Gelişmekte olan ülkelerde dış borç sorunu ve Türkiye örneği
Başlık çevirisi mevcut değil.
- Tez No: 27374
- Danışmanlar: PROF. DR. ARİF NEMLİ
- Tez Türü: Yüksek Lisans
- Konular: Ekonomi, Economics
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 1994
- Dil: Türkçe
- Üniversite: İstanbul Üniversitesi
- Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Maliye Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Sayfa Sayısı: 111
Özet
ÖZET VE SONUÇ ikinci Dünya Savaşından sonra/ uluslararası ilişkiler hızla artmış ve önemli ölçüde de ekonomik nitelik kazanmıştır. Bunun da en önemli nedenleri. Dünyadaki Doğu- Batı Bloklaşmalarının olması, diğer taraftan çok sayıda gelişmekte olan ülkenin bağımsızlığını kazanması ve hemen arkasında da, söz konusu ülkelerin gelişmekte olan ülke konumundan kurtulmak için göstermiş oldukları çabalardır. 1950'li yıllardan itibaren gelişmekte olan ülkelerin kalkınması Dünya politikasının ve uluslararası ilişkilerin en önemli sorunlarından biri olmuştur. Bu kalkınma kurallarının hepsinde, gelişmekte olan ülkelerin kalkınamamalarının sebebi olarak da sermaye birikiminin olmaması ve ya yetersiz olması ve yatırımların iç tasarruflarla karşılama imkanının olmaması gösterilmiştir. Bu koşullarda söz konusu ülkelerin, gelişmiş ülkelerin yardımıyla kalkınmayı engelleyen sorunları aşabilecekleri, yine bu kuramlarda belirtilmiştir. Bu kalkınma kuramcıların çoğu, dış sermayenin büyüme ve saneyileşmenin hızlandırılmasındaki rolünü kabul etmektedirler. Ancak, dış sermaye ile sanayileşme arasındaki karşılıklı ilişkinin biçim ve sonuçları konusunda görüş birliğine varamamaktadırlar. öyle ki,“ikili açık”(yurtdışı ve yurtiçi tasarruf) modeli uyarınca Chnery ve Strout yaptıkları çalışmada, kalkınmaya çalışan bir ülke için en uygun yabancı sermaye ithalinin ne düzeyde olması gerektiğini ortaya koymaya çalışırlarken, diğer taraftan Latin Amerika kökenli“bağımlılık”okulu, yabancı sermayenin kalkınma açısından gerekliliğini tamamen inkar etmemekle birlikte, yabancı sermaye gereğinin dış bağımlılık yaratan mekanizmanın oluşumuna neden olarak, olumsuz sonuçlar yarattığını ileri sürmektedir. Bu iki farklı yaklaşımın arasında yer alan yaklaşımlarda vardır. 95örneğin, Prebisch dış finansmanın faydalı olduğunu kabul etmekte, ama bunun gerçekleşebilmesi çin, hem ulusal nemde uluslararası düzeyde doğru önlemlerin alınması gerektiğini belirtmektedir. Gelişmiş ülkelerden, gelişmekte olan ülkelere yapılan yardımlar ikinci Dünya Savaş'na' kadar sınırlı bir ölçüde kalmıştır, ikinci Dünya Savaşı'ndan günümüze kadar olan dış yardımların gelişimini, gelişmekte olan ülkeler açısından şu şekilde ele alabiliriz. ikinci Dünya Savaşı bittiğinde ABD, her yönden üstün bir devlet olduğunu göstermişir. Bu üstünlüğü, hem savaş koşullarında üretimini sürekli arttırmış olmasından (bu, yeni teknolojilerin büyük ölçüde üretim sürecine sokulmasıyla sağlanmıştır.), hem de sermayesinin büyüklüğünden kaynaklanmaktadır. Nitekim bu dönemde güçlü çıkan ABD 1948 yılında yürürlüğe koyduğu“Avrupa Kalkınma programı”ile dış yardım çağını balatmıştır. ABD Dış işleri Bakanı George C. Marshall'a atfen“Marshall Yardımı”diye anılan bu program 1948-1952 yılları arasında dört yıl boyunca uygulanmıştır. Bu savaştan büyük bir ekonomik çöküntü ile çıkan Batı Avrupa Ülkeleri, Marshall Yardımı'ndan yararlanarak 1950'lerin ilk yıllarında oldukça hızlı bir ekonomik gelime göstermişlerdir. ABD tarafından verilen bu yardımların tamamı bağış şeklinde gerçekleşmitir. Durumlarını düzelten Batı Avrupa Ülkeleri, daha sonra gelişmekte olan ülkelere dış yardım yapmaya başlamışlardır. 