Geri Dön

1950-1980 yılları arasında Türkiye'de örgün eğitimde yapısal değişmeler ve ideoloji arasındaki ilişkiler (Ortaöğretim ve yükseköğretim açısından bir inceleme)

The Relationship between ideology and structural changes in formal education between 1950-1980 in Turkey

  1. Tez No: 72478
  2. Yazar: İSMAİL GÜVEN
  3. Danışmanlar: PROF. DR. YAHYA AKYÜZ
  4. Tez Türü: Doktora
  5. Konular: Eğitim ve Öğretim, Education and Training
  6. Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
  7. Yıl: 1998
  8. Dil: Türkçe
  9. Üniversite: Ankara Üniversitesi
  10. Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Eğitim Programları ve Öğretimi Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
  13. Sayfa Sayısı: 336

Özet

302 oluşması önlememiştir. Özellikle planlı dönemde yüksek öğretime ayrılan fizik kaynaklarının büyüklüğü de bu kurumlara olan talebi karşılamada yetersiz kalmıştır. Tüm bu gelişmeler rasyonel olarak planlanan ve yürütülen çabaların sonuçları olarak değil karmaşık ve eklektik ideolojilerin ürünü olarak karşımıza çıkmıştır. Bu eklektik ideolojiler Kemalizm'den dini anlayışlara kadar geniş bir yelpaze içinde etkinlik göstermişlerdir. Yapılan çalışmalar ve ortaya konan politikalar bu yelpazeninin bazen muhafazakar kanadı bazen de liberal kanadı içinde görünmüştür. Fakat sonuçta, hemen hiçbir dönemde (cumhuriyetin ilk yılları hariç) sağlam bir ideoloji oluşturulup eğitim sistemi bu ideolojiyle baştan sona kadar düzenlenmemiştir. Kemalizm bile hemen hemen her zaman arka planda kalmış, eklektik anlayışla insanlar yetiştirilmiştir. Bu ise toplumda ne yaptığını ve ne yapacağını bilemeyen bireylerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.299 edilmesi, bu kurumların da genel öğretim kurumlarına benzetilmelerini önlememiştir. 1961 Anayasası ile birlikte, eğitimin devletin ödevleri içine girdiği görülmekteydi. Buna karşı anayasa da bile eğitim öğretim özgürlüğüne engeller konulması da söz konusuydu Örneğin devletin gözetiminden uzak, gizli din ve Kuran kursları açılamaz gibi ibarelere rağmen bu kurumlar gelişmelerini sürdürmüşlerdi. 1950'den itibaren eğitim, ekonomiyi hızlandıran bir etken olarak değil de toplumsal hizmet anlayışıyla ilk planda ele alınmıştır. Eğitim politikaları da buna paralel olarak tümüyle halkın eğitim istemini karşılamaya yönelmiştir. Zorunlu ve herkes için öğretim anlayışının yaygınlaştırılmaya çalışılması demokratik ve eşitlikçi bir yapıda eğitimin ele alınmasını karşımıza getirmekteydi. Kitle eğitiminin ortaya çıkması, artan endüstrileşme, iç göçler, ekonomik ve sosyal etkinliklerle birlikte ortaya çıkan demografik değişikliklerle birlikte eğitimdeki dinamizm de artmıştır. Eğitim sistemi 1960 yılına kadar DP'nin egemenliğinde şekillenmişti. Tek ders olarak başlayan din öğretimi kurumsallaşmış, din okulları hızla açılmaya başlanmış. Laiklikten çok önemli ödünler verilmiştir. Bütün bunların yanı sıra dinin ideoloji olarak kullanılması eğitim kurumlarına da yansımış bu kurumlar muhafazakar ve dogmatik öğelerle şekillendirilmeye başlamışlardır. DP'nin muhafazakar kanadın temsilciliğini yapması, özellikle kırsal kesime götürülen eğitim hizmetlerinin aksamasına yol açmıştır. Bunlardan en önemlisi Köy Enstitülerinin kapatılması olmuştur. Köy enstitüleri kapatılırken, gerçeklendirmenin bilimsel olmaktan çok bu kurumların sosyal ve yönetsel yönleriyle yakından ilişkili olgulara dayandırılması, Türkiye'de eğitim olanaklarının eşit dağıtılmasını olumsuz yönde etkilemiştir. Bu ise, Türkiye'de eğitimde fırsat eşitliğini sağlamada önemli bir yapı taşı görevi görecek olan önemli kurumların yozlaştırılıp kapatılmasına