Geri Dön

Kamusal alanda kimliklenme: Kürt Alevi Kadınların ilişkisel bağlamlarda kesişimsel mekân-kimlik deneyimleri

Identification in the public sphere: Kurdish Alevi Women's intersectional space-identity experiences in relational contexts

  1. Tez No: 853967
  2. Yazar: SEÇİL ASLAN COŞKUNER
  3. Danışmanlar: PROF. DR. HAMZA YÜKSEL DİNÇER
  4. Tez Türü: Doktora
  5. Konular: Siyasal Bilimler, Political Science
  6. Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
  7. Yıl: 2024
  8. Dil: Türkçe
  9. Üniversite: Galatasaray Üniversitesi
  10. Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
  13. Sayfa Sayısı: 451

Özet

Bu çalışma, ulusal kimliğin etnik olarak Türk, dini olarak Sünni İslam ekseninde tanımlandığı Türkiye toplumunda kesişimsel bir kimliğe sahip olan Kürt Alevi kadınların kamusal alanda ve farklı kimlik gruplarıyla ilişkilerinde mevcut etnik, dinsel, toplumsal cinsiyet ya da siyasi kimliklerinden hangilerini ön plana çıkardıkları ya da sergiledikleri üzerinedir. Dolayısıyla kimliklerin çok katmanlı ve kesişimsel bir şekilde kurulduğu, dönüştüğü ya da yeniden inşa edildiği kamusal alan ya da kamusal mekân ile kimliklenme olarak adlandırılabilecek ilişkisel sürece odaklanarak kimliklerin bağlama göre değiştiğini vurgulamaktadır. Bununla birlikte derinlemesine görüşmelerin analizine dayanan çalışma Kürt Alevi kadınların kimlik tanımlamalarında“belirleyici kimlik”olarak dini kimliklerine vurgu yaptıkları ve diğer kimliklerin bu kimliğin dolayımıyla“tali olarak”ortaya çıktığı sonucuna varmaktadır. Öncelikle kimlik sanılanın aksine durağan, homojen, sınırları belli bir yapı değildir. Aksine, ilişkisel niteliği ile karakterize edilir ve hatta bu ilişkisellik üzerinden kazanılır. Bu nedenle kimliklerin koşullara, ilişkilere ve bağlamlara bağlı olarak değişebildiğini, farklı zaman ve mekânlarda inşa edildiğini veya yeniden inşa edildiğini ifade etmek için kimliklenme kavramını kullanmak daha uygundur. Kimliği ilişkisel bağlamda değerlendirmek, aynı zamanda insanların bir araya geldiği bir“alana”da işaret eder. Başka bir deyişle ilişkisel bir kimlik kavrayışı; kimliğin sergilendiği, diğer kimliklerle ilişkilenildiği ve farklı bağlamlarda birinin diğerinden ayrıştığı kamusal alan ya da mekânla birlikte düşünülmelidir. Bir deneyim, temsil ve sergileme alanı olarak kamusal alan, theatrum mundi, yani insanların birbirleriyle karşılaştıkları ve etkileşime girdikleri bir“tiyatro sahnesi”dir. Daha önce Tanrıları veya kahramanları sergileyen insanlar artık“icra”ya da“performans”kavramının işaret ettiği gibi, bir fail ya da özne olarak kendi kimliklerini sergilemeye başlamışlardır.“Durum tavrı”olarak adlandırılan bu icralar normal koşullar altında birbirleriyle uyumludur çünkü insanlar“maskelerini”takarak davranışlarını sergilerler ve böylece etkileşimsel bir modus vivendi (karşılıklı anlayış) ortaya çıkar. Aslında kimlik kamusal alanda sergilenirken; her zaman tutarlı, birbiriyle uyumlu ve tek bir bütünlük halinde değildir. Aksine çok katmanlı, üst üste binen ve kesişen bir yapıya sahiptir; öyle ki tek bir öznede - ya da failde - farklı kimlik tasarımlarının bulunabileceğini