La passivite du souvenir: Husserl, Proust et Merleau-Ponty
Hatırlamanın edilgenliği: Husserl, Proust ve Merleau-Ponty
- Tez No: 736918
- Danışmanlar: DR. ÖĞR. ÜYESİ UMUT ÖKSÜZAN
- Tez Türü: Yüksek Lisans
- Konular: Felsefe, Philosophy
- Anahtar Kelimeler: Anımsama, bellek, edilgenlik, zaman, algı, edilgen sentez, tutma, tortulaşma, istemsiz anımsama, Recollection, memory, passivity, time, perception, passive synthesis, retention, sedimentation, primary memory, voluntary memory
- Yıl: 2022
- Dil: Fransızca
- Üniversite: Galatasaray Üniversitesi
- Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Felsefe Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Felsefe Tarihi Bilim Dalı
- Sayfa Sayısı: 100
Özet
Fenomenolojinin tüm bilimlerin bilimi, temel bilim olma fikriyle doğduğunu biliyoruz. Fakat bu fikri ortaya çıktığı dönemden ayırarak incelersek çok büyük bir hata yapmış oluruz. Fenomenolojinin ortaya çıkmadan hemen önce, Freud'un çalışmaları sayesinde psikoloji git gide popülerleşti ve tüm bilimlerin temelindeki ana bilim olduğu iddia edilmeye başlandı. Husserl fenomenolojisinin bu görüşe karşı çıkmak ve felsefenin, daha doğrusu, fenomenolojinin hakiki bilim olduğunu göstermek için kurulduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu araştırmada, fenomenolojinin kendisi hakkında düşündüğü gibi bir ana bilim olup olmadığını araştırma arzusuyla yola çıktık. Bahsi geçen dönemde psikoloji alanındaki en popüler konulardan birinin hatırlama olduğunu göz önüne alarak bu konuyu seçtik. Çünkü Freud'un en çok üzerinde durduğu konunun hafıza ve hatırlama olduğunu biliyoruz. Bu yola girdik ve fenomenolojinin hafıza alanında da temel olup olmadığını incelemek istedik. İzlediğimiz yolda elbette fenomenolojinin yöntemini kullandık ve paranteze alarak ilerledik. İlk olarak Husserl'in felsefesinde hatırlamayı oluşturan yapılara bakarak kurguladığı fenomenoloji düzeninde bir sorun olup olmadığını araştırmaya başladık. Daha önce de söylediğimiz gibi, fenomenoloji felsefenin kendini psikolojiden ayırmaya çalıştığı için ortaya çıktı. Sonuç olarak, o dönemde hatırlama önemli bir konu haline geldiğinden, hatırlama ve hafıza konusunda fenomenolojik bir tartışmanın olması kaçınılmazdı. Ama bütün bunlardan önce, felsefe tarihinde hafıza üzerine yapılan çalışmaları olduğunu da görebilmek mümkün. Hatırlama, sadece felsefede her zaman önemli bir konu değil, aynı zamanda insanı insan yapan en önemli şeydir. Hepimiz hatırladığımız gibiyiz. Bugün fenomenoloji dahil olmak üzere tüm felsefe tarihine baktığımızda, hatırlama ile ilgili konuşan her filozofun değindiği üç ortak nokta olduğunu gördük: Algı, zaman ve nesne. Fenomenolojide bilincin, bir şeyin bilinci olduğunu çok iyi biliyoruz. Başka bir deyişle, her an, nesneleri algılayarak onların farkına varıyor ve onlar hakkında bir bilince sahip oluyoruz. Onların farkında olduğumuz sırada yaptığımız eylem, yukarıda söylediğimiz gibi aslında algılamadan başka bir şey değildir. Ayrıca, onlara dahil bilincimizin olması yalnızca algılamayı kapsamıyor. Eğer onları anımsamasaydık, nesnelere dair anlık bilincimiz dışında başka bir bilincimiz olmazdı. Yani aslında nesneyi algılamadan ona ait anıya da sahip olamayız. Burada algı-bellek ilişkisini açıkça görebiliyoruz. Gördüğümüz ve