki veren, zamansal dönüşümler yaşayan ve hatta estetik-etik karar süreçlerini etkileyen öznemsi birer aktör olarak konumlandırılmaktadır. Graham Harman'ın yaklaşımı ise, nesneleri sadece insan merkezli algılarla şekillenen araçlar olarak değil, kendi başına varoluşsal derinliği ve dolaysız bir gerçekliği olan özneler olarak ele alır. Bu anlayış, mimarlıkta nesnelerin yalnızca biçimsel temsile indirgenemeyeceğini, her bir nesnenin kendine özgü bir varlık yoğunluğu ve kavranamazlık taşıdığını ileri sürer. Bu noktada, posthüman aktörlerin mimari tasarım sürecine nasıl katıldığına dair güncel uygulamalar dikkat çekici örnekler sunmaktadır. Joyce Hwang'ın yarasalarla kurduğu mimari etkileşimler, hayvanların korunacak canlılar olmanın ötesinde, mekânın biçimlenmesinde aktif rol oynayan özneler olarak kavramsallaştırılabileceğini göstermektedir. Refik Anadol'un büyük veri ve yapay zekâ tabanlı projeleri, veriyi pasif bir bilgi değil, mekânsal formasyonlara yön veren bir tasarım bileşeni olarak yorumlamaktadır. WikiHouse gibi açık kaynaklı ve katılıma dayalı sistemler ise algoritmaların tasarım sürecine müdahil olabileceğini örneklemektedir. Bu örnekler, mimarlığın yalnızca insanlar için değil; hayvanlar, veriler ve sistemlerle birlikte, çok katmanlı ve çok aktörlü bir üretim alanı olarak yeniden tanımlanmasını mümkün kılmaktadır. Bu bağlamda mimar, karar verici tekil bir özne değil; ilişkiler kuran, çevresiyle birlikte dönüşen ve müşterek eylemlere katılan bir eş-fail olarak yeniden düşünülmektedir. Dördüncü bölümde ise mimarlık, etik ve ekolojik ilişkilerin kurulduğu müşterek bir yaşam pratiği olarak yeniden düşünülmektedir. Bu bölümün ilk kısmında, mimarlığın doğayla, temsille ve farklı türlerle kurduğu ilişkiler etik bir zemin üzerinden tartışılmaktadır. Michel Serres'in doğa ile sözleşme önerisi, Donna Haraway'in karşılıklılık temelli simbiyotik etik anlayışı, Karen Barad'ın etiko-onto-epistemolojik sorumluluk ilkesi ve Bruno Latour'un şeylerin temsiline dair politik yaklaşımı, bu bölümün etik çerçevesini oluşturmaktadır. Bu yaklaşımlar, mimarlığın yalnızca insanlar için değil; insan dışı varlıklarla birlikte sorumluluk alan, temsilin sınırlarını müzakere eden ve karşılıklı etkileşime açık bir alan olduğunu göstermektedir. Bu etik çerçevenin ardından, müşterek yaşam biçimlerinin mekânsal yansımaları ele alınmakta; simbiyotik birliktelikler, geçici yapılar ve ortaklaşmaya dayalı üretim süreçleri mimarlığın toplumsal ve ekolojik boyutunu dönüştüren başlıca eğilimler olarak sunulmaktadır. Türler arası mimari yüzeyler, doğayla simbiyotik etkileşim kuran yapılar ve katılımcı inşa biçimleri aracılığıyla mimarlığın yalnızca mekân kurmadığı; aynı zamanda müşterek yaşamlar inşa ettiği gösterilmektedir. Bölümün son kısmı ise ontolojik tasarım ve ekolojik imgelem ekseninde şekillenmektedir. Arturo Escobar'ın ontolojik tasarım yaklaşımı, Anna Tsing'in geçici simbiyotik ağlara dair önerileri, Timothy Morton'un doğaya dair temsiliyet eleştirisi ve Tony Fry'ın geleceğe dönük tasarım sorumluluğu fikri, mimarlığı yalnızca bugünü düzenleyen değil; çok türlü geleceklere dair tahayyül kuran bir düşünme biçimi olarak kavramsallaştırmaktadır. Bu yaklaşım, mimarlığın pedagojik, teknolojik, politik ve çevresel uygulamalarına entegre edilebilecek çok boyutlu bir araştırma alanı sunduğu gibi, temsiliyetin sınırlarını genişleten ve tasarımın gelecekle ilişkisini yeniden kurgulayan etik-politik bir arayüz olarak ortaya çıkmasına olanak tanımaktadır. Sonuç olarak bu tez, mimarlığı yalnızca insan ihtiyaçlarına hizmet eden bir yapı üretimi olarak değil; maddesel karşılaşmaların, türler arası dolanıklıkların ve müşterek etik sorumlulukların örgütlendiği bir posthümanist düşünme pratiği olarak ele almayı önermektedir. Bu perspektif, mimarlığı etik ve ontolojik bir yeniden kuruluş alanı olarak konumlandırırken; mimarı da biçim üreticisi değil, türler arası ilişkilerin fail-i müştereklerinden biri olarak tanımlar. Posthümanist mimarlık, yalnızca biçimsel estetiği değil; varoluşsal, siyasal ve etik çokluğun mekânsal karşılıklarını kuran bir dünya üretme pratiği olarak değerlendirilmektedir.