düşündürür. O halde; çok katmanlı ve birbiriyle örtüşen kimliklere sahip özneler kimlik temsillerini kamusal alanda ya da mekânda nasıl gerçekleştirirler ve hangi kimliklerini ne zaman ve nasıl öne çıkarlar? Özellikle“kadın”konumu, cinsiyet kimliği ile ele alındığında, diğer kimliklere kıyasla“kadın deneyimi”olarak genellenebilecek bir yere karşılık gelebilir mi? Her ne kadar bu soru toplumsal cinsiyetin ana kimlik olduğuna dair bir varsayımı getirse de ilişkisel teori bir ana kimlik olduğu ve diğer kimliklerin ikincilleşerek onun üzerine inşa edildiği gibi bir durumun olmadığını belirterek bunu geçersiz kılmaktadır. Kimlikler çakışsa bile birinin diğerine üstün gelmesi mümkün değildir. Aksine kimlik, öznenin neyi amaçladığına ya da içine gömülü olduğu ilişki ağlarına göre değişir. Başka bir xix deyişle, bir kimliğin diğerleri üzerindeki etkisi veya birinin diğerine kıyasla öne çıkıp çıkmadığı bağlam ve ilişkiselliğe göre değerlendirilmelidir. Kimliklerin bağlamlara göre değiştiği fikri kıymetli olmakla beraber çalışmanın öznesi olan Kürt Alevi kadınların hangi kimlikleri ve nasıl vurguladıklarına bakıldığında, söz konusu ilişkiselliğin, devlet tarafından resmen tanınan ve tüm toplumsal yaşamı kuşatan bir“çoğunluk”kimliği ile bu kimlik içinde kendini kabul ettirmeye çalışan“azınlık/alt kimlik”olarak adlandırılabilecek“çoğunluğun dışında”bir grup varsa farklı bir biçim aldığı görülmektedir. Bu çerçevede, bir ulus devlet olarak Türkiye, rejimini etnik olarak Türk, dinsel olarak Sünni İslam tanımladığı tek bir ulusal kimlik etrafında birleştirmeyi amaçlamış ve ulusal kimlik altında toplumsal birliği bozdukları düşünülen Türk, Müslüman ve Sünni olmayan etnik ve dinsel grupları yok saymış, dışlamış, bastırmış ya da Türkleştirilebilir olarak görülen Kürtler gibi Müslüman ama Türk olmayan grupları asimile etmeye çalışmıştır. Söz konusu süreç Kürt Alevileri hem etnik hem de dinsel kimlikleri açısından azınlık haline getirirken, azınlık-çoğunluk karşıtlığı ilişkiselliğin seyrini iktidar üzerinden değiştirmiş ve tam da bu azınlık kimliğini tüm bağlamlarda“belirleyici”hale getirmiştir. İkinci olarak, farklılıkların devlet tarafından inkârı, toplumu ne ilişkiler açısından ne de bilinç düzeyinde homojen hale getirmiş ve farklılıklar var olmaya devam etmişlerdir. Dolayısıyla alt kimlik grupları“görünmez”değillerdir, tam tersine tam da o yok sayılan o kimlikleriyle toplumda“damgalanmış”(stigma) durumdadır. Kimliklerin, benimsensin ya da benimsenmesin, kişilerin kendilerinden bile önce başkaları tarafından tanımlanabildiği böylesi bir kamusal alanda kimliklenme süreçleri“belirleyici kimlik”ekseninde öne çıkmaktadır. Dahası, Kürt Alevilerin Türk Aleviler arasındaki etnik kimlikleri, Sünni Kürtler arasında ise dini kimlikleri nedeniyle“madun içinde madun”olmaları, bir kimliği diğerine kıyasla öne çıkarırken, etnik ve dini kimlikleri arasındaki ilişki, bir“kimlik belirleyicisini”diğeriyle ilişkisini tanımlayacak şekilde ortaya çıkarmaktadır. Söz konusu bilgiler ışığında, çalışmanın temel sorunsalı, Türkiye toplumunda kesişimsel bir kimliğe sahip olan Kürt Alevi kadınların kamusal alanda ve farklı kimlik