L'Islamophobie croissante en Europe
Avrupa'da yükselen İslam karşıtlığı
- Tez No: 884171
- Danışmanlar: DR. ÖĞR. ÜYESİ ZEYNEP ARIKANLI
- Tez Türü: Yüksek Lisans
- Konular: Uluslararası İlişkiler, International Relations
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 2024
- Dil: Fransızca
- Üniversite: Galatasaray Üniversitesi
- Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı
- Sayfa Sayısı: 121
Özet
İslam karşıtlığı, son dönemde özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde yapılan Kur'an yakma eylemleri nedeniyle uluslararası kamuoyunun gündeminde yer almaktadır. Bu eylemler, İslam karşıtlığının tanımlanmasına dair tartışmaları da beraberinde getirmiştir. İslam karşıtlığının aslında yeni bir tür ırkçılık, veya kültürel ırkçılık olduğu yönündeki görüşler ağırlık kazanmıştır. Bu noktadan hareketle, bu çalışmada, günümüzde İslam karşıtlığına hatta İslam düşmanlığına dönüşen İslamofobi konusundaki güncel tartışmaları inceleyerek Avrupa'da İslam karşıtlığının ne bağlamda yeni bir tür ırkçılık olduğunu ele alacağız. Bu kapsamda, İslamofobinin Müslümanlara yönelik ayrımcılıktaki rolü, Avrupa'daki hükümetlerin ve aşırı sağın konuya yaklaşımı, Müslümanlara yönelik tepkinin yanında İslam'ın kendisine yönelik olumsuz söylemler, İslam karşıtı eylemlerin cezalandırılması bağlamında İslamofobi ile antisemitizmin karşılaştırılması, İslamofobiyle mücadelede olumlu örnekler ve atılabilecek adımları tartışacağız. Çalışmamızda ilk olarak sahadaki durum ele alacak, İslami sembollere yapılan saldırılar ve Müslümanlara yönelik ayrımcılık üzerinde duracağız. Daha sonra, politika ve söylem düzeyinde İslamofobiyi ele alacak, bu çerçevede Avrupa'daki hükümetlerin politikaları ve aşırı sağın söylemlerini analiz edeceğiz. Sonuç bölümünde genel bir değerlendirme yaparak çözüm için atılabilecek adımlara dair tespitlerimizi paylaşacağız. Bu çalışmamızı yaparken, bu konuda daha önce yapılmış araştırmalara ve yazılmış kitaplara, uluslararası örgütlerin, Avrupa'daki aşırı sağ olarak nitelendirilen siyasi partilerin resmi sitelerine ve basın haberlerine başlıca kaynaklar olarak başvuracağız. İslam karşıtlığının tarihini İslamiyet'in doğuşuna kadar götürmek mümkün olsa da, terminolojik olarak İslamofobi nispeten yeni bir kavramdır. İslamofobi, en genel anlamda İslam dininden hoşlanmama, korkma veya nefret etme anlamında kullanılmaktadır. Müslümanlara karşı ayrımcılık ve ötekileştirme içeren bir nefret söylemidir. İslamofobi, zenofobi (yabancı düşmanlığı) ve ırkçılık eğilimlerini birbirinden bağımsız düşünmemek gerekmektedir. İslamofobi, kavramsal olarak zenofobi ile yakın bir anlamsal içeriğe ve benzer bir mantığa sahiptir. İslamofobi kavramının ilk kullanımı 1920'lerde görülse de, «İslam Korkusu» olarak ele alınıp tarif edildiği ilk eser ise Runnymede Trust tarafından 1997 yılında hazırlanan Islamophobia: A Challenge For Us All isimli rapordur. Rapor, İslamofobi'yi «Müslümanlara karşı temelsiz bir düşmanlık ve bunun sonucu olarak da tüm Müslümanlara ya da çoğuna karşı korku ve düşmanlık besleme» olarak tanımlamaktadır. İslamofobi'nin örneklerine, Orta Çağ'da Hıristiyan dünyasının İslam'a bakışında ve Batılı düşünürlerin eserlerinde Müslümanlara yaptıkları atıflarda rastlamak mümkündür. Birçok Batılı aydınlanma filozofunun eserlerinde