1948 yılında Marshall Planı'nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, Batı Avrupa Ülkelerini ilgilendiren imar sorunu Dünya Bankası1nın göndeminden çıkmış ve temel ilgi alanı gelişmekte olan Ülkelerin kalkınma sorunları olmuştur. Bu amaçla da gelişmekte olan ülkelere uzun süreli kalkınma kredileri vermeye başlamıştır. 96Bağımsızlıklarını kazanan gelişmekte olan ülkelerin büyük bir çoğunluğu, ithal ikameci sanayileşme politikaları izlemiştir. Bununla birlikte de dış yardım sürecinde önemli bir gelişme olmuştur. Ve dış yardımlar, önceki gibi bağış şeklinde değil de, bağlı yardımlar olarak verilmeye başladı. Böylece gelişmekte olan ülkeler mal ve hizmet ithalatını gerçekleştirirken, dış yardım veren bu ülkeler de ihracatlarını arttırdılar, özellikle 1960-1970 döneminde genel dış yardım politikasında bağış yardımından uygun koşullu kredi yardımına doğru değişme olmuştur. Bununla birlikte“dış yardım”yerine“dış borçlanma”terimi daha sık kullanılmaya başlamıştır. 1960'lı yılların ortalarında başlayarak, zamanla artan borç alma işlemi, 1970'li yıllarda uluslararası ekonomik işlerde meydana gelen yeni gelişmelerle, değişik bir boyut kazanmıtır. 1970'li yıllarda gelişmekte olan ülkelerin dış borçlarından çok büyük bir artış olmuştur. Borçlanma eğilimi 1973 yılından itibaren hızlanmaya başlamıştır. Bu durumun ortaya çıkmasında, temelde olan borçlanma eğiliminin yanısıra, petrol krizinin de önemli rolü vardır. 1970'lerde dış borç ihtiyacının artmasında, petrol fiyatlarının artmasının önemli bir rolü vardır. Ama tek neden bu değildir. Bunun yanısıra, Batı'daki ekonomik durgunluğun ve enflasyonun da gelimekte olan ülkelerin dış ödemelerinde sorun yarattığı gözardı edilmemelidir. Gelişmekte olan ülkelerin, 1970-1980 yılları arasında cari işler açığının reel anlamda üç kat büyüdüğü gözlenmektedir. -. T Gelişmekte olan ülkelerin borç kaynaklarında ve koşullarında, 1970'li yıllarda yeni gelişmeler ortaya çıkmıştır. öyle ki, o zamana kadar, dış yardımları (kredileri) büyük bir bölümünü devletler ve uluslararası kuruluşlar verirken, bu kez borçların önemli bir kısımını (yaklaşık üçte ikisi) uluslararası ticari 97bankalar vermeye başlamıştır. Devletlerin ve uluslararası kuruluların verdikleri krediler, genellikle uzun süreli ve düşük faiz oranlıdır, özel ticari bankaların verdikleri krediler ise, yüksek ve değişken faiz oranlı ve kısa sürelidir. Bütün bu nedenlere, alınan kredilerin her zaman verimli kullanılamaması ve gelimiş ülkelere olan sermaye kaçışını da ilave edince gelişmekte olan ülkelerde borç krizi ortaya çıktı. 1980'li yılların başında (1979-1982) ortaya çıkan dünya ekonomik krizi (uluslararası ekonomik konjonktürün daralması), gelişmekte olan ülkeleri çok olumsuz etkiledi. Bunun sonucunda söz konusu ülkelerin gelişme hızlarında ve ihracatlarında önemli ölçüde gerileme oldu. Bunun sonucunda da bu ülkelerin dış borca olan ihtiyaçları daha da artarken, borç ödeme kapasiteleri zayıflamıştır. Cari işlemler açığı bu dönemde iki katına çıkmıştır. Bunun da en önemli nedenleri, 1979 petrol zammının olması ve hemen arkasında faiz oranlarının yükselmesi ve gelişmekte olan ülkelerin ihraç malları fiyatlarının düşmesidir. Petrol ithalatçısı gelişmekte olan ülkelerin ihracatındaki büyüme hızı 1979-1980'in yıllık ortalama yüzde 25'lik düzeyinden 1981'de yüzde 2.5'a, 1982'de ise yüzde -4'e düşmüştür. Gelişmekte olan ülkelerin dış borcu ise,“1974 yılında 130 milyon dolar iken, 1980 yılında 474 milyar dolara yükselmiştir. 