gruplarıyla ilişkilerinde mevcut etnik, dini, toplumsal cinsiyet ya da siyasi kimliklerinden hangilerini ön plana çıkardıklarıdır. Madun grupların kamusal alanda kimliklerini nasıl sergiledikleri yani kimlik deneyimleri üzerine çalışmalar olsa da bireylerin toplumdaki varoluşlarının tek bir kimlikle sınırlandırılamayacağı gerçeği çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Bununla birlikte son yirmi yılda Kürt ve Alevi kadınların kesişimsel kimlikleri ve bu kimliklerin farklı bağlamlardaki önemi üzerine, ataerkil düzen altında ezilen kadınlar ile kendi öznelliklerini inşa eden kadınlar arasında gidip gelen bir tartışmada sınıf, etnisite ve toplumsal cinsiyetin kesişimselliğini ortaya koyan bir literatür oluşmaya başlamıştır. Ancak söz konusu çalışmalar toplumsal cinsiyet, etnik ve dini kimlikler arasındaki etkileşimsel ilişkiye odaklanmamıştır. Yani kimliklerin bağlamsal olarak nasıl öne çıktığı ya da arka plana itildiği analiz dışı bırakılmış veya herhangi bir kimliğin özel bir konumu olup olmadığı tartışılmamıştır. Kimliklerin kamusal alanda nasıl sergilendiği ve Kürt Alevi kadınların hangi kimliği ne zaman ve nasıl ortaya çıkardığı sorunsalından yola çıkan bu çalışma, Kürt Alevi kadınların kimliklerini ilişkisel bağlamlarda tartışmakta ve Aleviliğin 'belirleyici kimlik', diğer kimliklerin ise onun dolayımıyla ortaya çıkan 'ikincil xx kimlikler' olduğunu tespit etmektedir. Böylece kesişen kimliklerden hangilerinin belirleyici, hangilerinin tali kaldığının altını çizerek ilişkisel literatüre katkıda bulunmaktadır. Buna göre Kürt Alevilerin kendilerini tanımlamalarında, etnik ve dini kimlikleri arasındaki tercihlerinde, kimi öteki olarak tanımladıkları üzerinden diğerleriyle ilişkilerinde, hangi gruba ait hissettiklerinde ve devletin/çoğunluk toplumunun onlara bakışında dinsel kimliğin etkisi belirgindir. Dahası, Aleviliği dini bir kimlik olarak deneyimlemeyen ve hatta seküler anlayışlarıyla çeliştiğini ifade edenler için bile Aleviliğin ilişkisel bağlamlarda belirleyici bir kimlik olabilmektedir. Yani Alevilik, kendisini toplumsal alanda kadını güçlendiren, modernleşme ve cumhuriyet değerleriyle uyumlu bir inanç ve kısmen de bir Türk dini olarak kendini dayatarak kesişen diğer kimlikler üzerinde yönlendirici bir özelliğe sahip görünmektedir. Böylece sadece Tanrı ile kul arasında dikey bir boyut değil, aynı zamanda inananları arasında dayanışma ve kimlik oluşturması bakımından yatay bir boyut da inşa etmiştir. Çalışma planı çerçevesinde ilk bölüm kimlik ve kesişimsellik üzerine kurulmuştur. Araştırmanın öznesinin Kürt Alevi erkeklerden ziyade Kürt Alevi kadınlar olması nedeniyle toplumsal cinsiyet ve diğer kimlikler arasındaki ilişkiyi anlamak üzere kesişimsellik teorisinin kavramsal ve kuramsal çerçevesi kullanılmış ve özellikle kesişimsellik teorisinin tüm kimlikler için geçerli olup olmadığı sorusu etrafında bir tartışma yürütülmüştür. Buna ek olarak, kimlik“toplumsal bir kategori”olarak ele alınmış ve habitus ile alan kavramlarıyla kimliğe“ilişkisel”bir yaklaşım getirilmiştir. Böylece kimliğin ya da daha doğru ifadeyle kimliklenmelerin sabit bir öze sahip olmaktan ziyade