hepimizin deneyimlediği gibi anılarımız şimdiki zamanda değil, geçmişten çağırdığımız ve bugüne taşıdığımız bir şeydir. Yani anımsamanın görebildiğimiz gibi zamanla ilişkisi açıktır. Hem geçmişi hem şimdiyi hem de aslında geleceğimizi şekillendirir. Bu sebeple bellek ve zaman arasında koparılamayacak kadar güçlü bir bağ vardır. Son olarak, pek çok filozofa göre anımsadığımız anda ortaya çıkan anı aslında belleğimizde canlanan bir görüntüden başka bir şey değildir. İster bir nesne diyelim ister bir anı, hatırladığımız şey aslında zihnimizde canlanan bir görüntüdür diyebiliriz. Burada da bellek ve imge ilişkini açıkça görebilmemiz mümkün. Bu üç başlık, bellek üzerine konuşmuş tüm filozofların felsefesinde karşımıza çıkıyor. Kısaca zaman, algı ve imge bellek felsefesinde gördüğümüz üç ortak özellik diyebiliriz. Husserl'in fenomenolojisinde bu üçlüye bir dördüncü başlık katılır: edilgenlik (passivité). Bizim de araştırdığımız soru aslında bu dördünce başlıkta yer alıyor. Edilgenliği kısaca şöyle açıklayabiliriz: Bir nesne dikkatimizi çektiğinde o nesneye yönelir ve onu algılarız. Fakat algıladığımız yalnızca o nesne değildir, o nesneden daha fazlasını da algılamış olduğumuzu eğer üzerine düşünürsek fark edebiliriz. Nesnenin bulunduğu yeri, çevresindekileri vs. de nesneyle birlikte algılarız. Fakat bunu farkına varmadan yaparız, bu yüzden edilgen bir işlemdir ve bu yüzden buna edilgenlik deriz. Yani algılamak istediğimiz nesnenin yanı sıra algılamayı düşünmediğimiz şeylerin de o anda farkına varırız. Bu dikkatimizi üzerine çevirmediğimiz nesnelere dair nasıl bir anımızın olduğunu da açıklamak için edilgenliğe ihtiyacımız vardır. Bu çalışmada, fenomenolojide edilgenliği ve edilgenliğin uygunluğunu ele almaya çalıştık. Bunu Husserl'in felsefesinden hareketle tartışmaya başladık. Ideen [Fenomenoloji için Yol Gösterici Fikirler], Erfahrung und Urteil [Deneyim ve Yargı] ve Analysen zur passiven Synthesis [Edilgen sentezin analizi] isimli, maalesef Türkçeye çevrilmemiş metinleri bu tartışmada bize rehberlik etti, ama aynı zamanda Leçons pour une phénoménologie de la conscience intime du temps adlı eseri de edilgenlik olmadan felsefenin ve özellikle anımsama üzerine kurulan bir felsefenin ne kadar eksik kalacağını anlamamıza yardımcı oldu. Husserl'de edilgenliği anladıktan sonra, hayatımızda yaşanan veya yaşanabilecek örnekler üzerinden giderek Husserl'in kurduğu felsefede edilgenliğin doğru çalışıp çalışmadığını görmek için araştırmamıza Proust'un Kayıp Zamanın İzinde roman serisiyle devam ettik. Bu serinin, anımsama üzerine bize sunabileceği birçok farklı örneği olduğundan, farklı örnekler üzerinde yapacağımız edilgenlik incelemesi sayesinde araştırmamıza yardımcı olacağını düşündük. Son olarak, bulduğumuz boşlukları doldurmak için Merleau-Ponty'nin anımsama felsefesini de ortaya koyduğu Algının Fenomenolojisi metnini araştırdık ve oradan da aldığımız fikirlerle birlikte yeni bir anımsama anlayışı ortaya koymaya çalıştık. Dolayısıyla araştırma sorumuz, edilgenliğin fenomenolojide anımsamanın tüm açılarını açıklayabilecek doğru ve tutarlı bir anlayışı ortaya çıkarıp çıkarmadığıydı. Yukarıda bahsettiğimiz hatırlamanın üç ana ilişkisini öncelikle Husserl'de inceleyerek araştırmamıza başladık. Perspektifi ve nesneyi