Türklerle ve İslam diniyle ilgili olumsuz görüşler yer aldığı görülmektedir. Bu eserlerde Türkler İslam diniyle özdeşleştirilmekte, Türk ifadesi çoğunlukla Müslüman ifadesi yerine kullanılmaktadır. Bununla birlikte, doğrudan İslam'a ve Müslümanlara yapılan olumsuz atıflar da mevcuttur. Avrupa ülkelerine İkinci Dünya Savaşı sonrasında işgücü göçü çerçevesinde yönelen göç hareketleri ile 11 Eylül 2001 terör saldırıları nedeniyle ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi gibi ayrıştırıcı, ötekileştirici düşüncelerin ciddi şekilde zemin kazandığı görülmektedir. Aynı şekilde, Suriye Savaşı ve Arap Baharı sonrasında hızlanan düzensiz göç ve Müslümanların terörle ilişkilendirilmesinin de bu süreçte olumsuz etkileri olmuştur. İkinci Dünya Savaşından sonra Batı Avrupa ülkelerinde işgücü açığı oluşmuştur. Bu açığın sonucu olarak, Fransa, Almanya, Belçika gibi ülkelere Türkiye, Güney Avrupa ve Kuzey Afrika'dan işgücü göçü olmuştur. 1970'lerde OPEC'in uyguladığı petrol ambargosu nedeniyle, Avrupa ülkelerinde işsizlik kaygıları artmış ve buna bağlı olarak göç karşıtı politikalar öne çıkmıştır. Ayrıca, Avrupa'da kara para döngüsü ortaya çıkaran kayıt dışı istihdam ve yasadışı göçü engellemek amacıyla göçmenlerin yasallaştırılması süreci başlatılmıştır. 1990'lı yıllardan itibaren, göçmen kaçakçılığı, uluslararası bir kazanç alanına dönüşmüştür. İslamofobi bakımından 11 Eylül öncesinde ekonomik kaygılar daha ön plandayken, bu terör saldırılarının ardından Müslümanların dini kimlikleri dikkat çekmeye başlamıştır. Avrupa ülkelerine yönelen göç dalgaları, 11 Eylül 2001 saldırılarıyla artan güvenlik kaygıları ve İslam'ın terörizmle ilişkilendirilmesi, Avrupa'da Müslümanlara karşı zaten geçmişten beri var olan önyargıları artırmıştır. Özellikle 2010 Arap Baharı sonrasında AB'ye ciddi bir göç dalgasının oluşması ve iltica taleplerinin artması AB'nin göç politikalarının kısıtlayıcı hale gelmesiyle sonuçlanmıştır. Avrupa ülkeleri, düzensiz göç dalgalarını engellemek için göçü kontrol altında tutmaya yönelik politikalar izlemişlerdir. Diğer yandan, 11 Eylül saldırıları ve benzeri terör eylemleri nedeniyle Avrupa'da göçmen politikaları güvenlik perspektifinden oluşturulmaya başlanmıştır. Bu durum, Avrupa'da aşırı sağın güçlenmesine de zemin hazırlamıştır. Avrupa'da, İkinci Dünya Savaşı öncesinde görülen klasik faşist partilerden farklı olarak, yeni nesil bir aşırı sağ ortaya çıkmıştır. Klasik faşist partiler, parlamenter demokrasiye, liberalizm ve sosyalizm gibi olgulara karşı oldukları halde, yeni-aşırı sağ partilerin demokrasiyi yıkma gibi hedefleri yoktur. Sanayileşme sonrası aşırı sağ olarak da adlandırılan bu partiler, II. Dünya Savaşının acı hatıralarının da etkisiyle 1945 öncesi faşizm dönemlerindeki partilerle aralarına mesafe koymaya çalışarak kendilerini ayrıştırsa da, doğrudan Müslümanları ve İslam dinini hedef alan ötekileştirici bir söylem benimsemişlerdir. Aşırı sağ partilerin söylemlerinde İslam, ilkel, dogmatik ve saldırgan bir ideoloji olarak gösterilmektedir. Burada İslam'dan sadece bir din değil totaliter ve şiddet yanlısı bir ideoloji olarak bahsedilmesi dikkat çekicidir. Fransa'da İslamcılık (Islamisme) kelimesinin aşırı sağ, hatta ana akım medya tarafından İslam'a referans yapılarak aşırıcılık anlamında kullanılması önemli