yol açmıştır. Başka bir sorunlu kademe ise mesleki ve teknik öğretim kademesiydi Aile endüstrisinden, kapitalist ekonomiye geçiş sağlanamadığı ve fabrikasyon imalata geçilemediği için mesleki öğretim de istenen düzeye gelememiştir. Piyasanın talep ettiği iş gücünü sağlayamaması ve mesleki öğretim kurumlarına karşı psikolojik ve sosyolojik engellerden dolayı mesleki ve teknik öğretim alanındaki gelişmeler Cumhuriyetin başından itibaren cılız ve zayıf kalmıştır. Bu ise mevcut mesleki ve teknik öğretim kurumlarının kendilerini genel öğretim veren kurumlara benzetmesine yol açmış, sonuçta bu kurumlar mesleki eğitim verdiği iddia edilen genel öğretim kurumlarına dönüşmüşlerdir. Bu kurumlardan çıkanların ekonomide istihdam edilmemesi, işlevsel mesleki ve teknik öğretim kurumlarının da kurulmamış olması bu kurumların niteliğinde önemli değişikliklere yol açmıştır. Bu durum ise öğrencilerin yüksek öğrenim yapma arzularını artırmıştır. Yüksek öğretimde ise, kapasite artışı şeklinde kendini göstermiştir. 1960'lardan sonra Askeri Darbenin sonrasında kurulan hükümetlerin eğitim konusunda spesifik uygulamalardan çok genel nitelikteki politikaları uygulamaya koydukları302 oluşması önlememiştir. Özellikle planlı dönemde yüksek öğretime ayrılan fizik kaynaklarının büyüklüğü de bu kurumlara olan talebi karşılamada yetersiz kalmıştır. Tüm bu gelişmeler rasyonel olarak planlanan ve yürütülen çabaların sonuçları olarak değil karmaşık ve eklektik ideolojilerin ürünü olarak karşımıza çıkmıştır. Bu eklektik ideolojiler Kemalizm'den dini anlayışlara kadar geniş bir yelpaze içinde etkinlik göstermişlerdir. Yapılan çalışmalar ve ortaya konan politikalar bu yelpazeninin bazen muhafazakar kanadı bazen de liberal kanadı içinde görünmüştür. Fakat sonuçta, hemen hiçbir dönemde (cumhuriyetin ilk yılları hariç) sağlam bir ideoloji oluşturulup eğitim sistemi bu ideolojiyle baştan sona kadar düzenlenmemiştir. Kemalizm bile hemen hemen her zaman arka planda kalmış, eklektik anlayışla insanlar yetiştirilmiştir. Bu ise toplumda ne yaptığını ve ne yapacağını bilemeyen bireylerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.299 edilmesi, bu kurumların da genel öğretim kurumlarına benzetilmelerini önlememiştir. 1961 Anayasası ile birlikte, eğitimin devletin ödevleri içine girdiği görülmekteydi. Buna karşı anayasa da bile eğitim öğretim özgürlüğüne engeller konulması da söz konusuydu Örneğin devletin gözetiminden uzak, gizli din ve Kuran kursları açılamaz gibi ibarelere rağmen bu kurumlar gelişmelerini sürdürmüşlerdi. 1950'den itibaren eğitim, ekonomiyi hızlandıran bir etken olarak değil de toplumsal hizmet anlayışıyla ilk planda ele alınmıştır. Eğitim politikaları da buna paralel olarak tümüyle halkın eğitim istemini karşılamaya yönelmiştir. Zorunlu ve herkes için öğretim anlayışının yaygınlaştırılmaya çalışılması demokratik ve eşitlikçi bir yapıda eğitimin ele alınmasını karşımıza getirmekteydi. Kitle eğitiminin ortaya çıkması, artan endüstrileşme, iç göçler, ekonomik ve sosyal etkinliklerle birlikte ortaya çıkan demografik değişikliklerle birlikte eğitimdeki dinamizm de artmıştır. Eğitim sistemi 1960 yılına kadar DP'nin egemenliğinde şekillenmişti. Tek ders olarak başlayan din öğretimi kurumsallaşmış, din okulları hızla açılmaya başlanmış. Laiklikten çok önemli ödünler verilmiştir. Bütün bunların yanı sıra dinin ideoloji olarak kullanılması eğitim kurumlarına da yansımış bu kurumlar muhafazakar ve dogmatik öğelerle şekillendirilmeye başlamışlardır. DP'nin muhafazakar kanadın temsilciliğini yapması, özellikle kırsal kesime götürülen eğitim hizmetlerinin aksamasına yol