inceledikten sonra Husserl felsefesinde zaman kavramı üzerinde durduk. Husserl'in eski metinlerindeki zaman anlayışının belleğe ve genel olarak felsefeye uygun olmadığını gördükten sonra, daha ileri tarihlerde yayınladığı metinlerini inceleyerek edilgenliğin nasıl ve ne amaçla kurulduğunu inceledik ve Husserl'in bize iki tür edilgen sentez sunduğunu gördük: tutulma (rétention) ve tortulaşma (sédimentation). Husserl'in felsefesinde edilgenlik denen kavramın aslında bir sentez olduğunu gördük. Çünkü tortulaşma (sédimentation), dikkatimizi yönelttiğimiz nesneyle birlikte arka planda kalan şeyleri farkında olmadan algıladığımız ve hepsini sentezleyerek“sakladığımız”bir edilgenliktir. Öte yandan, tutulma (rétention) ise aslında bir tür hareket anı, hareketin öncesi ve sonrasıyla ilgilidir. Bir nesneye dikkatimizi yönelttiğimizde o an ne yaptığımızın farkındayızdır: O nesneye bakmaktayızdır. Hareketimizi biliriz çünkü o an algı eylemi sırasında gerçekleştirmekteyizdir. Fakat öncesinde bu nesnenin bizim dikkatimizi çağırdığının farkında değilizdir fakat yine de o nesnenin orijinal izlenimi algı sınırlarımız içinde yalnızca onu algılamamızı beklemektedir. Dikkatimizi ona çevirebilmemizin sebebi aslında onun edilgen olarak farkına varmamızdır. Algılama bittikten sonra ise nesneye dair farkındalığımız olduğundan, ilerleyen zamanlarda da o nesnenin farkında olmaya devam edebiliriz. Bunlara edilgenlik diyoruz çünkü bu durum, edim anında yaptığımızı bilmeden yaptığımız şeylerdir. Ayrıca, algıladığımız her şeyi sentezlediğimiz için de bir sentezdir. Yani edilgenlik aslında bir edilgen sentezdir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, edilgenlik olmadan bir anımsama felsefesinden söz etmemiz mümkün değildir. Fakat tüm bu edilgen sentez hakkında tartıştığımız kısımlarda, Husserl'in beden kavramını çok daha sonra felsefesine getirdiğini görüyoruz. Yalnızca tarihsel olarak değil, fakat Husserl tüm felsefesini kurduktan sonra, bilinçten bahsedip hatırlamada nasıl kullandığımızı anlattıktan sonra felsefesine beden kavramını ekliyor. Bu da bizi, aslında baştaki araştırma konumuza bağlı, başka bir araştırma noktasına getiriyor: Husserl'in kurduğu edilgen sentezin bulunduğu anımsama felsefesi, karmaşık bir beden anlayışı olmadan, yalnızca bir nesne olarak beden anlayışıyla ilerleyebilir mi? Araştırmaya devam etmek ve bu soruya yanıt bulmak için Proust'un romanlarına geçiş yapıyor ve o romanlarda yaşanan anımsama mekanizmalarını deşerek edilgen sentezin ve bedenin yalnızca bir nesne olmasının yeterli olup olmadığını araştırmaya koyuluyoruz. Bellek alanında edilgen sentezin gerekliliğini gördükten sonra, bu Husserlci sistemi Proust'un romanlarında incelemeye devam ettik. Anımsama için gerçekten bir bedene ihtiyacımız olabilir mi? Ayrıca, Proust'u incelemeye karar vermemizin başka bir nedeni de Proust'un edebiyat tarihinde bize anımsama örneklerini en açık şekilde veren en önemli yazarlardan biri olması ve Husserl, Proust ve Freud'un eserlerini aynı zaman aralıklarında hazırladıklarını bildiğimizden, dönemin felsefesinin de bu araştırmada Proust'un romanlarını kullanmamıza izin verdiğini düşündük. Proust'un roman serisindeki anımsama türlerini zamanımız el verdiğince inceledik. Bunların arasında, istemsiz anımsama, alışılmış