1981'de 755 milyar dolar iken, 1982'de 831 milyar dolara ulaşmıştır. 1980'li yılların ilk yarısında ABD dolarının önemli ölçüde değer kazanması, gelişmekte olan ülkelerin dış borçlarını yükseltmiştir. Çünkü, bu ülkelerin borları ABD Doları üzerinden işleme tabi tutulmaktadır. Ancak ihracatları sadece ABD Doları üzerinde gerekleşmemektedir. Bu nedenle ihracattan elde edilen diğer ülkelerin paraları 98önce ABD Dolarına çevrilmekte ve ABD Doları yüksek olduğu dönemlerde de bu ek bir kayıp olarak ortaya çıkmaktadır. 1980'li yıllarda başlayan durgunluk hem süre hem de derinlik bakımında ciddi bir bunalım dönemi olmuştur. Bazı gelişmekte olan ülkelerfinansman sıkıntısına düşmüşler ve borçlarını erteletmek zorunda kalmışlardır. Nitekim, Meksika 1982 yılında borlarını ödemekten aciz olduğunu (moratoryum) ilan etmişlerdir. Gelişmekte olan ülkeler, 1982 yılından sonra net kaynak transferi yapmaya başlamışlardır. 1982-1987 yılları arasında gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelere 85 milyar dolarlık net kaynak transferi yapmışlardır. Dünya Bankası'nın beyan ettiği bu rakamdan da anlaşılacağı gibi gelişmekte olan ülkeler 1982 yılına kadar net pozitif kaynak transferi yaparken, bu tarihten sonra net negatif kaynak transferi yapar duruma gelmiştir. 1982 Latin Amerika borç krizinden sonra özel kaynaklı kredilerde önemli ölçüde bir gerileme olmuştur. 1980'lerde resmi kaynaklı kredilerin önemi artmıştır. Resmi kaynaklı krediler IMF, Dünya Bankası ve çok-yanlı uluslararası kalkınma bankaları gibi kuruluşlardan alınmaktadır. Bu kredilerden faydalanmak ve bu tür borçları erteleyebilmek, ancak kborlu ülkelerin yapısal uyum programlarının öngördüğü ekonomi politikası değişikliklerini uygulamaları ile mümkündür. Yapısal uyum kredileri, endüstri ve dış ticaret sistemi gibi ekonominin tüm kesimini yeniden yapılaştırmaya yönelik olup, bundan, gelişmekte olan ülkelerin kaynak tahsislerindeki dış ticaret ve ihracat yanlı yönelimleri sonucunda ödemeler dengesi ve dış borç sorunlarının çözümlenmesi amaçlanmaktadır. Ama bu programları uygulamaya koyan gelişmekte olan ülkelerin durumları daha da bozulmaktadır. Nitekim Latin Amerika Ülkelerin de bu durum 99açıkça yaşanmıştır. Çeşitli Latin Amerika Ülkelerinde ortaya çıkan toplumsal tepkiler de bunu doğrular niteliktedir. Günümüzde, gelişmekte olan ülkeler için dış borç sorunu en önemli sorunlardan biridir. Yine bu ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki mesafeyi gittikçe aan en önemli nedenlerden debiridir. öyle ki/ gelişmekte olan ülkeler di borların ödemekten aşırı dereceden zorlanmaya başlamışlardır. Bu da gelişmekte olan ülkelerde yeniden üretim sürecini tehlikeye sokmaktadır. Bir çok gelimekte olan ülke aşırı borçlarını ve ticaret açıklarını kapatmak için ve hatta borçlarının faizlerini ödeyebilmek için yeniden borlanmak zorunda kalmaktadırlar. Bu da söz konusu ülkeleri bir kısır döngü