Geri Dön

Ireland's attitude towards Israeli-Palestinian conflict after 7 October

İrlanda'nın 7 Ekim sonrası İsrail-Filistin çatışmasına yaklaşımı

  1. Tez No: 920252
  2. Yazar: CHALILA RAIHAN NABILAZKA
  3. Danışmanlar: DOÇ. DR. FATMA SARIASLAN
  4. Tez Türü: Yüksek Lisans
  5. Konular: Uluslararası İlişkiler, International Relations
  6. Anahtar Kelimeler: İrlanda, İsrail-Filistin meselesi, 7 Ekim, sosyal inşacılık, kimlik, Ireland, Israeli-Palestinian Conflict, 7 October, social constructivism, identity
  7. Yıl: 2025
  8. Dil: İngilizce
  9. Üniversite: İstanbul Medeniyet Üniversitesi
  10. Enstitü: Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
  13. Sayfa Sayısı: 123

Özet

Bu çalışma, 7 Ekim saldırısı sonrasında İrlanda'nın İsrail-Filistin Çatışmasına yönelik tutumunu ve ülkenin aldığı önlemlerin altında yatan nedenleri incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma nitel yöntem kullanılarak gerçekleştirilmiş ve sosyal inşacılık (konstrüktivizm) teorisinden faydalanılmıştır. Çalışma sonucunda, İrlanda'nın sömürge sonrası bir toplum, İrlanda Anayasalarında 'ahlâk ve adaletin koruyucusu ve çok taraflılığın destekçisi olarak yansıtılan kurumsal kimliklerinin ve insan haklarına bağlı bir ülke' olarak İrlanda'nın sosyal kimliğinin çıkarlarını ve eylemlerini etkilediği tespit edilmiş; bu kimliklerin İrlanda'nın İsrafil-Filistin meselesinde iki devletli çözümü desteklemeye devam eden dış politikasına da yansıdığı görülmüştür. Kökeni büyük ölçüde 1917 Balfour Deklarasyonu'na dayanan İsrail-Filistin sorunu Orta Doğu bölgesinde kronik bir mesele olmanın ötesinde tarihsel olarak küresel aktörlerin de meseleye sıklıkla dâhil olduğu ve sonuçları ve etkileri itibarıyla bölge sınırlarını aşan bir niteliğe sahiptir. 1922'de İngiliz Mandası'nın yürürlüğe girmesinin ardından, Filistin'de bir Yahudi devleti kurmayı amaçlayan Siyonist Yahudi dalgası başladı. Avrupa'da zulüm gören Yahudi toplumu için vaat edilmiş topraklar olarak görülen Filistin, güvenli bir sığınak haline geldi. Filistin'de Yahudi toplumunun artması, İngiltere'den bağımsızlıklarını kazanmaları beklenen Filistinli Araplar ile Siyonistler arasında gerginliğe yol açtı. 1936'dan 1939'a kadar süren ayaklanmalar İngiltere'yi, Filistin'in Filistinli Araplar ve Yahudi toplumu için iki devlete bölünmesini, Yahudi toplumu için göç ve toprak alımına kısıtlamalar getirilmesini ve Filistin'e bağımsızlık verilmesini içeren 1939 Beyaz Kitabını yayınlamaya itti. Bu elbette iki toplum arasındaki gerilimi arttırdı ve yetişkin Filistinli erkeklerin yüzde onu Siyonist askeri grup Haganah tarafından öldürüldü. Ancak dünyanın dikkati, altı milyon Yahudi'nin Nazi ölüm kamplarında öldüğü, diğerlerinin ise Avrupa'dan Filistin'e kaçtığı İkinci Dünya Savaşı ile dağılmıştı. Böylece, İngilizlerin göçmen sayısına getirdiği sınırlamalara rağmen göç devam etti. Kasım 1947'de BM, İngiltere'nin Filistin üzerindeki mandasını en geç Ağustos 1948'de sona erdiren ve bölgeyi Arap ve Yahudi devletleri olarak bölen ve Kudüs'ü BM yönetimine veren 181 sayılı kararı yayınladı. Bölünme sonucunda bölgenin 11.100 kilometrekaresi (%42) Filistinlilere, 14.100 kilometrekaresi (%56) Siyonistlere, Kudüs ve Beytüllahim'den oluşan kalan %2'lik kısım ise uluslararası yönetime bırakıldı. Kararlara tepki olarak Mayıs 1948'e kadar Filistin'de iç savaş çıktı ve bu da büyük bir Arap-İsrail Savaşı'na yol açtı. Siyonistler ise bölünmeyi kabul etti. Ancak Siyonistlerin bu kabulü, BM tarafından belirlenen topraklardan daha