anımsama ve yer belleği gibi farklı anımsama türleri yer alıyordu. Anımsama örneklerini Edward S. Casey'nin yardımıyla inceledikten sonra, anımsama için edilgen sentezin gerekli olduğuna kanaat getirdik. Anımsama örnekleri, Husserl'in felsefesinde de gördüğümüz gibi farklı ögeleri barındırdığından sentez yapmak gerekir. Fakat ihtiyaçlarımızı yalnızca sentez yapmanın çözemeyeceğini de örnekleri incelerken gördük. Prosut'ta gördüğümüz örneklerden bir tanesi de alışkanlığa dönüşmüş bedensel bellekti. Yani kısaca, her seferinde düşünmek zorunda kalmadan, alışkanlıkla hareket etmemizi sağlayan bir hafıza türü olan alışkanlığa dönüşmüş bedensel bellek için, adından da anlayabileceğimiz gibi bedene ihtiyacımız olduğunu gördük. Metinlerde biraz daha ilerlediğimizde, yer belleğinin de bizi ilişkilendiren diğer bir bellek türü olduğunu keşfettik. Anımsamanın mekanla ilişkisi olduğundan hareketle bedene de ihtiyacımız olduğu sonucunu çıkardık. Bunun nedeni, yalnızca bilincimizle yer belleğini kontrol etmemizin olanaksızlığıdır. Bedensel bellek olmadan, istemsiz bellek olmadan ve yer belleği olmadan anımsamanın çok büyük bir kısmının olmayacağını, hatta insanın olamayacağını söylemenin yanlış olmadığını düşünüyoruz. Sonuç olarak, Husserl'in felsefesi tüm anımsama anlayışını açıklamak için yeterli olmadığı için, daha doğrusu, bu anlayış daha açık bir beden kavramına gereksinim duyduğu için arayışımıza devam ettik. Çünkü, fenomenolojinin tüm bilimlerin temeli olabilmesi için her alana temel olması gerektiğini düşünüyoruz ve bu alanlardan birisi de anımsama olduğundan ona da temel olması gerekmektedir. Bu sebeple, araştırmamıza Merleau-Ponty ile devam ettik çünkü Merleau-Ponty'nin fenomenolojiyi geliştirdiğini biliyoruz. Onun felsefesinin bu yolda bizi yardımcı olacağını düşündük. Merleau-Ponty'nin Algının Fenomenoloji isimli metninde bizim aslında bir beden olduğumuz fikrini gördük. Merleau-Ponty açıkça beden ve bellek ilişkisini gözler önüne serdi. Fakat, felsefesinin sentez kısmındaki eksiklikler kurmayı düşündüğümüz anımsama felsefesinde eksiklikler yaratacaktı çünkü biraz önce yukarıda söylediğimiz gibi, kusursuz bir anımsama felsefesi için edilgen sentez olmazsa olmaz bir kavram. Merleau-Ponty'nin ele aldığımız konulara yaklaşımının Husserl'inkinden oldukça farklı olduğunu görürüz. Tutulma (rétention) fikrini Husserl'den almış olsa da bu kavram Merleau-Ponty için Husserl'in düşündüğü gibi bir edilgen bir sentez değildir. Ona göre, nesneleri algıladığımızda onlar zaten bize sentezle birlikte gelirler ve bu yüzden onları algılayabiliriz ama sentezi yapan biz değiliz. Arayışımız tam ve kesin bir yanıtla sonuçlanmadığından, biz ortaya bir öneri sunmayı doğru bulduk. Sorunsuz işleyen bir bellek sistemine sahip olmak için edilgen senteze gereksinim duyduğumuz kadar, bedenin de bu sistemde önemli bir rol oynaması gerekir. Husserl ve Merleau-Ponty'nin fikirlerinde yanıldığına inanmasak da araştırmamızda bu iki filozofun felsefesini birlikte okuyarak bazı eksiklikleri giderebileceğimiz sonucuna vardık. Belleğin somut olmayan bir deneyim olması ve hepimizin bu deneyimi yaşamamız nedeniyle sorunun önemli olduğunu düşündük. Tez çalışmamızın anımsama ve bellek konularında araştırma yapan kişileri aydınlatacağını umuyoruz.