içine sokmaktadır. Borç sorunu, hem borçlu ülkeleri hem de alacaklı ülkeleri ilgilendiren bir konudur. Gelişmiş ülkeler borç sorununa henüz kesin bir çözüm bulamamışlardır. Ama bu şekilde devam etmemesi gerektiğinin de farkına varmışlardır. Çünkü sadece borçlu ülkeler alacaklı ülkelere bağımlı hale gelmiyor, alacaklı ülkelerde, borç miktarının büyüklüğünden dolayı borçlunun likit durumuna gittikçe daha fazla bağımlı hale geliyor. Borçlu ülkelerin borçlarını ödemelerinde ortaya çıkacak önemli bir aksaklık bütün uluslararası mali sistemi sarsabilecek niteliktedir. Bundan dolayı da alacaklı ülkeler (Bütün alacaklılar) kendi çıkarları için, borçlu ülkelerin ödeme kapasitesine zarar vermemelidir. Borçlu ülkelerin borlarını ödeyebilmek için ihracat fazlası yaratmaları gerekiyor. Ama bunun da her zaman için gerçeklemesi mümkün değildir. Ya da daha doğru bir deyişle her ülke için mümkün olmayabilir. Çünkü gelimekte olan ülkelerin kapital malı, sınai hammadde ve teknik bilgi durumları yeterli değildir. Gelişmekte olan ülkeler ihracat 100fazlası yaratma imkanına sahip olduğunu varsaysak bile alacaklı ülkelerin üretim faaliyetlerinde bir daralma olur. Sayıları olumsuz yönden etkilenir. Görüldüğü gibi ortada bir çelişki var. Borçlu ülkelerin borlarını ödeyecek durumları yok, ama olsaydı bile/ buna alacaklı ülkeler izin'vermezlerdi. Sonunda dış borç sorununa ilişkin çeşitli projeler geliştirilmiştir. özellikle borlu ülkeler alacaklılara karşı tek başlarına mücadele edemeyeceklerini anlamılar ve kendi çıkarlarına uygun çözüm projeleri geliştirmeye çalışmışlardır. Ama bundan da pek başarılı olamamışlardır. Alacaklılar da kendi çıkarlarına en uygun çözümleri aramışlar ve bazı projeler geliştirmişlerdir. Ne var ki bunların geliştirdiği projeler de pek başarılı olamamıştır, öyle ki, borların ertelenmesi ve hafifletilmesi türünden çözümler ancak, geçici faydalar sağlayan ve sorunları erteleyen bir önlem olarak ortaya çıkmıştır. Açıkçası, köklü bir çözüm bulunamamıştır. Dış borçlar, diğer gelişmekte olan ülkeler de olduğu gibi Türkiye'de de önemli sorunlardan biridir, öyle ki, Türkiye daha yeni kurulmuş bir ülke iken bile kendisine büyük bir miktar dış borç miras kalmış, olan bir ülke olarak da bu borçlar 1954 yılına kadar önemli sorunlar açmıştır. Tabi, 1954 yılından sonra da bu borçların olumsuz etkisi yaşanmıştır.r Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye'nin dış borç ihtiyacı devam etmiştir. Borçlanılırken de bazen geçmişten ders alınmış bazen de geçmiş gözardı edilerek ciddi şekilde dış borlanmaya gidilmiştir. 1957 yılına gelindiğinde Türkiye, dış borlarını ödeyemez duruma gelmiştir. Bu dönem de yeni borçlar alınamadığı için ithalat durmuştur. Sonunda borç ertelemeleri ve yeni borçların karşılığında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, alacaklı ülkelerin şart koştuğu”istikrar önlemleri" ni 4 Ağustos 1958 di yürürlüğe koymuştur. IMF ile yapılan stand - by anlaşmasının yürürlüğe konduğu 1958 yılı borçların tırmanışa geçmesinin başlangıcı olmuştur. 1958 yılının sonunda Türkiye'nin dış borçları 620 milyon dolara ulamıştır. 27 Mayıs yönetimi de borçlanmaya devam etmiştir. Orta ve uzun vadeli borç miktarı, 1962 yılında 830 milyon dolara yükselmiştir. 