fazlasını ilhak etme planıyla el ele gitti. İlerleyen yıllarda Filistin topraklarının İsrail tarafından ilhak edilmesi, yüz binlerce insanın Filistin'in çeşitli bölgelerinden kaçarak başka bölgelere ya da Nakba olarak bilinen çevre Arap ülkelerine mülteci olarak gitmesine neden oldu. Takip eden on yıllarda dört Arap-İsrail savaşı ve iki intifada yaşanmış, İsrail'in Gazze'ye yönelik çok sayıda askeri saldırısı olmuştur. İsrail'in 14 Mayıs 1948'de İngilizlerin Hayfa'dan ayrılmasının arifesinde bağımsızlığını ilan etmesinin ardından 1948 (Birinci) Arap-İsrail Savaşı başlamış ve on ay sürmüştür. Bu savaş sırasında birçok ateşkes ve savaşın yeniden başlaması gerçekleşti. Savaştan sonra İsrail, BM'nin Yahudilere verdiği toprakların tamamını ve Araplara verdiği toprakların %60'ını kontrol etmeyi başardı. Mısır Gazze'yi yönetti ve Ürdün Batı Şeria'yı yönetti. 1948 Savaşı aynı zamanda“Yeşil Hat”ya da yaygın olarak bilinen adıyla 1967 Hattı ile sonuçlandı. 1956'da Süveyş Kanalı millileştirildi ve Tiran Boğazı Mısır tarafından kapatılarak İsrail içinde ve dışında tüm ticari faaliyetler engellendi ve bu da İkinci Arap-İsrail Savaşı'na neden oldu. İkinci Arap-İsrail Savaşı, İsrail'in Gazze'yi işgalinin ilki olmuş, dört ay sürmüş ve İsrail ordusunun Filistinlilere yönelik yaygın katliamıyla karakterize olmuştur. İkinci Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra, daha sonra Filistin halkının uluslararası düzeyde temsilcisi olacak olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kuruldu. 1967 (Üçüncü) Arap-İsrail Savaşı, İsrail'in tüm Filistin'i, Golan Tepeleri'ni ve Sina'yı başarıyla kontrol etmesiyle Arap devletleri için tam bir aşağılanma oldu. Bu savaştan sonra İsrail, Batı tarafından Orta Doğu'da bölgesel bir güç olarak görülmeye başlandı ve ABD ile“özel ilişki”aşamasına girdi. 1973 (Dördüncü) Arap-İsrail Savaşı, İsrail'in savaşın başında yenildiği ancak savaşı kazanmayı başardığı son Arap-İsrail savaşıydı. Yom-Kippur Savaşı'nın ardından OPEC'in Arap üyeleri Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerine petrol ambargosu uygulayarak bir petrol krizine neden oldu. Yom-Kippur Savaşı'nın ardından, Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında 3.000 Filistinli mültecinin öldürüldüğü ve uluslararası kınamaya neden olan 1982 Lübnan İşgali gerçekleşti. Arap-İsrail savaşı döneminden sonra Filistinliler bağımsızlıkları için kendilerine güvendiler ve sırasıyla 1987-1993 ve 2000-2005 yılları arasında birinci ve ikinci intifada gerçekleşti. Bu iki dönem arasında Oslo barış süreci gerçekleşti. Ancak bölgeye kalıcı barış getirme çabaları başarısız oldu. İkinci İntifada'nın sona ermesinden bugüne kadar (2024) İsrail, 2009 Dökme Kurşun Operasyonu, 2012 Pilar Savunma Operasyonu, 2014 Koruyucu Hat Operasyonu, 2021 Duvarın Muhafızı Operasyonu, 2022 Şafak Vakti Operasyonu ve Ekim 2023'te başlayan Demir Kılıç Operasyonu dahil olmak üzere çeşitli askeri operasyonlar gerçekleştirdi. Tüm bu askeri eylemler, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu can kayıplarına yol açmış ve uluslararası toplum tarafından kınanmıştır. Dönem boyunca ateşkesler ve iki tarafı uzlaştırma çabaları da yürütüldü. Ancak bunların hepsi yetersiz kaldı. Bu mesele, Filistin'in İsrail işgaline direnişinde önemli bir aktör olarak öne çıkan Hamas'ın (Harakat al Muqawwamah Al-Islamiyah) 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirdiği“Aksa Tufanı”operasyonu ile birlikte yeni bir evreye girmiştir. Hamas, bu operasyonu Gazze Şeridi'ndeki ablukanın