The 1656 Çınar Event: Threads of historical narratives and political dynamics
1656 Çınar Vakası: Tarihsel anlatıların ve siyasi dinamiklerin izdüşümleri
- Tez No: 870123
- Danışmanlar: DOÇ. DR. GÜNEŞ IŞIKSEL
- Tez Türü: Yüksek Lisans
- Konular: Tarih, History
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 2024
- Dil: İngilizce
- Üniversite: İstanbul Medeniyet Üniversitesi
- Enstitü: Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Tarih Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Sayfa Sayısı: 208
Özet
Bu tez on yedinci yüzyıl Osmanlı İstanbulu'nda meydana gelen, 1656 tarihli Çınar Vakası ya da Vaka-i Vakvakiye olarak da bilinen olayı merkeze alarak Osmanlı tarihyazıcılığına ve dönemin siyasi atmosferine dair bir inceleme yapmaktadır. Çınar Vakası'nın çağdaş kaynakları ile olayın elli yıl sonrasında Mustafa Naima Efendi (ö. 1716) tarafından kaleme alınan Ravzatü'l-Hüseyn fî Hulâsati Ahbâri'l-hâfikayn adlı eser mukayeseli şekilde değerlendirilmiş ve vakanın yeni bir anlatısı önerilmiştir. Bunun yanı sıra Osmanlı toplumunun, özellikle de İstanbul'da yaşayanların imparatorluğun siyasetine ve karar alma mekanizmalarına katılmak ve ayrıcalık elde etmek ya da var olanları güvence altına almak için Osmanlı Sarayı ile müzakere etmelerine olanak tanıyan yöntemleri nasıl geliştirdikleri ve bunların neler olduğu burada tartışıldı. Çınar Vakası'nın sıfır noktası kabul edildiği bir sayı doğrusu üzerinde sola doğru hareket edilerek 1589 ve 1656 arasında vuku bulan on dört ayaklanma incelenmiş, bunlarda yeniçerilerin rolü ve etkisi sorgulanmıştır. 1622 ve 1648 yıllarında organize edilen iki ayaklanmanın dışında kalan vakalarda yeniçerilerin kısa süreli ittifakların parçası olduğu, daha çok ikincil bir rolde, destekçi sıfatı ile ayaklanmalarda yer aldıkları tespit edilmiştir. Literatürdeki genel uzlaşının aksine dönemin isyancı figürlerinin yeniçeriler değil, altı bölük ahalisine mensup sipahiler olduğu açıkça görülmektedir. Yapılmayan ödemeler bahane edilerek başlatılan ayaklanmaların ana figürleri sipahilerken, yeniçeriler onlardan gelen davete kendi çıkarlarına uyması halinde katılmışlardır. 1593 ve 1648 yıllarında sipahilere katılmayan yeniçeriler saray ile iş birliği yapmanın kendileri için daha avantajlı olması sebebi ile ayaklanan sipahilere saldırarak dağılmalarını sağlamışlardır. Bu şekilde hem imparatorluk başkentinde yaşayan iki elit zümre arasındaki denge sağlanmış hem de yeniçeriler kendi çıkarları doğrultusunda padişaha sadık kalmışlardır. Ancak nadiren meydana gelen bu durum ileride yeniçeri ve sipahilerin bir araya gelmesinin önünde bir engel teşkil etmemiştir. Her iki elit grup da birbirlerini desteklemenin ayrıcalıklarını korumak, yenilerini kazanmak ya da imparatorluk yönetimine dahil olmak için hayati öneme sahip olduğunun farkındadırlar. On yedinci yüzyılın bir yeniçeri ayaklanmaları çağı olmadığının örnekleri ile gösterilmesinin akabinde Çınar Vakası mercek altına alınmaya başlanmıştır. Öncelikle çağdaş kaynaklardan yola çıkılarak vakanın meydana geldiği dönemde nasıl kayıt altına alındığı ve hangi detaylarının vurgulandığı belirlenmiştir. Çınar Vakası'nın çağdaş anlatısı açığa çıkarıldıktan sonra vaka sırasında öne çıkan ve on yedinci yüzyılın ilk yarısı boyunca da gözlenebilen bir siyasi katılım aracı Ayak Divanı incelenmiş ve önemi vurgulanmıştır. Ayrıca bu pratiğin uygulayıcıları ve talep edenleri arasındaki pazarlık süreci ve bu sürecin aktörlerine de değinilmiştir. Ayak Divanı'nda konuşulan meseleler, talepler ana aktörlerin diyalogları dikkatle incelenerek Osmanlı siyaset düşüncesi çerçevesinde sultan-saray ve katılımcıların imparatorluğa dair fikirlerine ışık tutulmuştur. 