Özet (Çeviri)
We know that phenomenology was born with the idea of being the main science of all sciences. If we separate this idea from the period, we may receive too an error. At that time, thanks to the works of Freud, psychology was very popular and claimed to be the main science behind all sciences. It would not be wrong to say that Husserlian phenomenology was founded to oppose this vision and show that philosophy, or rather phenomenology, is the true science. In this research, we started with the desire to study whether phenomenology is a main science as phenomenology thinks about itself. We started this research for this purpose, but the subject we have chosen to work on is remembering. We know that the subject is very important for the human being, and we thought that it would adapt to our research since it is the subject on which Freud is most concentrated. Furthermore, we went in this direction and also wanted to examine whether phenomenology is fundamental in the field of memory. The path we followed was, of course, to bracketing, like the method in phenomenology. Our first objective was to try to understand Husserl's philosophy by opening it up and finding where the notion of remembering is in his philosophy. As we have already said, phenomenology attempts to distinguish itself from psychology. Suddenly, it was inevitable that there would be a phenomenological discussion on remembrance and memory because remembrance became a major issue in that era. But before all this, we can also see the work on memory in the history of philosophy. Remembering is not only always an important subject in philosophy, but also the most important thing that makes people human. We are all as we remember. After examining the philosophers before Husserl, we discovered that for every philosopher who deals with the philosophy of memory also mentions the three common points: perception, time and object. In phenomenology, we know very well that consciousness is consciousness of something. In other words, by perceiving things at every moment, we are aware of them. What we're doing here, as we said, is actually perception. And we cannot have a memory of something without perceiving it. Here we see the perception-memory relationship. Then, the object-memory relationship has two sides. First of all, at the moment of perception that we talked about above, if something did not exist, we could not perceive it because, as phenomenology says, consciousness is consciousness of something. So, it has to be an object for us to be able to perceive it. Second, what we remember is also an object. Also, what we remember is not in the present, memories are always moments that have not broken with the past because they were experienced in the past, but we remember them in the present. And here we see the time-memory relationship. While these topics are the common traits, we see in all philosophers talking about the philosophy of memory, the fourth comes with phenomenology: passivity. When we turn to the object we want to perceive, we see that what we perceive is more than that object. That is to say, we become aware of the object that we want to perceive but also the things that we do not intend to perceive at that moment. To explain them, we need passivity. Thus, our research question is whether passivity reveals a correct and inconsistent understanding that can explain all angles of memory in phenomenology. In this work, we have attempted to deal with passivity in phenomenology. We have discussed it from Husserlian philosophy. Husserl's texts entitled Ideas Pertaining to a Pure Phenomenology and to a Phenomenological Philosophy, Experience and Judgment, Analysen zur passive Synthesis [Analyze of Passive Synthesis] and Cartesian Meditations guided us in this discussion but also On the Phenomenology of the Consciousness of Internal Time helped us to understand the lack of philosophy when passivity is absent. We continued our research with the series of novels In Search of Lost Time by Proust. As we know, Proust wrote texts on memory, of which we can see the most diverse and varied examples. For this reason, we examined how the passivity constructed by Husserl works in the examples in the second part of our research. Finally, we tried to reveal an understanding of memory based on the text Phenomenology of Perception, in which Merleau-Ponty revealed his philosophy of memory. We begin by examining time in Husserl. After considering that the understanding of Husserl's time in his older texts is unsuitable for remembering and philosophy in general, we have reached passivity by examining his later texts. We see that there are two types of passive synthesis: retention and sedimentation. In Husserl's philosophy, we see that what is called passivity is in fact a synthesis. Sedimentation is a passivity than taking things in the background with the thing that catches our attention because we have synthesized them without realizing it and have taken them all in one way or another. It is a passive synthesis because we do not know the act of