tepki çekmektedir. Bu bağlamda, « Christianisme » ve « Judaisme » kelimelerinin anlamları, bu dinlerin öğretilerinin tanımlanması için kullanılmakta ve olumsuz bir anlam içermemekte iken, isminin sonuna « -izm » eki getirildiğinde bir öğretiye değil de bir siyasi ideolojiye referans yapılan tek dinin İslam olduğuna dikkat çekilmektedir. Buna ilaveten, merkezdeki siyasi partiler ile aşırı sağ arasındaki söylem farkı azalmış, bu durum yabancı düşmanı ve İslam karşıtı söylemin normal gibi görülmeye başlanmasına neden olmuştur. Hıristiyan Batı kültürünün göçmen kültürün etkisi altında kalacağı yönündeki komplo teorileri günden güne merkezde yer alan siyasetçiler tarafından da benimsenmektedir. Samuel Huntington'ın Medeniyetler Çatışması tezi ile Francis Fukuyama'nın Tarihin Sonu tezleri de Batı dünyası ile Müslüman toplumlar arasındaki çatışmaya düşünsel dayanak teşkil etmiştir. Böylece, göçmen karşıtı söylemlerin, dolayısıyla İslam karşıtlığının atması için uygun bir ortam oluşmuştur. Kur'an yakma eylemleri, aslında İslam karşıtlığının medyada görünen yüzüdür. İslam karşıtlığı, Camilere yapılan saldırılar, Müslümanlara yönelik ayrımcılık, aşırı sağın ötekileştirici söylemleri, Müslüman toplumu kontrol altına almaya yönelik mevzuat çalışmaları gibi pek çok farklı şekillerde tezahür etmektedir. Danimarka ve İsveç gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde Kur'an yakma eylemleri, Almanya'da camileri hedef alan hakaret ve tehdit mesajları, Fransa ve Hollanda'da aşırı sağ partilerin açıkça İslam dinini hedef alan söylemleri ile ibadet yerlerini ve/veya Müslüman dernekleri kontrol altında tutmak amacıyla yapılan düzenlemeler öne çıkmaktadır. Her hal ve karda, bu ülkelerin tümünde, Müslümanların günlük yaşamda şu veya bu şekilde, kökenleri veya dini kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa uğradıkları bilinmektedir. Ayrımcılık, esasen, maruz kalan kişi sayısı ve bu kişilerin hayatlarına etkileri bakımından Kur'an'a veya camilere yönelik fiziksel saldırılardan daha vahim sonuçlar doğurmaktadır. Yabancı kökenliler, sosyal alanda, iş, eğitim ve barınma gibi konularda ayrımcılığa maruz kalabilmektedirler. Ayrıca, resmî kurumlarca da Müslümanlara yönelik ayrımcılık yapılabilmektedir. Özellikle 11 Eylül sonrası ABD'de Müslümanlara yönelik gözetimlerin sıkılaştırılmasıyla başlayan bu süreç Avrupa'ya da yansımıştır. Bu kapsamda, emniyet güçlerinin göçmenlere yönelik davranışları eleştiri konusu olabilmekte, göçmenlerin etnik profillerine göre davranma (etnik profilleme) gibi vakalar görülebilmektedir. İslam karşıtlığı, sadece Müslümanlara yönelik saldırılar ve ayrımcı uygulamalardan da ibaret değildir. Kur'an yakma eylemlerinden aşırı sağ partilerin söylemlerine kadar pek örnek, sadece şahısların değil doğrudan İslam dininin hedef alındığını göstermektedir. Ancak, Batı'daki bazı çevreler ve uluslararası örgütlerce İslamofobi kavramının kullanılmak istenmediği ve bu kavramın yerine « Müslümanlara karşı şiddet », « Müslümanlara karşı hoşgörüsüzlük » gibi terimlerin tercih edildiği görülmektedir. Avrupa'da göçmenlere yönelik tepki, ekonomik nedenlerin yanında, göçmenlerin kimlik unsurlarından da kaynaklanmaktadır. Göçmenler, yabancı bir etnik gruba mensup oldukları, yabancı bir dil konuştukları veya ten renkleri nedeniyle