1656 Çınar Vakası'nın çağdaş kaynakları tespit edilerek bunların vakayı nasıl anlattıkları belirlenmiş ve vakanın yeni bir anlatısı inşa edilmeye başlanmıştır. Vakanın çağdaş kaynaklardan beslenen anlatısının kurulmasının ardından Mustafa Naima Efendi'nin Çınar Vakası'nı nasıl ve hangi niyetlerle kurguladığı sorgulanmıştır. Yapılan çalışmanın neticesinde ise Naima'nın vakayı çağdaş kaynaklardan farklı olarak incelediği ve vakayı içerisinde bulunduğu patronaj ilişkisinin lehine yeniden kurguladığı ortaya çıkarılmıştır. Naima'nın vakadan elli yıl sonra yazdığı eserinde çağdaş kaynaklardakinden oldukça farklı bir anlatı ve bu anlatıyı meydana getiren çeşitli niyetler keşfedilmiştir. Naima'nın yeniden kurguladığı 1656 Çınar Vakası içerisinde bulunduğu Köprülü patronajının bir sonucudur. Amcazade Hüseyin Paşa'nın tarih yazması şartı ile patronajına aldığı Naima, tarihini yazarken Köprülü ailesini yeni bir bağlam içerisine yerleştirmiştir. Tezde bu bağlamın çeşitli yönleri ele alınmıştır. Çınar Vakası'nın sona ermesini takiben sadarete atanan Köprülü Mehmed Paşa'nın (1656- ö. 1661) nasıl sadrazam olduğu noktasında Naima'nın epey kafa yorduğu ve vakanın da öncesine atıfta bulunarak meşru bir zemin yarattığı açıktır. Vakanın öncesinde azledilen sadrazam Süleyman Paşa'nın (ö. 1687) merkezinde olduğu bu anlatıya göre, Köprülü Mehmed Paşa henüz Çınar Vakası meydana gelmeden önce Mimar Kasım Ağa tarafından vezir-i azamlıktan çekilmek isteyen Süleyman Paşa'ya kendi yerine atanması için önerilmiştir. Ancak, Naima'ya göre Süleyman Paşa her zaman olduğu gibi basiretsizlik göstermiş ve Mimar Kasım Ağa'nın teklifini reddetmiştir. Dolayısıyla imparatorluğun yönetimi Süleyman Paşa gibi zayıf, vasıfsız ve saray ağlarının kuklasına dönüşmüş bir yöneticinin eline kalmıştır. Bununla da sınırlı kalmayan Naima, vakanın meydana gelmesinin sebeplerinden biri olarak Süleyman Paşa'nın zzzayıflığını ve Mimar Kasım Ağa'nın önerisini reddetmesini gösterir. Naima bu şekilde Köprülü Mehmed Paşa'nın sadarete atanmasının Çınar Vakası meydana gelmeden önce gündemde olduğunu, herhangi bir güç boşluğundan istifade etmesine gerek kalmadığını ve sadaretin Mehmed Paşa tarafından hak edilmiş bir pozisyon olduğunu öne sürer. Bunu yapmak içinse çağdaş kaynaklarda adı geçmeyen, varlığına yalnızca kendi metninde rastlanan Mimar Kasım Ağa'ya referans verir. Bununla da sınırlı kalmaz Ayrıca Süleyman Paşa'nın imajı üzerinde de oynama yaparak kendi anlatısını güçlendirir. Köprülü Mehmed Paşa'nın ve dolayısıyla Köprülü ailesinin sadarete geliş sürecini meşrulaştıran Naima bunun yanı sıra ideal bir sadrazamın nasıl olması gerektiği konusunda yaptığı yorumlarda Süleyman Paşa ve onun gibi sadrazamların İmparatorluğu giderek zayıflattığını ve acziyet içerisinde bıraktığını ileri sürer. Süleyman Paşa gibi isimlerin zayıf yöneticilerin karşısında ise isim vermeden de olsa Köprülü Mehmed Paşa'yı ideal yönetici olarak tanımlar. Bu şekilde Naima, Köprülü Mehmed Paşa'nın iktidara gelişini meşrulaştırmış olur. Anlatısının ilk kısmında Süleyman Paşa'nın imajını yeniden yaratan Naima ikinci kısmında ise Çınar Vakası sırasında şeyhülislam olarak atanan Hocazade Mesud Efendi'nin (ö. 1656) üzerine giderek tıpkı Süleyman Paşa'da yaptığı gibi onun da imajını yeniden yaratır. Naima'ya göre Mesud Efendi yalnızca bir Şeyhülislam olarak değil Aynı zamanda bir siyasi yönetici gibi hareket etmeye çalışmıştır. kendi görevinin sınırlarını aşarak devlet işlerine müdahil olmaya çalışmış ve bu şekilde avantaj sağlamıştır. Saray içerisinde yapılan ya da yapılması planlanan her türlü atamaya karışmış kritik mevkilere kendisinin kontrol edebileceği isimlerin getirilmesi için uğraşmış ve bu isimler üzerinden imparatorluk yönetimine dahil olmaya çalışmıştır. Ancak Mesud Efendi'yi eleştiren Naima'nın amacı Çınar Vakası'nı kullanarak geçmişte bir referans noktası yaratmak ve asıl niyetine ulaşabilmektir. İşe Köprülüleri meşrulaştırmak ve onların imparatorluğun selameti için ne kadar önemli olduğunu vurgulamakla başlayan Naima sonrasında doğrudan