toplumsal ve siyasal süreçlerle inşa olduğu ifade edilmiştir. Kuramsal çerçeve oluşturulduktan sonra, çalışma“öznelerini”“tanımlamanın”siyasal anlamları üzerinde durulmuştur. Ardından etnik ve dini kimlik arasındaki ilişkiyi anlamak üzere Aleviliğin“etno-dinsel”bir kimlik olduğu öne çıkarılmıştır. Bölüm ayrıca feminist bir perspektiften“araştırmaların yöntemini”tartışmış ve hem kullanılan yöntemlerin hem de özneyi tanımlama şekillerinin nasıl“kurucu olabildiklerini”göstermiştir. Söz konusu yaklaşım özellikle çalışma öznelerinin kamusal mekânda hangi kimliklerini öne çıkarıp hangilerini geriye ittiklerini anlamak için siyasal ve tarihsel bir arka plan sunmuştur. Çalışmada bilgi kaynağı olarak faillerin kendi anlatıları kullanılmış ve İstanbul-Gazi ve Ankara-Tuzluçayır olmak üzere iki büyük şehrin iki kenar mahallesinden başlayarak kartopu yöntemiyle derinlemesine görüşmeler yapılarak kimlik konusuna mekânsal bir yaklaşım benimsenmiştir. Böylece eğitim, meslek, yaş, köken ve dil açısından Kürt Alevi kadınların geniş bir profilini ortaya koymuş ve bireysel, toplumsal ve siyasal kimlik tanımlamaları değerlendirilmiştir. Her bir değerlendirme“kendilikle ilişki”,“ötekilerle ilişki”ve“devletle ilişki”olmak üzere üç ana başlık altında sunulmuştur. Kendilikle ilişki bölümünde Kürt Alevi kadınların bireysel olarak konumlarını nasıl tanımladıklarına odaklanılmış ve kimliklenme süreçleri dinsel, etnik, toplumsal cinsiyet, sınıfsal ve sol kimlik açısından analiz edilmiştir. Kimlik, görüşülen kişiler tarafından her yerde ve her zaman mutlak bir şekilde deneyimlenmemektedir ve bir azınlık kimliğine atfedilen homojenliğin ötesinde, aralarında kâh ortaklaşmalar kâh ayrışmalar bulunmaktadır. Ayrıca Alevi ve Kürt kimliklerini kendiliğindenlikle algılarken sol ve ırkçılık karşıtlığı gibi evrensel değerlere göre ikincilleştirmektedirler. Ancak kendilerini toplum ve devlet nezdinde meşru bir zemine oturtabilmek için kimlik stratejilerinde Alevi öğretisine vurgu yapmakta, xxi Alevi olarak yaşadıkları zorlukların farkında olsalar da kendilerini öğretinin kadına biçtiği rol üzerinden değerlendirmekte ve“öteki”olarak gördükleri Sünnilere kıyasla kendilerini şanslı hissetmektedirler. Diğer bir deyişle, etnik ve dini kimliklerinde kendiliğindenlik yerini ötekiyle ilişkili olarak sahiplenmeye bırakmış ve ikincilleştirme- sahiplenme karşıtlığı kimlik algılarını farklılaştırmakla kalmamış, aynı zamanda kimlik stratejilerini Alevilik, yani dini kimlik üzerinden inşa etmelerine neden olmuştur. Kimliğin ötekilerle ilişki içinde oluşturulduğu düşüncesinden hareketle tez, kimliği toplumsal olarak grubun ötekine bakışı ve ötekinin gruba bakışı üzerinden de değerlendirmiştir. Özellikle 1950'lerde başlayan kırdan kente göçle birlikte Kürt Aleviler kentlerde ötekilerle yakın temas içine girmiş ve bu süreç kimliklerini etkilemiştir. Bu doğrultuda, kimliğin bir görüntüler dünyası, siyasetin ise bedenler arası bir ittifak olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bireyler kimliklerini kamusal alanda“ötekilere”göstermekte ya da onlar tarafından görülmektedir. Kimliklenme dışlayıcılığı oranında ortaya çıkarken“kamusal