açmıştır. Bunlardan en önemlisi Köy Enstitülerinin kapatılması olmuştur. Köy enstitüleri kapatılırken, gerçeklendirmenin bilimsel olmaktan çok bu kurumların sosyal ve yönetsel yönleriyle yakından ilişkili olgulara dayandırılması, Türkiye'de eğitim olanaklarının eşit dağıtılmasını olumsuz yönde etkilemiştir. Bu ise, Türkiye'de eğitimde fırsat eşitliğini sağlamada önemli bir yapı taşı görevi görecek olan önemli kurumların yozlaştırılıp kapatılmasına yol açmıştır. Başka bir sorunlu kademe ise mesleki ve teknik öğretim kademesiydi Aile endüstrisinden, kapitalist ekonomiye geçiş sağlanamadığı ve fabrikasyon imalata geçilemediği için mesleki öğretim de istenen düzeye gelememiştir. Piyasanın talep ettiği iş gücünü sağlayamaması ve mesleki öğretim kurumlarına karşı psikolojik ve sosyolojik engellerden dolayı mesleki ve teknik öğretim alanındaki gelişmeler Cumhuriyetin başından itibaren cılız ve zayıf kalmıştır. Bu ise mevcut mesleki ve teknik öğretim kurumlarının kendilerini genel öğretim veren kurumlara benzetmesine yol açmış, sonuçta bu kurumlar mesleki eğitim verdiği iddia edilen genel öğretim kurumlarına dönüşmüşlerdir. Bu kurumlardan çıkanların ekonomide istihdam edilmemesi, işlevsel mesleki ve teknik öğretim kurumlarının da kurulmamış olması bu kurumların niteliğinde önemli değişikliklere yol açmıştır. Bu durum ise öğrencilerin yüksek öğrenim yapma arzularını artırmıştır. Yüksek öğretimde ise, kapasite artışı şeklinde kendini göstermiştir. 1960'lardan sonra Askeri Darbenin sonrasında kurulan hükümetlerin eğitim konusunda spesifik uygulamalardan çok genel nitelikteki politikaları uygulamaya koydukları302 oluşması önlememiştir. Özellikle planlı dönemde yüksek öğretime ayrılan fizik kaynaklarının büyüklüğü de bu kurumlara olan talebi karşılamada yetersiz kalmıştır. Tüm bu gelişmeler rasyonel olarak planlanan ve yürütülen çabaların sonuçları olarak değil karmaşık ve eklektik ideolojilerin ürünü olarak karşımıza çıkmıştır. Bu eklektik ideolojiler Kemalizm'den dini anlayışlara kadar geniş bir yelpaze içinde etkinlik göstermişlerdir. Yapılan çalışmalar ve ortaya konan politikalar bu yelpazeninin bazen muhafazakar kanadı bazen de liberal kanadı içinde görünmüştür. Fakat sonuçta, hemen hiçbir dönemde (cumhuriyetin ilk yılları hariç) sağlam bir ideoloji oluşturulup eğitim sistemi bu ideolojiyle baştan sona kadar düzenlenmemiştir. Kemalizm bile hemen hemen her zaman arka planda kalmış, eklektik anlayışla insanlar yetiştirilmiştir. Bu ise toplumda ne yaptığını ve ne yapacağını bilemeyen bireylerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.299 edilmesi, bu kurumların da genel öğretim kurumlarına benzetilmelerini önlememiştir. 1961 Anayasası ile birlikte, eğitimin devletin ödevleri içine girdiği görülmekteydi. Buna karşı anayasa da bile eğitim öğretim özgürlüğüne engeller konulması da söz konusuydu Örneğin devletin gözetiminden uzak, gizli din ve Kuran kursları açılamaz gibi ibarelere rağmen bu kurumlar gelişmelerini sürdürmüşlerdi. 1950'den itibaren eğitim, ekonomiyi hızlandıran bir etken olarak değil de toplumsal hizmet anlayışıyla ilk planda ele alınmıştır. Eğitim politikaları da buna paralel olarak tümüyle halkın eğitim istemini karşılamaya yönelmiştir. Zorunlu ve herkes için öğretim anlayışının yaygınlaştırılmaya çalışılması demokratik ve eşitlikçi bir yapıda eğitimin ele alınmasını karşımıza getirmekteydi. Kitle eğitiminin ortaya çıkması, artan endüstrileşme, iç göçler, ekonomik ve sosyal etkinliklerle birlikte ortaya çıkan demografik değişikliklerle birlikte eğitimdeki dinamizm de artmıştır. Eğitim sistemi 1960 yılına kadar DP'nin egemenliğinde şekillenmişti. Tek