kaldırılması, İsrail işgalinden kurtuluş, Filistinlilerin ulusal haklarının yeniden kazanılması, bağımsızlık ve kendi kaderini tayin hakkının elde edilmesi ile başkenti Kudüs olan bir Filistin devleti kurma yolunda atılmış bir adım olarak açıklamıştır. Bu çerçevede, Aksa Tufanı, İsrail'i Mescid-i Aksa ve kutsal mekânlar üzerinde tam olarak hâkimiyet kurma girişimlerinden, Filistin davasını tasfiye etmek amacıyla İsrail'in binlerce Filistinliyi tutuklamasından, Filistinlilere ait toprakları ele geçirme ve Yahudileştirme çabalarından, Batı Şeria'da büyüyen yasadışı yerleşimlerden, yasadışı yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik artan saldırılarından ve Gazze'ye yönelik on altı yıldır devam eden ablukadan sorumlu olduğu iddialarıyla gerçekleştirilmiştir. Daha geniş bir bölgesel ortamda ise, İsrail'in Körfez Arap ülkeleri ile ve son olarak da Suudi Arabistan'la ilişkilerini normalleştirme girişimleri Filistin direnişi açısından böylesi bir operasyonu gerekli kılmıştır. Hamas'ın bu operasyonu üzerine, İsrail zaten yıllardır abluka altında tuttuğu Gazze'yi tamamen kuşatmış, yoğun hava saldırıları ve bombalamalar ile karşılık vermiştir. İsrail, soykırıma varan yoğun saldırılarının yanı sıra insani yardım kuruluşlarının ve donör ülkelerin insanî yarımlarının bölgeye girişini engelleyerek Gazze halkını çöküşün eşiğine getiren büyük, eşi benzeri görülmemiş bir yıkıma neden oldu. Çatışmaya ilişkin dünya ülkelerinden gelen tepkiler bölünmüş durumdadır. Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri başta olmak üzere Batılı ülkelerin çoğu, İsrail'i desteklerken, Küresel Güney'in çoğunluğu Filistin'in yanında yer almıştır. Öte yandan bir Avrupa ülkesi ve ABD'nin yakın müttefiki olan İrlanda ise, Filistinlilerin yanında yer alarak Avrupa Birliği içinde aykırı bir tutum sergilemiştir. 7 Ekim 2023 tarihinden bugüne, yani Aralık 2024 tarihine kadar İrlanda, hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde çeşitli vesilelerle defalarca ateşkes çağrısında bulunmuştur. İrlanda, Netanyahu hükümetini Gazze'deki eylemleri ve halka uyguladıkları zulüm nedeniyle kınamıştır. Ayrıca İrlanda, Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA - United Nations Relief and Works Agency for Palestine Refugees) üyelerinin 7 Ekim saldırısına karıştığı suçlamasıyla donör ülkelerin fonlarını geri çektiği dönemde UNRWA'yı desteklemeye devam etmiştir. İrlanda ayrıca Avrupa Komisyonu'ndan İsrail'in insan haklarını korumakla yükümlü olduğu Avrupa Birliği-İsrail Ortaklık Anlaşması'nın gözden geçirilmesini talep etmiştir. Ayrıca İrlanda, Ürdün ve Mısır da dâhil olmak üzere Orta Doğu ülkeleriyle çatışmanın yatıştırılması için sürekli olarak çalışmakta ve çatışmanın çözümüne katkıda bulunabilmek için bu ülkelerle yakın temas halinde bulunmaktadır. Son olarak İrlanda, 2024 Mayıs ayı sonunda Filistin'i egemen bir devlet olarak tanımıştır. İrlanda'nın yerel kimliğini şekillendiren kilit faktörlerden birinin, ülkenin çıkarlarını derinden etkileyen İngiliz sömürge yönetimi altındaki tarihsel deneyim olduğu göz önünde bulundurulduğunda, İrlanda'nın hem kurumsal hem de sosyal kimliklerinin, İsrail-Filistin meselesinde önemli bir kırılma noktası olan 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu sonrasındaki yaklaşımını ve politikalarını etkilediği açıktır. İrlanda Anayasası'nda kendine yer bulan post-kolonyal ulusal kimlik, İrlanda'yı 'sömürge sonrası bir toplum, adalet ve ahlâkın savunucusu ve çok taraflılığın sadık bir destekçisi' olarak