mekanlarda”ötekiyle temaslarında yaşadıkları ayrımcılık, etnik ve dinsel kimliklerinin ikincilleştirilmesini tersine çevirmiş ve olumlu anlamda içerici, olumsuz anlamda dışarıcı bir şekilde kimliklerini sahiplenmelerini sağlamıştır. Özellikle“ötekinin”dinsel kimlik temelinde Sünni kesim olduğu düşünüldüğünde etnik ve dinsel kimlikleri arasındaki ilişkide dinsel kimlik belirleyici olarak çıkmaktadır. Ancak insanların kamusal mekanlarda bir araya gelişlerini yani karşılaşmalarını iktidardan bağımsız düşünmek yanıltıcıdır. Kimliklerin siyasal anlamları -ve öznenin tanımlanma şekillerinin siyasal oluşu- nedeniyle çalışmanın son bölümü grubun iktidarla ilişkisini siyasi temsil ve vatandaşlık kavramları üzerinden tartışmaktadır. Devletin ve iktidar pratiklerinin her yerde olduğu düşünüldüğünde, kamusal alan ya da mekân bir iktidar alanı olarak görülmelidir. İktidar vatandaşlık üzerinden toplumu kendine bağlarken, bazı kimlik gruplarını temsil mekanizmalarından fiilen dışlamaktadır. Kürt Alevi kadınlar ise toplumun ötekisi olarak devlet tarafından temsil edilmek istemekte ve aynı zamanda siyasal duyarlılıkla topluma ve toplumsal konumlarına eleştirel bir yaklaşım geliştirmektedirler. Ancak korku ve bir şeylerin değişebileceğine dair kaygı nedeniyle siyasal katılımları sınırlanmakta ve siyasal katılımları dar anlamda oy vermekle ilişkilendirilmektedir. Oy tercihlerine bakıldığında ise son yıllarda HDP bir alternatif olarak ortaya çıksa da dinsel kimlikleri üzerinden yaşadıkları tehdit algısıyla laikliğin teminatı olarak gördükleri CHP hala bir seçenek olarak görülmektedir. Sonuç olarak, Kürt Alevi kadınların kimlik deneyimlerini bireysel, toplumsal ve siyasal perspektiflerden ele alan çalışma sabit bir kimlik algısından ziyade bir sürece işaret eden“kimliklenmeleri”, çoğulluğu içeren“kesişimselliği”ve bağlamları öne çıkaran“ilişkiselliği”temel almaktadır. Ancak saha bulgularından yola çıkarak“belirleyici”ve“tali kimlik”olmak üzere ikili bir kavram seti oluşturmuş ve söz konusu kavram setiyle, kesişimsel kimliklerin farklı ilişkisel ağlara göre öne çıkmasında bir fark gözetmeyen, yani sadece bağlamlara göre ele alan ilişkisellik literatürüne yeni bir açılım getirmiştir. Nihayetinde kesişimsel kimliklerden biri eğer azınlık kimliği ise, diğer kesişimsel kimliklere kıyasla belirleyici olması muhtemeldir. Nitekim Kürt Alevi kadınlar örneğinde, çalışmanın saha verileri, bağlam ve kimlik arasında her zaman doğrudan bir ilişki olmadığını, yani bağlam içinde gerçekleşen kimlik oluşumunun kimi zaman belirleyici bir kimlik xxii tarafından dolayımlandığını göstermiştir. Dolayısıyla bir azınlık dini kimliği olarak Aleviliğin bu dolayımlı niteliğe sahip olduğu ve bir inanç alanı olarak etnik, toplumsal cinsiyet ve siyasi kimlikleri yönlendirdiği tespit edilmiştir. Ayrıca kimliğin sınırlarının çoğunlukla cinsiyetlendirilmiş olduğu ve alt grupların kimliklerini erkekler üzerinden inşa ettiği düşünüldüğünde dışlanamasa da azınlık çoğunluk ikiliğinde toplumsal cinsiyet kimliği dini kimliğin gölgesinde kalmaktadır. Anahtar kelimeler : Kesişimsellik, Kimlik, İlişkisellik, Toplumsal Cinsiyet, Kürt, Alevi.