ders olarak başlayan din öğretimi kurumsallaşmış, din okulları hızla açılmaya başlanmış. Laiklikten çok önemli ödünler verilmiştir. Bütün bunların yanı sıra dinin ideoloji olarak kullanılması eğitim kurumlarına da yansımış bu kurumlar muhafazakar ve dogmatik öğelerle şekillendirilmeye başlamışlardır. DP'nin muhafazakar kanadın temsilciliğini yapması, özellikle kırsal kesime götürülen eğitim hizmetlerinin aksamasına yol açmıştır. Bunlardan en önemlisi Köy Enstitülerinin kapatılması olmuştur. Köy enstitüleri kapatılırken, gerçeklendirmenin bilimsel olmaktan çok bu kurumların sosyal ve yönetsel yönleriyle yakından ilişkili olgulara dayandırılması, Türkiye'de eğitim olanaklarının eşit dağıtılmasını olumsuz yönde etkilemiştir. Bu ise, Türkiye'de eğitimde fırsat eşitliğini sağlamada önemli bir yapı taşı görevi görecek olan önemli kurumların yozlaştırılıp kapatılmasına yol açmıştır. Başka bir sorunlu kademe ise mesleki ve teknik öğretim kademesiydi Aile endüstrisinden, kapitalist ekonomiye geçiş sağlanamadığı ve fabrikasyon imalata geçilemediği için mesleki öğretim de istenen düzeye gelememiştir. Piyasanın talep ettiği iş gücünü sağlayamaması ve mesleki öğretim kurumlarına karşı psikolojik ve sosyolojik engellerden dolayı mesleki ve teknik öğretim alanındaki gelişmeler Cumhuriyetin başından itibaren cılız ve zayıf kalmıştır. Bu ise mevcut mesleki ve teknik öğretim kurumlarının kendilerini genel öğretim veren kurumlara benzetmesine yol açmış, sonuçta bu kurumlar mesleki eğitim verdiği iddia edilen genel öğretim kurumlarına dönüşmüşlerdir. Bu kurumlardan çıkanların ekonomide istihdam edilmemesi, işlevsel mesleki ve teknik öğretim kurumlarının da kurulmamış olması bu kurumların niteliğinde önemli değişikliklere yol açmıştır. Bu durum ise öğrencilerin yüksek öğrenim yapma arzularını artırmıştır. Yüksek öğretimde ise, kapasite artışı şeklinde kendini göstermiştir. 1960'lardan sonra Askeri Darbenin sonrasında kurulan hükümetlerin eğitim konusunda spesifik uygulamalardan çok genel nitelikteki politikaları uygulamaya koydukları302 oluşması önlememiştir. Özellikle planlı dönemde yüksek öğretime ayrılan fizik kaynaklarının büyüklüğü de bu kurumlara olan talebi karşılamada yetersiz kalmıştır. Tüm bu gelişmeler rasyonel olarak planlanan ve yürütülen çabaların sonuçları olarak değil karmaşık ve eklektik ideolojilerin ürünü olarak karşımıza çıkmıştır. Bu eklektik ideolojiler Kemalizm'den dini anlayışlara kadar geniş bir yelpaze içinde etkinlik göstermişlerdir. Yapılan çalışmalar ve ortaya konan politikalar bu yelpazeninin bazen muhafazakar kanadı bazen de liberal kanadı içinde görünmüştür. Fakat sonuçta, hemen hiçbir dönemde (cumhuriyetin ilk yılları hariç) sağlam bir ideoloji oluşturulup eğitim sistemi bu ideolojiyle baştan sona kadar düzenlenmemiştir. Kemalizm bile hemen hemen her zaman arka planda kalmış, eklektik anlayışla insanlar yetiştirilmiştir. Bu ise toplumda ne yaptığını ve ne yapacağını bilemeyen bireylerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.301 kararları ve üniversitelerin itirazları üzerine kapatılan bu kurumlar, yüksek öğretime olan talep ve sayısal baskılara cevap verebilmek amacıyla oluşturulmuş kurumlardı. Bu kurumların oluşturulması üniversitelerin içinden değil, üniversite dışından çevrelerce gerçekleştirilmiştir. Üniversiteleri bir merkezde toplama ve ekonomik yaşamın gereklerine göre organize etme düşüncesi ise planlı dönemden sonraya rastlamaktadır. Rasyonel anlayışa göre hazırlanmış olan planlar, üniversitelerin bağlı oldukları yasalar ve işleyişlerinin farklı olmasını ekonomik bulmak mümkün değildi. Bu amaçla bu kurumların