ayrımcılığa uğradıkları gibi, Müslüman oldukları için de ayrımcılığa uğramaktadırlar. Genellikle, ayrımcılığın sebepleri olarak etnik ve dini kimlik unsurları beraber görülmekte ve iç içe geçmektedir. Bu noktada, göçmenlerin etnik ve dini kimliklerinden bağımsız olarak genel bir göçmen karşıtlığı göze çarpmaktadır. İslam karşıtlığının, yeni bir tür ırkçılık olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bu yeni nesil ırkçılık, kültürel ırkçılık olarak da tanımlanmaktadır. Zira, hem ırkçılık hem de İslam karşıtlığında mağdurların bir kimlik unsuru nedeniyle ötekileştirilmesi, dışlanması, ayrımcılığa ve hatta saldırıya uğraması söz konusudur. «Kültürel ırkçılık» anlayışında genetik ve biyolojik özelliklerden ziyade «kültürel ve etnik-dinsel» özellikler temel belirleyicidir. Kişinin ya da grubun genetik-etnik özellikleri değil, kültürel-dinsel aidiyeti ve bunun sonucunda benimsediği dinsel normlar-değerler ve uygulamalar esas alınmakta ve bu bağlamda etnik-dinsel-kültürel azınlıklara-marjinal gruplara yönelik ayrımcı tutumlar ortaya çıkabilmektedir. « Modern ırkçılık » olarak da nitelendirilen bu yeni ırkçılık, başta Müslümanlar olmak üzere egemen toplumlarda azınlık olarak yaşayan göçmen gruplara ve yabancılara yönelik korku ve nefret, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi tutumlarında kendini göstermektedir. İslam karşıtlığı, antisemitizm ile de karşılaştırılmakta, İslam karşıtı saldırılara ve bu saldırıların faillerine antisemitizmde olduğu gibi muamele edilmesi talep edilmektedir. Bu noktada, İslamofobi ile mücadelenin temel hedeflerinden biri, İslami sembollere yapılan saldırıların nefret suçu olarak tanımlanarak, uluslararası hukukta ve ülkelerin ulusal mevzuatlarında bu saldırıların cezai müeyyideye tabi tutulması yönünde adımlar atılmasıdır. İslamofobinin ötekileştirici karakterinin kamuoyunu oluşturan unsurlar tarafından algılanması, ardından marjinal alanda çevrelenmesi ve etkisiz hale getirilmesi önemlidir. İslamofobi ile mücadelede temel hedef, İslamofobinin bir insan hakları sorunu olduğu, demokrasi değerlerini ve birlikte yaşama kültürünü tehdit ettiği yönünde küresel bir farkındalık oluşturulması ve bu yönde uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi olmalıdır. İslam karşıtlığıyla mücadelede, yeterli olmasa da, olumlu örnekler mevcuttur. 2019 yılında Yeni Zelanda'nın Christchurch kentindeki iki Camiye düzenlenen ve 51 kişinin ölümüyle sonuçlanan terör saldırısının anısına 15 Mart gününün BM tarafından «İslamofobi ile Uluslararası Mücadele Günü» olarak ilan edilmesi sembolik önemdedir. 2023 yılı Temmuz ayında BM'de İslami sembollere yapılan saldırıları «dini nefret» ve «uluslararası hukukun ihlali» olarak tanımlayan kararlar alınmıştır. AGİT/ODIHR, Müslüman karşıtı nefret suçlarına dair 10 ilkeyi kapsayan bir kılavuz yayınlamıştır. Muhtelif uluslararası örgütlerin İslam karşıtlığını kınayan pek çok kararı bulunmaktadır. Keza, muhtelif kuruluşlar ve ülkeler, İslam karşıtlığı ile mücadele için bir özel temsilciler atamakta, çalışma grupları oluşturmakta raporlar yayınlamaktadır. Bu olumlu adımlar, bu aşamada sahadaki durumu değiştirmek için yeterli olmamaktadır. Somut ve etkili adımların atılabilmesi için, devlet yönetimlerinde de güçlü bir siyasi irade bulunması gerekmektedir.