Özet (Çeviri)

This study focuses on which of the existing ethnic, religious, gender or political identities of Kurdish Alevi women, who have an intersectional identity in Turkish society, where national identity is defined ethnically as Turkish and religiously on the axis of Sunni Islam, are emphasized or displayed in the public space and in their relations with different identity groups. Therefore, it focuses on the fact that identities change according to the context by highlighting the relational process that can be referred to as identification with the public sphere or public space, where identities are constructed, transformed or reconstructed in a multilayered and intersectional context. However, based on the analysis of in-depth interviews, the study concludes that Kurdish Alevi women emphasize their religious identity as the“determining identity”in their identification and other identities emerge“secondarily”through it. Thus, with its binary concept set of 'determinant' and 'secondary' identities, it brings a new perspective to the relational literature, which does not observe a difference in the prominence of intersectional identities according to different relational networks, i.e. it focuses only on contexts. First of all, identity, unlike what is supposed to be, is not a static, homogeneous and bounded structure. On the contrary, it is characterized by its relational nature and is even acquired through this relationality. It is therefore more appropriate to use the concept of identification to express that identities can change according to circumstances, relationships and contexts, and are constructed or reconstructed in different times and places. Besides, assessing identity in a relational context also points to a“space”where people come together. In other words, a relational conception of identity should be considered in conjunction with the public sphere or space where identity is displayed, associated with other identities, and differentiated from one another in different contexts. As a space of experience, representation and exhibition, the public space is the theatrum mundi, a“theatre stage”where people meet and interact with each other. People, who previously exhibited Gods or heroes, have now begun to exhibit their own identities as an agent or subject, as indicated by the concept of“performance”. These performances, which are called“situation attitudes”, are normally compatible with each other because people display their behavior under the“masks”on their faces and, thus creating an interactional modus vivendi (mutual understanding). In fact, when identity is on display in the public sphere, it is not always a single coherent whole. Rather, it is multi-layered, overlapping and intersecting in a way that suggests that different identity designs can be found within one subject - or agent. How, then, do subjects with multi-layered and overlapping identities realize their identity representations in the public sphere or in space, and when and how do they highlight which of their identities? In particular, can the position of“women”when taken together with gender identity, correspond to a place that can be generalized as the“female experience”compared to other identities? Although this question implies that gender is the main identity, relational theory invalidates this by stating that there is no such thing as a main identity and that other identities are subordinate to and built upon it. Even if identities overlap, it is not possible for one to prevail over the other. On the contrary, identity changes according to what the xiv subject is aiming for or the networks of relations in which they are embedded. In other words, the impact of one identity on others, or the prominence of one over the other, must be analyzed in terms of context and relationality. Although the idea that identities change according to context is valuable, when we look at which identities and how Kurdish Alevi women, the subject of the study, emphasise them, we see that the relationality in question takes a different form when there is a“majority”identity, officially recognised by the state and encompassing all social life, and a group“outside the majority”, which can be called a“minority/subidentity”, trying to assert itself within this identity. In this sense, Turkey as a nationstate has sought to unify the Turkish regime around a single national identity defined ethnically as Turkish and religiously as Sunni Islam, while ignoring, excluding, suppressing, or attempting to assimilate Muslim but non-Turkish groups such as the Kurds, who were seen as Turkisable. While this process made Kurdish Alevis a minority in terms of both their ethnic and religious identity, the opposition between the minority and the majority changed the course of relationality through power, making this very minority identity“decisive”in all contexts. Second, the state's denial of difference did not homogenize society, either in terms of relations or at the level of consciousness, and differences continued to exist. Therefore, sub-identity groups are not“invisible”, on the contrary, they are“stigmatized”in society precisely because of their ignored identities. In such a public sphere where identities, whether adopted or not, can be defined by others even before the people themselves, identification processes come to the fore on the axis of“determining identity”. Moreover, the fact that Kurdish Alevis are“subalterns within subalterns”due to their ethnic identity among Turkish Alevis and their religious identity among Sunni Kurds emphasizes one identity over the other, while the relationship between ethnic and religious identities reveals one“identity determinant”in a way that defines its relationship to the other. In the light of the above information, the main problem of the study is which of the existing ethnic, religious, gender or political identities of Kurdish Alevi women, who have an intersectional identity in Turkish society, are brought to the fore in the public sphere and in their relations with different identity groups. Although there are studies on how subaltern groups present their identities in the public sphere, i.e. identity experiences, the fact that the existence of individuals in society cannot be limited to a single identity is not taken into account. In the last two decades, however, a literature on the intersectional identities of Kurdish and Alevi women and the significance of these identities in different contexts has begun to emerge, demonstrating the intersectionality of class, ethnicity and gender in a debate that moves back and forth between women oppressed under a patriarchal order and women constructing their own subjectivities. Nevertheless, these studies have not focused on the interactional relationship between gender, ethnic and religious identities. In other words, the ways in which identities are contextually foregrounded or relegated have not been analyzed, nor has it been discussed whether any identity has a special position. Starting from the problematic of how identities are displayed in the public sphere and how and when Kurdish Alevi women reveal which identity, this study discusses the identifications of Kurdish Alevi women in relational contexts and finds that Alevism is the“determining identity”and other identities are“secondary xv identities”that emerge through its mediation. In doing so, it contributes to the relational literature by underlining which of the intersecting identities are determining and which are secondary. Accordingly, the influence of religious identity is evident in Kurdish Alevis' self-definitions, their preferences between their ethnic and religious identities, their relations with others through whom they define“the