dağınıklıktan kurtarılması gerekmekteydi. Bu nedenle 1981 yılında kurulacak olan YÖK ve YÖK Yasasının temellerinin plancılar tarafından ortaya atıldığı söylenebilir. Çünkü ilk planlı dönemden sonra, özellikle 1970'li yıllarda yeni üniversitelerin açılması gerekliliğinde, plancılar belli bir kademeli anlayışın konmasını ve üniversitelerin mevcut yapıdaki dağınıklıklarının giderilmesi için gerekli işlemlerin yapılmasını öne sürüyorlardı. Buna ek olarak, yaşanan politik şiddet olayları ve düzensizlikler de üniversitelerin merkezileştirilmesi ve tek elden yönetilmesi gibi kavram ve anlayışları su yüzüne çıkarıyordu. Bunlardan sonra, 1973 yılında ilk çabalar gösterilmiş, yasal temeller oluşturulmuş fakat bu ancak 1980'lerden sonra giderilebilmiştir. Eğitim hizmetlerinin yayılması ve gelişmesinde siyasi ve politik etkiler önemli roller oynamış, uzun vadeli planların gerçekleştirilmesi sağlanamamıştır. Bütün vatandaşlara eğitim sağlama ve fırsat eşitliğini kitlelere yayma da başarılamamıştır. Eğitimde fırsat eşitliği konusunda yapılan çalışmalar ve alınan önlemlerin hemen hemen hepsi yetersiz ya da sözde kalmıştır. Sınırlı kaynaklarla en yüksek verimi alma gibi ütopik yaklaşımlar eğitim sisteminin fırsat eşitliğini sağlama konusundaki başarısızlığının somutlaştığı alan olmuştur. Nüfus artışı, ekonomik gelişmelerdeki bozukluklar, gelenekler, iç göçler vb. sosyo-ekonomik etkilerden dolayı, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak mümkün olmamıştır. Gösterilen çabalar ise daha çok sayısal açıdan belli yerlere okul açma şeklinde kendini göstermiştir. Bunun sonucunda belki sayısal bir takım gelişmeler olmuştur denebilir, fakat asıl eşitsizlik mezuniyet sonrasında ortaya çıkan ürünün niteliği açısından uçurumların olmasıydı. Buna bir de merkezden hazırlanan üniversite sınavları eklenince fırsat eşitsizliği inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Cinsiyete dayalı eşitsizliklerin giderilmesi konusunda yasal temelde Atatürk döneminden bile gerilerde kalınmıştır. 1970'li yıllarda dahi, bazı bölgelerde kadın okur yazar oranı %10'lar dolayında kalmaktaydı. Bunu önlemek için yasal düzenlemeler almak yerine, yasalarda gevşemeye gidilmesi de önemli bir diğer sorun olmuştur. Geçmişte belirli amaçları gerçekleştirme ve gereksinimleri karşılamak amacıyla oluşturulmuş olan öğretim sistemi bir bütünlük içinde gelişmekten çok bölük pörçük uygulamalara hedef olmuşlar dağınıklık ve' kopukluk içine düşmüşlerdir. Uygulama ile teori arasındaki tutarsızlıklar eğitim siteminin hemen hemen her kademesinde kendisini bir şekilde belli etmiştir. Ortaöğretim anlamlı olarak büyüyememiş, sistemde belirsizlikler302 oluşması önlememiştir. Özellikle planlı dönemde yüksek öğretime ayrılan fizik kaynaklarının büyüklüğü de bu kurumlara olan talebi karşılamada yetersiz kalmıştır. Tüm bu gelişmeler rasyonel olarak planlanan ve yürütülen çabaların sonuçları olarak değil karmaşık ve eklektik ideolojilerin ürünü olarak karşımıza çıkmıştır. Bu eklektik ideolojiler Kemalizm'den dini anlayışlara kadar geniş bir yelpaze içinde etkinlik göstermişlerdir. Yapılan çalışmalar ve ortaya konan politikalar bu yelpazeninin bazen muhafazakar kanadı bazen de liberal kanadı içinde görünmüştür. Fakat sonuçta, hemen hiçbir dönemde (cumhuriyetin ilk yılları hariç) sağlam bir ideoloji oluşturulup eğitim sistemi bu ideolojiyle baştan sona kadar düzenlenmemiştir. Kemalizm bile hemen hemen her zaman arka planda kalmış, eklektik anlayışla insanlar yetiştirilmiştir. Bu ise toplumda ne yaptığını ve ne yapacağını bilemeyen bireylerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Özet (Çeviri)