Özet (Çeviri)
Islamophobia has recently been on the agenda of international public opinion, especially due to the Qur'an burnings in Northern European countries. These acts have brought about debates on the definition of islamophobia. The view that islamophobia is actually a new type of racism or cultural racism has gained weight. From this point of view, in this study, we will examine the current debates on islamophobia, which has now turned into anti-Islamism and even hatred against Islam, and discuss in what context Islamophobia in Europe is a new form of racism. In this context, we will discuss the role of Islamophobia in discrimination against Muslims, the approach of European governments and the far right, the negative discourse against Islam itself in addition to the reaction against Muslims, the comparison of Islamophobia and antisemitism in the context of punishing islamophobic acts, positive examples and steps that can be taken in the fight against Islamophobia. In our study, we will first address the situation on the ground, focusing on attacks on Islamic symbols and discrimination against Muslims. Then, we will discuss Islamophobia at the level of policy and discourse, analysing the policies of governments in Europe and the discourse of the far right. In the conclusion, we will make a general assessment and share our findings on the steps that can be taken for a solution. While conducting this study, we will refer to previous researches and books written on this subject, official websites of international organizations, political parties in Europe that are described as far-right, and press reports, as the main sources. Although the history of anti-Islamism can be traced back to the emergence of Islam, islamophobia is a relatively new concept. In the most general sense, islamophobia is used in the sense of dislike, fear of or hate the religion of Islam. It is a hate speech that includes discrimination and marginalization against Muslims. Islamophobia, xenophobia and racism tendencies should not be considered independent of each other. Conceptually, islamophobia has a close semantic content and a similar logic with xenophobia. Although the first use of the concept of Islamophobia can be traced back to the 1920s, the first work in which it was discussed and described as fear of Islam was the report entitled Islamophobia: A Challenge For Us All prepared by the Runnymede Trust in 1997. The report defines Islamophobia as an unfounded hostility towards Muslims and a consequent fear and hostility towards all or most Muslims. Examples of Islamophobia can be found in the Christian world's view of Islam in the Middle Ages and in the references to Muslims in the books of Western intellectuals. The works of many Western enlightenment philosophers contain negative views about Turks and Islam. In these books, Turks are identified with the Islamic religion and the term Turk is often used instead of the term Muslim. However, there are also negative direct references to Islam and Muslims. Due to the migration movements to European countries after the Second World War within the framework of labor migration and the terrorist attacks of September 11, 2001, discriminatory and marginalizing ideas such as racism, xenophobia and Islamophobia have gained serious ground. Likewise, irregular migration, accelerated after the Syrian War and the Arab Spring, as well as the association of Muslims with terrorism, have also had negative effects in this process. Following the Second World War, a labour shortage emerged in Western European countries. As a result, there was labour migration from Turkey, Southern Europe and North Africa to countries such as France, Germany and Belgium. Due to the oil embargo imposed by OPEC in the 1970s, unemployment concerns increased in European countries and accordingly, anti-immigration policies came to the fore. In addition, the process of legalisation of migrants was initiated in order to prevent unregistered employment and illegal migration, which created a black money cycle in Europe. Since the 1990s, migrant smuggling has become an international profit centre. While economic concerns were at the forefront in terms of Islamophobia before 11 September, the religious identity of Muslims started to attract attention after these terrorist attacks. The waves of migration to European countries, the security concerns that increased with the attacks of September 11, 2001, and the association of Islam with terrorism have increased the existing prejudices against