patronuna, Amcazade Hüseyin Paşa'ya ve onun meşruiyetine yönelir. Amcazade Hüseyin Paşa'nın sadareti (1697-ö. 1702) Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin (ö. 1703) imparatorluk yönetiminde güç kazandığı ve karar alma mekanizmasına hakim olmaya çalıştığı bir döneme rastlar. Dolayısı ile Hüseyin Paşa ile doğal bir rekabet içerisindedir. Feyzullah Efendi'nin Sultan II. Mustafa (ö. 1703) tarafından koşulsuz destekleniyor oluşu ve Köprülülerin 1683 Viyana Kuşatmasının ardından giderek zayıflamaya başlaması Hüseyin Paşa'yı bu rekabette dezavantajlı ve zayıf bırakmış, en nihayetinde ise sadaretten kendi rızası ile çekilmek zorunda kalmıştır. Patronunun haksızlık ve adaletsizlikle karşılaştığını iddia eden Naima tıpkı Mehmed Paşa örneğinde olduğu gibi Hüseyin Paşa'yı da imparatorluğun kötü gidişatını durdurabilecek ideal bir sadrazam olarak tanımlar. Feyzullah Efendi gibi kendi hırslarının peşinden koşan ve imparatorluğa zarar veren isimler sebebi ile gerçekten imparatorluğun ve ümmetin faydasına çalışan görevlilerin hak ettikleri pozisyonlara gelemediklerini belirtir. Tarih'inde Feyzullah Efendi'yi eleştiren Naima, Çınar Vakası'nda kullandığı yöntemi burada da kullanır. Naima'nın, Mimar Kasım Ağa'nın diyaloğuna benzer ve gerçekliği tartışmalı birkaç diyalog vasıtası ile Feyzullah Efendi taraftarlarını nasıl tek tek Feyzullah Efendi'nin hata içerisinde olduğuna ikna ettiği görülür. 1656 Çınar Vakası ile Köprülüleri meşrulaştıran ve ailenin iktidara geliş anlatısını onların patronajı altında yazan Naima, 1703'e gelindiğinde patronunu ve onun icraatlarını meşrulaştırır. Burada Naima'nın geçmişteki figürlerle mevcut anlatısındaki figürler arasında korelasyon kurduğu göze çarpar. Süleyman Paşa zayıf ve başarısız sadrazam örneği iken Köprülü Mehmed Paşa ve Amcazade Hüseyin Paşa ideal sadrazam örnekleridir. Naima'nın anlatısında, Hocazade Mesud Efendi haddini bilmeyen, devlet işlerine karışmaya çalışan ve kendi hırslarını imparatorluğun faydasının önünde tutan bir karakterdir aynı şekilde Feyzullah Efendi de bu vasıfları taşımaktadır ve her ikisinin de sonu aynı olmuştur. Naima yalnızca Amcazade'nin kendisini meşrulaştırmakla kalmaz, aynı zamanda onun sadaretinde aldığı kararları da meşrulaştırır. Hüseyin Paşa'nın en tartışmalı ve en çok eleştirildiği girişimlerinden biri olan Karlofça Antlaşması'na (1699) dair yazdıkları bunun kanıtı niteliğindedir. Naima, Feyzullah Efendi ve etrafında örgütlenen ulema tarafından sert şekilde eleştirilen anlaşmaya farklı bir açıdan yaklaşır. Naima Karlofça ile Hudeybiye Anlaşması (628) arasında üstü kapalı bir bağ kurar. Naima'ya göre Hz. Muhammet Hudeybiye Anlaşması'nı yaparak beraberindeki yüzlerce Müslüman'ın canını kurtarmış, onların güvenliğini sağlamıştır. Peygamberin kendisi konu ümmetinin can güvenliği olduğunda çekinmeden kafirlerle anlaşmıştır. Dolayısı ile peygamber ümmetini korumak için kafirlerle anlaşma yapıyorken Amcazade'nin yaptığını eleştirmenin manasız olduğunu vurgular. Tezde Mustafa Naima'nın merkezinde olduğu bir tarihyazımı ağı da ortaya konulmuştur. Mustafa Naima'nın kendi tarihinde Çınar Vakası'nı kurgularken kullandığı kaynaklar konusunda seçici davrandığı gözlemlenmiş ve Karaçelebizade Abdülaziz Efendi'nin (ö. 1658) Zeyl-i Ravzatül Ebrar'ının Naima'nın taraflılığından kaynaklı olarak öne çıktığı tespit edilmiştir ve vakanın daha güvenilir başka çağdaş kaynakları varken Naima'nın neden Abdülaziz Efendi'yi tercih ettiği sorusu her ikisinin de mensup oldukları bir ağdan yola çıkılarak cevaplanmıştır. Her iki yazarın da biyografileri incelendiğinde Naima'nın Halep'teki yeniçeri ailesi ve Abdülaziz Efendi'nin şeyhülislam olmasında önemli payı olan İstanbul'daki yeniçeri ağaları, Bektaş Ağa ve Kara Murad Ağa, arasında bir ağ olduğu tespit edilmiştir. İkincil olarak ise her iki ismin de Köprülülerle temas halinde oldukları anlaşılmıştır.