other”, which group they feel they belong to, and how the state/majority society views them. Moreover, even for those who do not experience Alevism as a religious identity and express that it conflicts with their secular understanding, Alevism can be a defining identity in relational contexts. In other words, by imposing itself as a belief that empowers women in the social sphere, is compatible with modernization and republican values, and is partly a Turkish religion, Alevism seems to have a directive function for other intersecting identities. Hence, it has created not only a vertical dimension between God and the servant, but also a horizontal dimension in terms of solidarity and identity among its believers. Within the framework of the study plan, the first section is based on identity and intersectionality. Since the subject of the research is Kurdish Alevi women rather than Kurdish Alevi men, the conceptual and theoretical framework of intersectionality theory was used to understand the relationship between gender and other identities, and a discussion was carried out around the question of whether the theory of intersectionality is valid for all identities. In addition, identity is treated as a“social category”and a“relational”approach to identity is introduced with the concepts of habitus and field. In this way, it is argued that identity, or more precisely identifications, are constructed through social and political processes rather than having a fixed essence. Following the theoretical framework, the political implications of“defining”the“subjects”of the study were emphasized. Then, in order to understand the relationship between ethnic and religious identity, Alevism was highlighted as an“ethno-religious”identity. This chapter also discussed the“research methodology”from a feminist perspective, showing how both the methods used and the way in which the subject is defined can be“constitutive”. In particular, this approach provided a political and historical context for understanding which identities of the research subjects were brought forward and which were pushed back in the public sphere. The study used the narratives of the perpetrators themselves as a source of information and took a spatial approach to identity by conducting in-depth interviews using the snowball method, starting from two suburbs of two large cities, Istanbul-Gazi and Ankara-Tuzluçayır. In this way, a broad profile of Kurdish Alevi women in terms of education, occupation, age, and language was presented, and individual, social and political identifications were assessed. Each evaluation is presented under three main headings:“relations with self”,“relations with others”and“relations with the state”. The section of“relations with self”focused on how Kurdish Alevi women individually define their position and analyzed the processes of identification in terms of religious, ethnic, gender, class, and leftist identity. Identity is not always experienced as in absolute way by the interviewees everywhere. Beyond the homogeneity attributed to a minority identity, there are commonalities and divergences between them. They spontaneously perceive their Alevi and Kurdish identities as secondary to universal values such as leftism and anti-racism. However, in order to establish themselves on a legitimate ground in the eyes of the society and xvi the state, they emphasize the Alevi doctrine in their identity strategies, and although they are aware of the difficulties they experience as Alevi, they evaluate themselves in terms of the role that the doctrine assigns to women and feel lucky compared to Sunnis, whom they see as“the other”. In other words, spontaneity in their ethnic and religious identities has been replaced by appropriation in relation to the other, and the secondaryization-appropriation opposition not only differentiated their perceptions of identity, but also showed that they constructed their identity strategies through Alevism, that is, religious identity. Considering that identity is created in relation to others, the thesis also evaluated identity socially through the group's view of the other and the other's view of the group. Especially with the rural-urban migration that began in the 1950s, Kurdish Alevis came into close contact with others in the cities, and this process affected their identity. Accordingly, identity is a world of images and politics is an alliance between bodies, so individuals show their identities to or are seen by 'others' in a public space. While identification emerges on the basis of its exclusivity, the discrimination they experience in contact with the“other”in“public spaces”has reversed the secondaryisation of their ethnic and religious identities and enabled them to embrace their identities in a positively inclusive and negatively exclusionary way. In particular, when the 'other' is considered to be the Sunni group on the basis of their religious identity, religious identity emerges as the determinant in the relationship between ethnic and religious identities. However, it is misleading to think of people who gather in public spaces as independent of power. While identifications also have political meanings - and the ways in which the subject is defined are also political - the final part of the study discusses the group's relationship to power through the concepts of political representation and citizenship. Given the omnipresence of the state and practices of power, the public sphere or space should be seen as a space of power. While power binds society to itself through citizenship, it de facto excludes some identity groups from the mechanisms of representation. Kurdish Alevi women, on the other hand, as the“other”in society, want to be represented by the state and at the same time develop a critical approach to society and their social position with political sensitivity. Yet, there are limits to their political participation due to anxiety that things might change and fear, and their political participation is associated with voting in the narrow sense. In terms of voting preferences, although HDP has emerged as an alternative in recent years, CHP, which they see as a guarantor of secularism, is still seen as an option due to the perception of threat to their religious identity. In conclusion, the study, which addresses the identity experiences of Kurdish Alevi women from individual, social and political perspectives, is based on“identifications”that point to a process rather than a fixed identity perception,“intersectionality”that includes plurality, and“relationality”that emphasises contexts. However, based on the field findings, it has created a binary set of concepts as 'determinant' and 'secondary' identity, and with this set of concepts it has brought a new perspective to the relationality literature, which does not make a difference in the prominence of intersectional identities according to different relational networks, i.e. only according to contexts. In fact, in the case of Kurdish Alevi women, the field data of the study showed that there is not always a direct relationship between context and identity, i.e. the identity formation that occurs in the context is xvii sometimes mediated by a determinant identity. Therefore, Alevism as a minority religious identity is found to have this mediating characteristic, and as a field of belief it directs ethnic, gender and political identities. Moreover, gender identity is overshadowed by religious identity in the minority-majority dichotomy, although it cannot be excluded given that the boundaries of identity are mostly gendered and that subgroups construct their identities through men. Keywords : Intersectionality, Identity, Relationality, Gender, Kurdish, Alevi.