Muslims in Europe. Especially following the Arab Spring of 2010, a serious wave of migration to the EU and the increase in asylum requests resulted in the EU's migration policies becoming restrictive. European countries have pursued policies to keep migration under control in order to prevent irregular migration waves. On the other hand, due to the September 11 attacks and similar terrorist acts, migration policies in Europe have started to be formulated from a security perspective. This situation paved the way for the strengthening of the far right in Europe. Unlike the classical fascist parties seen before the Second World War, a new generation of far-right parties emerged in Europe. Whereas classical fascist parties were opposed to parliamentary democracy, liberalism and socialism, the new far-right parties do not aim to overthrow democracy. Although these parties, also called the post-industrial far-right, trying to distance themselves from the parties of the pre-1945 fascist periods due to the painful memories of World War II. However, they have adopted an alienating discourse that directly targets Muslims and the religion of Islam. In the discourse of far-right parties, Islam is portrayed as a primitive, dogmatic and aggressive ideology. It is noteworthy that Islam is not only referred to as a religion but also as a totalitarian and violent ideology. In France, the use of the word «Islamism» (Islamisme) by the far right and even by the mainstream media to refer to Islam as extremism has attracted significant reactions. In this context, while the meanings of the words Christianism and Judaism are used to describe the teachings of these religions and do not have a negative connotation, it is pointed out that Islam is the only religion whose name, when prefixed with the suffix « -ism », does not refer to a teaching but to a political ideology. In addition, the discourse gap between the political parties in the centre and the far right has narrowed, which has led to xenophobic and islamophobic rhetoric being seen as normal. Conspiracy theories about the influence of immigrant culture on Western Christian culture are increasingly being embraced by politicians in the centre. Samuel Huntington's Clash of Civilizations thesis and Francis Fukuyama's End of History thesis have also provided the intellectual basis for the conflict between the Western world and Muslim societies. Thus, a favourable environment has been created for anti-immigrant discourse, and hence islamophobic sentiment, to flourish. The Qur'an burnings are in fact the visible face of islamophobia in the media. Islamophobia is manifested in many different ways such as attacks on mosques, discrimination against Muslims, marginalizing discourses of the far right and legislative efforts to control the Muslim community. The burning of Qurans in Northern European countries such as Denmark and Sweden, insulting and threatening messages targeting mosques in Germany, rhetoric openly targeting Islam by far-right parties in France and the Netherlands, and regulations aimed at controlling places of worship and/or Muslim associations stand out. In any case, in all of these countries, it is known that Muslims are discriminated against in daily life in one way or another on the basis of their origin or religious identity. Discrimination is, in fact, more serious than physical attacks on the Qur'an or mosques in terms of the number of victims and the impact on their lives. People of foreign origin may face discrimination in the social sphere, such as in employment, education and housing. Muslims may also be discriminated against by official institutions. This process, which started with the tightening of surveillance against Muslims in the US especially after 9/11, has also been reflected in Europe. In this context, the behavior of security forces towards migrants can be subject to criticism, and cases such as treating migrants according to their ethnic profile (ethnic profiling) can be seen. Islamophobia is not only about attacks and discriminatory practices against Muslims. Examples ranging from Qur'an burnings to the rhetoric of far-right parties show that not only individuals but also the religion of Islam are directly targeted. However, it is observed that some circles in the West and international organizations do not want to use the term islamophobia, preferring instead terms such as « violence against Muslims » and « intolerance against Muslims ». In Europe, the reaction against immigrants stems not only from economic