301 kararları ve üniversitelerin itirazları üzerine kapatılan bu kurumlar, yüksek öğretime olan talep ve sayısal baskılara cevap verebilmek amacıyla oluşturulmuş kurumlardı. Bu kurumların oluşturulması üniversitelerin içinden değil, üniversite dışından çevrelerce gerçekleştirilmiştir. Üniversiteleri bir merkezde toplama ve ekonomik yaşamın gereklerine göre organize etme düşüncesi ise planlı dönemden sonraya rastlamaktadır. Rasyonel anlayışa göre hazırlanmış olan planlar, üniversitelerin bağlı oldukları yasalar ve işleyişlerinin farklı olmasını ekonomik bulmak mümkün değildi. Bu amaçla bu kurumların dağınıklıktan kurtarılması gerekmekteydi. Bu nedenle 1981 yılında kurulacak olan YÖK ve YÖK Yasasının temellerinin plancılar tarafından ortaya atıldığı söylenebilir. Çünkü ilk planlı dönemden sonra, özellikle 1970'li yıllarda yeni üniversitelerin açılması gerekliliğinde, plancılar belli bir kademeli anlayışın konmasını ve üniversitelerin mevcut yapıdaki dağınıklıklarının giderilmesi için gerekli işlemlerin yapılmasını öne sürüyorlardı. Buna ek olarak, yaşanan politik şiddet olayları ve düzensizlikler de üniversitelerin merkezileştirilmesi ve tek elden yönetilmesi gibi kavram ve anlayışları su yüzüne çıkarıyordu. Bunlardan sonra, 1973 yılında ilk çabalar gösterilmiş, yasal temeller oluşturulmuş fakat bu ancak 1980'lerden sonra giderilebilmiştir. Eğitim hizmetlerinin yayılması ve gelişmesinde siyasi ve politik etkiler önemli roller oynamış, uzun vadeli planların gerçekleştirilmesi sağlanamamıştır. Bütün vatandaşlara eğitim sağlama ve fırsat eşitliğini kitlelere yayma da başarılamamıştır. Eğitimde fırsat eşitliği konusunda yapılan çalışmalar ve alınan önlemlerin hemen hemen hepsi yetersiz ya da sözde kalmıştır. Sınırlı kaynaklarla en yüksek verimi alma gibi ütopik yaklaşımlar eğitim sisteminin fırsat eşitliğini sağlama konusundaki başarısızlığının somutlaştığı alan olmuştur. Nüfus artışı, ekonomik gelişmelerdeki bozukluklar, gelenekler, iç göçler vb. sosyo-ekonomik etkilerden dolayı, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak mümkün olmamıştır. Gösterilen çabalar ise daha çok sayısal açıdan belli yerlere okul açma şeklinde kendini göstermiştir. Bunun sonucunda belki sayısal bir takım gelişmeler olmuştur denebilir, fakat asıl eşitsizlik mezuniyet sonrasında ortaya çıkan ürünün niteliği açısından uçurumların olmasıydı. Buna bir de merkezden hazırlanan üniversite sınavları eklenince fırsat eşitsizliği inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Cinsiyete dayalı eşitsizliklerin giderilmesi konusunda yasal temelde Atatürk döneminden bile gerilerde kalınmıştır. 1970'li yıllarda dahi, bazı bölgelerde kadın okur yazar oranı %10'lar dolayında kalmaktaydı. Bunu önlemek için yasal düzenlemeler almak yerine, yasalarda gevşemeye gidilmesi de önemli bir diğer sorun olmuştur. Geçmişte belirli amaçları gerçekleştirme ve gereksinimleri karşılamak amacıyla oluşturulmuş olan öğretim sistemi bir bütünlük içinde gelişmekten çok bölük pörçük uygulamalara hedef olmuşlar dağınıklık ve' kopukluk içine düşmüşlerdir. Uygulama ile teori arasındaki tutarsızlıklar eğitim siteminin hemen hemen her kademesinde kendisini bir şekilde belli etmiştir. Ortaöğretim anlamlı olarak büyüyememiş, sistemde belirsizlikler