Özet (Çeviri)
This thesis examines Ottoman historiography and the political atmosphere of the seventeenth century by focusing on the 1656 Çınar Event, also known as the Vaka-i Vakvakiye, which occurred in Ottoman Istanbul. The contemporary sources of the Çınar Event and the Ravzatü'l-Hüseyn fî Hulâsati Ahbâri'l-hâfikayn, written by Mustafa Naima Efendi (d. 1716) fifty years after the event, are comparatively evaluated, and a new narrative of the event is proposed. It also discusses how Ottoman society, particularly those residing in Istanbul, developed methods such as Ayak Divanı that allowed them to negotiate with the Ottoman Palace in order to participate in the politics and decision-making processes of the Empire and to obtain or secure privileges. Furthermore, this study analyzes the intentions of Mustafa Naima Efendi, a historian, and uncovers the reasons behind his work. The structure and narrative of his work were determined by Naima's patronage relationship with Amcazade Hüseyin Paşa and the Köprülü family. The thesis clearly states that Mustafa Naima re-narrated the Çınar Event in order to legitimize the Köprülü dynasty's grand vizierate period, and he also refashioned the images of important figures such as Süleyman Paşa and Hocazade Mesud Efendi to justify his patron's actions. In addition to these aspects, the study reveals a historiographical network between Mustafa Naima's family, Janissary Aghas such as Bektaş Agha and Kara Murad Agha, and Karaçelebizade Abdülaziz Efendi.
Benzer Tezler
- Tarih-i Nihadi (152b-233a) transkripsiyon ve değerlendirme
Başlık çevirisi yok
HANDE NALAN ÖZKASAP
Yüksek Lisans
Türkçe
2004
TarihMarmara ÜniversitesiTürk Tarihi Ana Bilim Dalı
PROF. DR. AHMET ŞİMŞİRCİGİL
- Bazı ceviz genotiplerinin seleksiyon 2 aşamasında verim ve kalite performanslarının belirlenmesi
Determination of the yield and quality performance of some nuts genotips on selection 2
YASİN ÇINAR
Yüksek Lisans
Türkçe
2018
BotanikKahramanmaraş Sütçü İmam ÜniversitesiBahçe Bitkileri Ana Bilim Dalı
PROF. DR. MEHMET SÜTYEMEZ
- Elazığ- Hüseynik (Ulukent) geleneksel evlerindeki yapısal sorunların görsel tespiti ile evlerde kullanılan kerpiç malzeme örneklerinde SEM-XRD analizi ve değerlendirilmesi
Visual detection of structural problems in Elaziğ- Hüseynik (Ulukent) traditional houses and SEM-XRD analysis and evaluation of adobe material samples used in the houses
OKTAY EKİCİ
- Tereke kayıtlarına göre Rusçuk'ta sosyo-ekonomik ve kültürel hayat (1656-1742)
According to tereke records socio-economic and cultural life in Ruse (1656-1742)
GÜLAY BOLAT
Yüksek Lisans
Türkçe
2019
TarihEskişehir Osmangazi ÜniversitesiTarih Ana Bilim Dalı
PROF. DR. KAMİL ÇOLAK
- 17. yüzyıl ikinci yarısında terekelere göre İstanbul kadınlarının serveti (1656-1676 yılları)
The wealth of Istanbul women according to terekes in the second half of the 17th century (1656-1676 years)
ŞERİFE ŞULE İYİGÖNÜL ATASAĞUN