reasons but also from their identity. Immigrants are discriminated against because they belong to a foreign ethnic group, speak a foreign language or have a different skin colour, but they are also discriminated against because they are Muslim. Generally, ethnic and religious identity elements are seen together and intertwined as the causes of discrimination. At this point, there is a general anti-immigrant sentiment regardless of the ethnic and religious identity of migrants. It is seen that islamophobia has emerged as a new type of racism. This new generation of racism is also defined as cultural racism. This is because in both racism and islamophobia, the victims are marginalized, excluded, discriminated against and even attacked on the basis of their identity. In the cultural racism, cultural and ethno-religious characteristics are the main determinants rather than genetic and biological ones. The cultural-religious belonging, the religious norms-values and practices adopted as a result are taken as a basis, rather than the genetic-ethnic characteristics of the person or group. In this context, discriminatory attitudes towards ethnic-religious-cultural minoritiesmarginalized groups may emerge. This new racism, which is also characterized as « modern racism », manifests itself in fear and hatred, xenophobia and islamophobia against immigrant groups and foreigners living as minorities in dominant societies, especially Muslims. Islamophobia is also compared to antisemitism, and it is demanded that islamophobic attacks and their perpetrators be treated in the same way as antisemitism. At this point, one of the main goals of combating islamophobia is to define attacks on Islamic symbols as hate crimes and to take steps to subject these attacks to criminal sanctions in international law and national legislation. It is important that the marginalizing character of islamophobia is perceived by the constituents of public opinion, and that it is then contained and neutralized in the marginal sphere. The main goal in the fight against islamophobia should be to raise global awareness that islamophobia is a human rights problem which threatens also democratic values aw well as the culture of coexistence, and to strengthen international cooperation in this direction. There are positive, if not sufficient, examples in the fight against islamophobia. In 2019, the UN declared 15 March as the «International Day to Combat Islamophobia» in commemoration of the terrorist attack on two mosques in Christchurch, New Zealand, which killed 51 people. In July 2023, resolutions were adopted at the UN defining attacks on Islamic symbols as «religious hatred» and «violations of international law». The OSCE/ODIHR has published guidelines on anti-Muslim hate crimes, including 10 principles. Various international organizations have adopted numerous resolutions condemning islamophobia. Likewise, various organizations and countries appointed special representatives, established working groups and published reports to combat islamophobia. These positive steps are not enough to change the situation on the ground at this stage. For concrete and effective steps to be taken, there needs to be a strong political will on the part of state administrations.
Benzer Tezler
- The rise of populist radical right parties in Europe: AFD and PVV
Avrupa'da Popülist Radikal Sağ Partilerin Yükselişi: AfD ve PVV
REŞİT ÖZMEN
Yüksek Lisans
İngilizce
2022
Uluslararası İlişkilerYakın Doğu ÜniversitesiPROF. DR. NUR KÖPRÜLÜ
DOÇ. DR. MUSTAFA ÇIRAKLI
- AB'nin güvenlik politikalarında Kuzey Afrika'nın yeri ve önemi
The status and significance of North Africa in EU security policies
ABDULLAH ORHAN
Yüksek Lisans
Türkçe
2018
Uluslararası İlişkilerGazi ÜniversitesiUluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı
PROF. DR. SOYALP TAMÇELİK
- Muslim communities in the uk after september 11: Friends or foes?
11 eylül sonrasi birleşik krallik'ta müslüman topluluklar: Dost mu düşman mi?
GİZEM KOLBAŞI MUYAN
Yüksek Lisans
İngilizce
2006
HukukUniversity of Malta (L-Università ta' Malta)İnsan Hakları Ana Bilim Dalı
DR. PATRICIA CASSAR TORREGIANI
ÖĞR. GÖR. BİRSEN ERDOĞAN
- Müsteşriklerin görüşlerinin Kur'an ilimleri ışığında incelenmesi (A'râ'ül müsteşrikîn havle'l Kur'âni'l Kerîm özelinde)
Study of oryantali̇sts' opinions in line with the Quranic siences (Sample of Arau al-mustashriqin )
AHMET DÜLGER
Yüksek Lisans
Türkçe
2022
DinNecmettin Erbakan ÜniversitesiTemel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı
PROF. DR. ALİ AKPINAR