Benzer Tezler

  1. Alevis in Britain: Emerging identities in a transnational social space

    Britanya'daki aleviler: Ulusötesi toplumsal alanda oluşan kimlikler

    AYŞEGÜL AKDEMİR SON

    Doktora

    İngilizce

    İngilizce

    2016

    SosyolojiUniversity of Essex

    Sosyoloji Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. ANDREW CANESSA

  2. Çerkes ve Abaza (Abhaz) kökenli yazarların romanlarında millî kimlik inşası

    The construction of national identity in the novels of writers Circassian Abhazian (Abhaz) origin

    SEVDA ARSLAN

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2022

    Türk Dili ve EdebiyatıHacettepe Üniversitesi

    Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. S. DİLEK YALÇIN ÇELİK

  3. Özlem Tekin örneğinde rock müzikte kadın: toplumsal cinsiyet, etnisite, hegemonya

    Woman in rock music in the example of Özlem Tekin: gender, ethnicity, hegemony

    MÜMTAZ HAKAN SAKAR

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2007

    AntropolojiDokuz Eylül Üniversitesi

    Müzik Bilimleri Bölümü

    PROF. DR. FIRAT KUTLUK

  4. The ambivalence of alevi politic(s): A comparative analysis of Cem Vakfı and Pir Sultan Abdal Kültür Derneği

    Alevi siyasetinin müphemliği: Cem Vakfı ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği'nin karşılaştırmalı analizi

    SEÇİL ASLAN

    Yüksek Lisans

    İngilizce

    İngilizce

    2008

    Siyasal BilimlerBoğaziçi Üniversitesi

    Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı

    YRD. DOÇ. DR. MURAT AKAN

  5. Çatışma yönetiminde kontrol metodu: İsrail örneği

    Control method in conflict management: The case of Israel

    RINDI ŞİLAN KARAGÖL

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2022

    Siyasal Bilimlerİstanbul Üniversitesi

    Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı

    DOÇ. DR. GÜL PINAR ERKEM GÜLBOY