1973 yılında petrol fiyatlarının olağanüstü artması sonucunda, zaten dış ticaret açığı veren Türk ekonomisinin dış ödemeler dengesi daha da bozulmuştur. Türkiye'nin borç yükünü olağanüstü bir duruma ulaştıran, borç yapısını tamamen değiştiren kısa vadeli borçlar, 1973 'te 250 milyon dolarken 1975 'te 1.155 milyon dolara ve 1977 'de ise 6.600 milyon dolara ulaşmıştır. T.C. Merkez Bankası, 1977 yılının Şubat ayında resmen tıkanmıştır. 1978 yılında Türkiye'nin borç taksidini ödeyebilmesi için yine borçlanması gerekiyordu. Ama Türkiye'ye de içinde bulunduğu durum nedeniyle kimse kredi vermek istemiyordu. Bu durumda son çare olarak borç erteleme pazarlığına oturmak gerekiyordu. Ve öyle de yapıldı. 20 Mayıs 1978'de ilk borç erteleme anlaşması yapıldı. Daha sonra yıllar da da bu tür anlaşmalar tekrarlandı. Türkiye'nin dış borç sorunu özellikle kamu kesiminin tasarruf açığından kaynaklanmaktadır. öyle ki, kamu kesiminin tasarruf açıklarının finansman kaynağı incelendiğinde, açıkların büyük ölçüde dış borçlanma yoluyla karşılandığı görülmektedir. Kamu kesimi dış açıklarının kapatılmasında dış borçlanmanın payı 1980 sonrasında devamlı artış göstermiş ve söz konusu açıkların yarısından çoğu bu kaynaktan finanse edilmiştir. 1985 102yılında dış borçlanmanın payı yüzde 82 gibi yüksek bir düzeye çıkmıştır. Bu nedenle, Türkiye'nin dış borç sorununu ortadan kaldırabilmek için öncelikle tasarruf açığını kapatmak gerekir. Bunun için de ilk önce kamu harcanabilir gelirini arttırmak gerekir. Bu da ancak, etkin ve verimli bir vergileme sistemi ile sağlanabilir. Yine kamu tüketiminin azaltılması da, kamu yatırımlarına ayrılan fonları attırarak tasarruf ihtiyacını ve dolaysıyle de dış borç ihtiyacını azaltacaktır. Diğer taraftan kamu yatırımlarına da daha ihtiyatlı yaklaşmak gerekmektedir. Kamu yatırımlarının çoğunluğunun altyapı hizmet ve konut gibi düşük katma değerli, sermaye hasıla oranını yükselten yatırımlardan meydana gelmesi de dış borçlanmayı artırır. Ancak bu yatırımların uzun bir dönem ihmal edilmiş ve ekonominin değişim sürecini hızlandırmak için gerekli olan yatırımlar olduğu da unutulmamalıdır. Türkiye'de gelişmekte olan diğer ülkeler de, son 20 yıldır, dış borçlanma yoluyla gelişme çabalarının olumsuzluklarını yaşamaktadırlar. Daha önce de belirttiğimiz gibi dış borç sorunu sadece borçlu ülkeleri ilgilendiren bir konu değil, aynı zaman da alacaklıları da ilgilendiren bir sorundur. Bu nedenle, dış borç sorununa geçici çözümler değil de biran önce köklü çözümler bulmak gerekir. 103
Özet (Çeviri)
Özet çevirisi mevcut değil.
Benzer Tezler
- Dış borç sorunu ve dış borçların ekonomik büyüme üzerine etkisi: Türkiye örneği
External debt problem and the impact of external debt on the growth: Turkish experience
JALE KOZALI
- Gelişmekte olan ülkelerde dış borç sorunu ve Kırgızistan örneği
Problem of external debt in developing countries: Kyrgyz Republic as an expamle
AYŞEGÜL SERAP TURAN
Yüksek Lisans
Türkçe
2006
EkonomiKırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesiİktisat Ana Bilim Dalı
PROF. DR. CUSUP PİRİMBAYEV
- Gelişmekte olan ülkelerin dış borç sorunu ve Türkiye'nin dış borçları
Başlık çevirisi yok
MUSTAFA KARAGÖZ
- Dış borçlanma ve ekonomik büyüme ilişkisi: Türkiye örneği
The relationship between external debt and economic growth: The case of Turkey
AHMET AYSU
Yüksek Lisans
Türkçe
2007
EkonomiErciyes Üniversitesiİktisat Ana Bilim Dalı
PROF.DR. MEHMET ALİ BİLGİNOĞLU