tasvir etmektedir. İrlanda'nın kimliğinin bu unsurları sadece iç politikasına yön vermekle kalmaz, aynı zamanda uluslararası ilişkilere yaklaşımına ve dış politikadaki duruşuna da rehberlik etmektedir. Sömürge sonrası bir toplum olarak İrlanda, ezilen halkların ve kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde bağımsızlık hareketlerinin karşılaştığı mücadeleler konusunda derin bir anlayışa sahiptir. Bu bakış açısı İrlanda'nın kendi sömürge tarihi ile İsrail işgali altında yaşayan Filistinlilerin mevcut durumu arasında paralellikler kurmasına yol açmaktadır. İrlanda'nın İngiliz yönetimine karşı bağımsızlık mücadelesi deneyimi, Filistinlilerin devlet olma mücadelesiyle örtüşmekte, dayanışma duygusunu ve Filistin davasını desteklemek için ahlaki bir yükümlülüğü teşvik etmektedir. Bu post-kolonyal kimlik, İsrail'in yıllardır sürdürdüğü işgal politikalarını yüksek sesle eleştirmesinin ve uluslararası platformlarda Filistinlilerin haklarını savunmasının da gösterdiği gibi, İrlanda'yı ezilenlerin yanında durmaya itmektedir. İrlanda'nın adalet ve ahlâka olan bağlılığı kurumsal kimliğinin bir diğer temelidir. Bu bağlılık, uluslararası hukuku destekleme, insan haklarını koruma ve küresel kalkınmaya katkıda bulunma konusundaki kararlılığına da yansımaktadır. İrlanda'nın dış politikası, uluslararası ilişkilere adalet, eşitlik ve hukukun üstünlüğüne saygı ilkelerinin rehberlik etmesi gerektiği inancına dayanmaktadır. Bu ahlaki çerçeve, İrlanda'nın İsrail-Filistin meselesine ilişkin dış politik söylem ve de eylemlerinin temelini büyük ölçüde belirlemekte ve şiddeti ve insan hakları ihlallerini ayrım gözetmeyecek bir biçimde kınamasından iki devletli bir çözüme ulaşmayı amaçlayan girişimlere kadar her türden desteği vermesinin altındaki önemli sebeplerden birini oluşturmaktadır. Sömürgecilik sonrası ve ahlaki kimliğinin yanı sıra İrlanda'nın çok taraflılığa verdiği destek de dış politikasının şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. İrlanda uluslararası işbirliğine ve çok taraflı kurumların küresel barış ve güvenliğin korunmasındaki rolüne değer vermektedir. Bu durum İrlanda'nın Birleşmiş Milletler'e aktif katılımında ve İsrail-Filistin çatışmasını ele alan Birleşmiş Milletler kararlarına verdiği tutarlı destekte açıkça görülmektedir. İrlanda'nın çok taraflılık tercihi aynı zamanda Avrupa Birliği içinde fikir birliği oluşturma çabalarını da yönlendirmekte ve bu çerçevede çatışmaya yönelik olarak insan hakları ve uluslararası hukuka öncelik veren dengeli bir yaklaşımın savunuculuğunu yapmaktadır. İsrail-Filistin meselesi bağlamında İsrail'in uygulamaları sonucu yerleşimci sömürgeciliğin devam ettiği, -dünyadaki halkların büyük çoğunluğu Filistin direnişini destekleme noktasında hemfikir olsa da- hükümetlerin bu mesele özelinde verdikleri tepkilerde kutuplaştığı ve küresel adalet normlarının öneminin arttığı mevcut uluslararası bağlamda İrlanda'nın kurumsal kimliği, yalnızca bölgesel ölçekte Filistin direnişi için değil aynı zamanda daha genel bir perspektifle, küresel ölçekte anti-sömürgeci ve anti-işgalci hareket için motive edici bir güç olarak hizmet etmektedir. İrlanda'nın İsrail-Filistin anlaşmazlığı karşısındaki söylem, tutum ve eylemleri, İrlanda'nın insan haklarına bağlı bir orta güç olarak kimliğini yansıtmaktadır. Bu kimlik İrlanda'nın Gazze'deki soykırım olarak nitelendirilen insani krizi ele alma, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını savunma ve meseleye adil bir çözüm bulunmasını teşvik etme