perceiving at that moment. Then, it is a synthesis because we synthesize everything that we perceive. On the other hand, retention is briefly during, before and after. When we perceive something, we become aware of what is happening because it is happening during the act of perception. Previously, we are not conscious of this object, but afterwards, we continue to have consciousness since we withdraw it. Husserl speaks of the body in his text of Cartesian Meditations, after having revealed all his sense of passivity. So first he established consciousness, then he says we have a body. Since Husserl is often criticized for not remaining in consciousness, we endeavored to examine whether this criticism was founded. To see this, we looked at the passivity of examples in Proust's novels. After having seen the necessity of passive synthesis in the domain of memory, we continue to examine this Husserlian system in the novels of Proust. We sought to determine if we needed a more complex understanding of the body that functions in harmony with consciousness. Additionally, we decided to study Proust because Proust was the most important writer in the history of literature who most clearly gave us examples of remembering. Moreover, knowing that Husserl, Proust and Freud prepared their work in the same period, we thought that the philosophy of the time was also suitable for this research. After examining the examples and the different types of memory in Proust, such as voluntary memory, habitual memory, and memory of places, with the help of Casey, we have come to the conclusion that passive synthesis is necessary because memory is an association and that we can make the synthesis. In the example of voluntary memory, we have seen the different aspects that a memory has and to remove everything at the same time as a whole, it is necessary to make a synthesis. We also thought that one of these aspects was the habitual body memory that allows us to act without thinking about it each time. Then, we examined that memory has a relationship with space because there is the memory of places. This is also why we need a body that works with consciousness. We cannot control the memory of places with our consciousness alone. In short, we can say that there is no memory without bodily memory, without involuntary memory and without memory of places. As the Husserlian philosophy was not sufficient to explain the whole understanding of memory, we tried to build a good philosophy of memory so that phenomenology could be the rigorous science and we continued our research with Merleau-Ponty because like Merleau-Ponty developed phenomenology, we thought to find the answer in him. Even if the relationship between body and memory could be found in Merleau-Ponty, the problems in the synthesis part caught our attention. When we examine Merleau-Ponty's book of Phenomenology of Perception, we find that his approach to the subjects we are dealing with is quite different from those of Husserl. Even though he took the idea of retention from Husserl, it is not at all a passive synthesis as Husserl thinks. According to him, when we perceive things, they come with the synthesis and that is why, we can perceive it, but it is not us who do the synthesis. Thus, we could say that to obtain a well-functioning philosophy of remembering, the body must play an important role in this system, as much as we need a passive synthesis. Although we do not believe that either Husserl or Merleau-Ponty were wrong in their ideas, we have concluded in our research that we can resolve certain shortcomings by reading the philosophy of these two philosophers together. Since memory is an intangible experience but we all live, we thought the question was important. We hope that this memoir will enlighten those who are researching this subject.
Benzer Tezler
- Le rapport des droits de l'homme au politique: Lefort et Rancière
İnsan haklarının politik-olan bağlantısı: Lefort ve Rancière
EYLEM YOLSAL MURTEZA
Doktora
Fransızca
2022
FelsefeGalatasaray ÜniversitesiFelsefe Ana Bilim Dalı
PROF. DR. ALİYE KARABÜK KOVANLIKAYA
- Dialogues et illusion dramatique dans le theatre de Jean Genet (Les Bonnes, Le Balcon, Les Paravents)
Jean Genet tiyatrosunda diyaloglar ve dramatik yanılsamalar (Les Bonnes, Le Balcon, Les Paravents)
NALAN GENÇ YARAŞ
Doktora
Fransızca
1998
Fransız Dili ve EdebiyatıHacettepe ÜniversitesiFransız Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı
PROF. DR. TUĞRUL İNAL
- Enseignement des verbes symétriques en Français
Fransızcada bakışımlı fiillerin öğretimi
ÖZGE KARACADAL
Yüksek Lisans
Fransızca
2017
DilbilimHacettepe ÜniversitesiYabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı
PROF. DR. ECE KORKUT
- La fonction de psycholinguistique méthode sur l'apprentissage du français dans l'analyse de textes littéraire
Fransızca yabancı dil öğreniminde edebi metinlerin çözümlenmesinde ruhdilbilimi yöntemin işlevinin incelenmesi
KÜBRA İPEK
Yüksek Lisans
Fransızca
2013
DilbilimAtatürk ÜniversitesiYabancı Diller Eğitimi Ana Bilim Dalı
DOÇ. DR. YAVUZ KIZILÇİM