Benzer Tezler

  1. Yeni Cami'nin akustik açıdan performans değerlendirmesi

    Evaluation of the acoustical performance of the New Mosque

    EVREN YILDIRIM

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2003

    Mimarlıkİstanbul Teknik Üniversitesi

    Mimarlık Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. SEVTAP YILMAZ DEMİRKALE

  2. Hükümet programlarının ve milli eğitim şuralarında alınan kararların ilkokul görsel sanatlar dersi öğretim programlarına yansıması (1923-2016)

    The reflection of government programs and the decisions taken in the national education councils on elementary school visual arts course curriculums (1923-2016)

    SEVGİ KAYALIOĞLU

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2018

    Eğitim ve ÖğretimGazi Üniversitesi

    Güzel Sanatlar Eğitimi Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. OSMAN ALTINTAŞ

  3. Türkiye'de heykel sanatının çağdaşlaşma süreci 1950-1980

    The modernization process of sculpture in Turkey 1950-1980

    ÖMER EREN KOYUNOĞLU

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2018

    Güzel SanatlarMimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi

    Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. BURCU PELVANOĞLU

  4. Cumhuriyet Dönemi'nde kırsal kalkınma politikaları örnek bir model: Köy enstitüleri

    Rural development policies in the Republic Period a sample model: Village institutes

    EZGİ KAPLAN

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2017

    Şehircilik ve Bölge PlanlamaMimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi

    Şehir ve Bölge Planlama Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. HÜRRİYET GÜLSÜN ÖĞDÜL