çabalarını yönlendirmektedir. İrlanda'nın bu konumunu ortaya koymasının bir yolu da Birleşmiş Milletler UNRWA'ya verdiği tutarlı destektir. Diğer donör ülkelerin fonlarını çekmesine rağmen İrlanda Ajansa mali yardım sağlamaya devam ederek Filistinli mültecilere yönelik temel hizmetlerin sürdürülmesini sağlamaktadır. Bu taahhüt, İrlanda'nın Filistin halkının insani ihtiyaçlarını karşılama konusundaki kararlılığını ve uluslararası baskılar karşısında ilkelerinden vazgeçmeyi reddettiğini vurgulamaktadır. İrlanda'nın Filistin'e verdiği destek, Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanı (ICJ - International Court of Justice) nezdinde İsrail'e karşı açtığı davaya verdiği destekle de ortaya konmuştur. İsrail'in işgal ve yerleşim yerlerini genişletme politikasının yasallığını sorgulayan bu dava, İrlanda'nın uluslararası hukukun korunması ve devletlerin insan hakları ihlallerinden sorumlu tutulmasının önemi konusundaki duruşuyla tutarlıdır. İrlanda bu davayı destekleyerek adalete olan bağlılığını ve Filistinlilerin haklarını savunmak için güçlü çıkarlara karşı durma isteğini bir kez daha teyit etmektedir. İrlanda, uluslararası sahnedeki eylemlerine ek olarak, çatışmaları yatıştırmak ve diyaloğu teşvik etmek için bölgesel güçlerle de diplomatik çabalara girmiştir. Mısır ve Ürdün gibi ülkelerle çalışan İrlanda, müzakereleri kolaylaştırmaya ve gerilimleri azaltacak ve anlaşmazlığın temel nedenlerini ele alacak tedbirler üzerinde fikir birliği oluşturmaya çalışmıştır. İrlanda'nın diplomatik çabaları, Filistin'in tanınmasını savunmak ve blok içinde anlaşmazlığa dair daha dengeli bir yaklaşımı teşvik etmek için benzer düşünen üye devletlerle birlikte çalıştığı Avrupa Birliği'ne de uzanmaktadır. İrlanda'nın insan haklarına bağlı bir orta güç olarak uluslararası toplumsal yapıdaki konumu, kurumsal kimliğinin bir yansıması ve dış politikasının itici gücüdür. Tarihine, değerlerine ve çok taraflılığa olan bağlılığına dayanarak İrlanda, adaletin sesli bir savunucusu ve Filistin haklarının sadık bir destekçisi olarak kendine özgü bir rol biçmiştir. Bu rol barış, adalet ve insan onuruna adanmış bir ulus olarak İrlandalılık kimliğini pekiştirirken, İrlanda'nın küresel sahnedeki ahlaki konumunu da güçlendirmiştir. 7 Ekim sonrasında yaşananlar ve İsrail'in soykırıma varan saldırılarına İrlanda'nın verdiği yanıt, İrlanda'nın kurumsal ve sosyal kimliklerinin dış politikasını şekillendirmedeki kalıcı önemini göstermektedir. Filistinlilerin haklarını tutarlı bir şekilde savunarak ve Avrupa Birliği içindeki statükoya meydan okuyarak İrlanda, Batılı bir ülkenin İsrail-Filistin çatışması konusunda ilkeli bir duruş sergileyebileceğini göstermiştir. İrlanda'nın değerlerine ve tarihsel deneyimine dayanan bu ilkeli yaklaşım, onu diğer Batılı ülkelerden ayırmakta ve devlet davranışını şekillendirmede kimliğin önemini vurgulamaktadır. Sonuç olarak, İrlanda'nın İsrail-Filistin anlaşmazlığına yönelik eylemleri adalete, insan haklarına ve çok taraflılığa olan derin bağlılığını yansıtmaktadır. Sömürge sonrası bir toplum olarak tarihine ve ahlâki değerlere dayanan İrlanda, kendisini Filistinlilerin haklarının ve uluslararası hukukun bir savunucusu olarak konumlandırmış; aynı zamanda barış ve adalet arayışında diğer ülkelere de örnek olmuştur. Bölünme ve kutuplaşmanın damgasını vurduğu bir dünyada, İrlanda'nın ilkeli duruşu, ezilenler için ayağa kalkmanın ve çağımızın en önemli anlaşmazlıklarından birine adil ve barışçıl bir çözüm için çalışmanın önemini hatırlatmaktadır.