Özet (Çeviri)

This thesis aims to rethink architecture not only as a technical discipline that produces buildings for humans, but also as a practice of production situated within a network of ontological, ethical and spatial relations between human and non-human beings. The 21st century's deepening ecological crises, technological transformations and social rifts have shaken the understanding of the rational, autonomous and detached human subject placed at the center of modernity. This shake-up has rendered the function of architecture as a discipline solely oriented towards meeting anthropocentric needs controversial, bringing its redefinition as an ontological and ethical field of organization that establishes multi-actor communal life forms to the agenda. In this direction, the thesis questions the potential of architecture to produce new spatial ontologies based on interspecies reciprocity, symbiosis and material interactions by transcending its anthropo-centric boundaries through the theoretical expansions offered by posthumanist thought. Architecture is no longer considered solely as a formal or functional production practice, but as a relational environment woven with a multitude of non-human entities such as humans, animals, data, materials, climate and topography. The theoretical foundation of the thesis is structured on three planes: ontological transformation, relational theories of space and posthumanist ethical orientations. The model developed in the second section,“Humanimal → Human → Humus”, conceptualizes the historical, philosophical and material transformation of the human subject. Philippe Descola's ontological regimes, Rosi Braidotti's immanent subject theory, Eduardo Kohn's post-representationalism, Viveiros de Castro's perspectivism and Spinoza-inspired immanence constitute the theoretical backbone of this model. The human being is no longer conceptualized as a mere biological agent, but as a relational subject existing in mutual entanglement with the land, living beings and material processes. The third section discusses the reflections of this ontological framework in the discipline of architecture. Through Bruno Latour's Actor-Network Theory, Karen Barad's notions of intra-action and diffraction, Jane Bennett's understanding of living matter and Graham Harman's object-oriented ontology, architecture is redefined not only as a system produced by humans but also as a field of entanglement in which multiple actors act together. The chapter also discusses in detail how posthumanist actors such as animals, data and algorithms play a role in the production of architecture. In the fourth chapter, architecture is rethought as an ethical orientation. Michel Serres' concept of“contract with nature”, Donna Haraway's calls for 'sympoiesis' and“response-ability”, Karen Barad's theory of ethico-onto-epistemological responsibility and Timothy Morton's criticisms of the ways in which nature is represented constitute this ethical ground. In this context, architecture is considered not only as a professional activity but also as a practice of relationality that establishes communal living spaces with many kinds of beings, enables their representation and bears mutual responsibility. Chapter 4 also presents new architectural imaginaries through Arturo Escobar's ontological design approach and Anna Tsing's models of temporary symbiotic relationships. The approach proposed in the thesis is not only a conceptual position; it offers a multidimensional research field that can be integrated into the pedagogical, technological, political and environmental practices of architecture. Posthumanist architecture necessitates a reconfiguration of architectural ways of thinking not only for the present but also for the multifaceted future of the planet. The ethical-political principles presented in the final chapter propose a restructuring of architectural design around the concepts of participation, representation, reciprocity and justice. As a result, this thesis proposes to consider architecture not only as a production of buildings that serve human needs, but also as a posthumanist thinking practice in which material encounters, interspecies entanglements and shared ethical responsibilities are organized. This perspective positions architecture as a site of ethical and ontological reconstitution and defines the architect not as a producer of form but as one of the agents of interspecies relations.tem.

Benzer Tezler

  1. İnsan sonrası perspektifle şantiye sahasının anlatısı

    A post-humanist narrative of the construction site

    MİNE ÖZTÜRK DİNÇER

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2024

    Mimarlıkİstanbul Teknik Üniversitesi

    Mimarlık Ana Bilim Dalı

    DOÇ. DR. NİZAM ONUR SÖNMEZ

  2. Dipsiz doğa: Mimarlığın zemin hayalleri

    Unfathomed natures: The hallucinated grounds in architecture

    MELİS DENİZ ÖZBEK

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2021

    Mimarlıkİstanbul Teknik Üniversitesi

    Mimarlık Ana Bilim Dalı

    DR. ÖĞR. ÜYESİ NİZAM ONUR SÖNMEZ

  3. Mimarinin kıvamı: Dikiş figürasyonu ve şehirde yürüyüş inşaları üzerinden bir araştırma

    Viscosity of architecture: A research through stitching figuration and walking constructions in the city

    HATİCE IŞIL UYSAL

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2021

    Mimarlıkİstanbul Teknik Üniversitesi

    Mimarlık Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. GÜLÇİN PULAT GÖKMEN

  4. Zamanın ve mekânın genişlemiş alanında bir kültürteknik: paralel projeksiyon

    A cultural technique in the expanded field of time and space: parallel projection

    MELEK KILINÇ

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2021

    MimarlıkMimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi

    Mimarlık Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. AHMET TERCAN

  5. Hesaplamalı tasarımda malzeme etmenliğine ilişkin bir değerlendirme metodolojisi

    An evaluation methodology for material agency within computational design

    ASUDE SENA KÖSEBAŞ YILDIZ

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2025

    Mimarlıkİstanbul Teknik Üniversitesi

    Bilişim Ana Bilim Dalı

    DOÇ. DR. SEVİL YAZICI

    DOÇ. DR. ETHEM GÜRER

    DOÇ. DR. SERDAR AYDIN