Özet (Çeviri)

This study aims to examine Ireland's attitudes concerning the Israeli-Palestinian conflict following the 7 October 2023 events and analyze the underlying factors that shape Ireland's responses and measures. It uses qualitative methods and constructivism theory to examine Ireland's approach to the conflict. The study finds that Ireland's corporate and social identities significantly affect the country's foreign policy in the Israeli-Palestinian conflict. Ireland's corporate identities, as reflected in the Irish Constitutions, portray the country as a post-colonial society, upholder of morality and justice, and supporter of multilateralism. These identities are further complemented by Ireland's social identity, shaped by the present international situation of the presence of colonialism, division of world countries, and strengthening of global justice norms – as a country committed to human rights. Together, these identities form Ireland's interests which drive its action in the international arena and are reflected in the foreign policy of Ireland. These identities are reflected in Ireland's continued support for the two-state solution, unimpeded funding for humanitarian organizations in Palestine, condemnation of human rights violations, engagement with other international actors to de-escalate conflict, and advocacy for the upholding of international and law human rights within the EU.

Benzer Tezler

  1. Dünya ekonomisindeki işbirliği çabaları ve KEİB Projesi örneği

    Cooperation initiatives in the world economy and the example of BSECR Project

    KAZIM UĞUR KIZILASLAN

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    1996

    EkonomiAnkara Üniversitesi

    DOÇ.DR. BASKIN ORAN

  2. Finansal krizler karşısında merkez bankalarının tutumu: Karşılaştırmalı bir analiz

    Central banks' attitude towards financial crisis: A comparative analysis,

    ZEYNEP KARAŞ

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2016

    EkonomiCumhuriyet Üniversitesi

    İktisat Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. GÜVEN DELİCE

  3. Words as bearers of history': Testimony and trauma in Seamus Heaney's early poetry

    Tarihe tanıklık eden sözcükler: Seamus Heaney'nin erken dönem şiirlerinde tanıklık ifadesi ve travma

    GÜLAY GÜLPINAR ÖZORAN

    Doktora

    İngilizce

    İngilizce

    2019

    Batı Dilleri ve EdebiyatıHacettepe Üniversitesi

    İngiliz Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. HURİYE REİS

  4. Kültürel mirasın sürdürülebilirliği kapsamında edebiyat turizminin yönetici ve tüketici perspektifinden değerlendirilmesine yönelik bir araştırma

    A study on literary tourism within the sustainability of cultural heritage towards for assessing from manager and consumer's perspective

    DİLEK DEMİRER

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2015

    TurizmDüzce Üniversitesi

    Turizm ve Otelcilik İşletmeciliği Ana Bilim Dalı

    YRD. DOÇ. DR. EMRAH ÖZKUL

  5. James Joyce's mythographical re-writing: The subversion of myth in Ulysses

    James Joyce'un yeni mitografik yazımı: Ulysses romanında yeni mitolojik anlatım

    MELTEM UZUNOĞLU ERTEN

    Doktora

    İngilizce

    İngilizce

    2015

    Batı Dilleri ve EdebiyatıPamukkale Üniversitesi

    İngiliz Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı

    YRD. DOÇ. DR. MURAT GÖÇ