Vatandaşlık hakkı ve vatansızlık
Right to have nationality and statelessness
- Tez No: 901132
- Danışmanlar: PROF. DR. SÜHEYLÂ BALKAR
- Tez Türü: Yüksek Lisans
- Konular: Hukuk, Law
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 2024
- Dil: Türkçe
- Üniversite: Galatasaray Üniversitesi
- Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Milletlerarası Özel Hukuk Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
- Sayfa Sayısı: 268
Özet
İnsanlar ancak bir topluluğa ait olarak hayatını idame ettirebilen canlılardır. Bir topluluğa ait olmanın ise çeşitli yolları bulunmaktadır. Devletler, ilkel dönemlerinden modern devlet görünümlerine kadar insan unsuruyla arasında vatandaşlık adı verilen hukuki ve siyasi olarak önemli bir bağ inşa etmektedir. Bu şüphesiz bir devletin bireyi hukuken tanıması anlamına gelmektedir. Bu bağlamda bir devletin vatandaşı olmayan yabancıya en az vatandaşı gibi muamele etmesi mümkün olmamaktadır.“Ben ve ötekinin”ayrımından sadır olan vatandaşlığa sahip olamayışa karşılık gelen vatansızlığın ise çok ağır sonuçları bulunmaktadır. Bu ağır sonuçlar, vatandaşlığa sahip olmanın bir insan hakkı olup olmadığı meselesini düşündürmektedir. Tarihsel sürecinde vatandaşlık ilk olarak karşımıza Antik Yunan'da çıkmakta ve burada yalnızca belirli bir seçkin zümreye mensup olan hür erkeklere bahşedilen bir“imtiyaz”olarak cereyan etmekteydi. Bu imtiyaz, kadınlara ve kölelere bahşedilmiyordu. Sınıf ve cinsiyet ayrımına dayanan vatandaşlık zamanla öncelikle toprak sahiplerine, İmparatorluk döneminde ise imparatorluk topraklarında ikamet eden çoğu kişiye tanımlanarak yaygınlaşmaya başlamıştır. Fransız Devrimi'nin ulus-devlet anlayışına sunduğu katkılara paralel olarak ciddi değişim ve dönüşümlere uğrayan vatandaşlık, Osmanlı Devleti'nde de dini referanslar üzerinden değerlendirilmekteydi. Osmanlı'da vatandaşlık müslüman olanların hakkıydı. Tek tanrılı dine inanmak şartıyla gayrimüslimler ise adına zimmet akdi denilen bir sözleşme ile devlete aidiyetlerini bildiriyor ve çeşitli hak ve yükümlülükler altında Osmanlı tebaasının bir parçasını oluşturuyordu. Cumhuriyetin ilanından sonra belirgin olarak dini temelinden sıyrılan vatandaşlık din veyahut cinsiyet gözetilmeksizin herkese tanınan bir statü halini almıştır. 1961 Anayasası'nın 54. maddesi,“Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.”ifadelerine yer vererek vatandaşlığı etnik kökenden, dinden veyahut cinsiyetten ari olarak vatandaşlığa sahip olan herkesin Türk olarak nitelendirileceğini anayasal olarak güvence altına almıştır. Bunun yanı sıra vatandaşlığın asli kazanım yolunun soy bağı esası üzerinden gerçekleşeceğine ve vatandaşlıkta kanunilik ilkesine anayasal boyutta yer veren 1961 Anayasası, aynı zamanda vatana bağlılıkla bağdaşmayan eylemler haricinde kimsenin vatandaşlıktan çıkarılamayacağını, vatandaşlığa ilişkin yargı yolunun kapatılamayacağını da düzenleyerek vatandaşlığın Türk hukukundaki ilkelerine vücut vermiştir. 1982 Anayasası da 1961 Anayasası'nın ilgili hükmünü neredeyse tamamen bünyesine almış ve 66. madde altında bu ilkelere yer vermiştir. Vatandaşlığa yönelik pek çok hukuki bakış açısı da mevcuttur. Vatandaşlığın birey ve devlet arasında cereyan eden özüne ilişkin olarak bireyin sadakat bağına öncelik veren görüşlerin yanı sıra vatandaşlığı tipik bir özel hukuk akdi olarak algılayan görüşlere de rastlamak mümkündür. Özellikle 1789 Fransız İhtilali sonrasında Jean Jacques Rousseau tarafından savunulan, devletin temelini bireysel akla ve kişilerin isteğine dayandıran toplumsal sözleşme teorisinin etkisi bu görüşlerin temellendirilmesinde etkili olmuştur. Bugün hâkim olan görüş ise vatandaşlığın hukuki statüsüne öncelik veren, devletin kamusal menfaat ve egemenlik yetkisinden kaynaklanan vatandaşlıktaki münhasır yetkilerine önem atfeden görüştür. Vatandaşlığın birey ve toplumu doğrudan ilgilendiren kolektif yönünden hareketle sosyolojik bir tarafı da vardır. Buradan hareketle vatandaşlığın sosyolojik boyutlarını ele alan ve gerçek bağ ilkesi ile yorumlanması gerektiğini ifade eden bir başka görüş, Uluslararası Adalet Divanı önünde görülen Nottebohm kararında karşımıza çıkmaktadır. Bu görüşe göre vatandaşlık, edinilmesinden ari olarak gerçek ve etkili bir vatandaşlık ise ileri sürülebilecektir. Bu görüşün doktrin, uluslararası kararlar ve devlet uygulamalarında da bir karşılığı bulunmakla beraber özellikle vatandaşlığın metalaştığı günümüz dünyasında yer yer önemini hissettirmektedir. Vatandaşlığın edinilmesine yönelen sorun ve tartışmalar, vatandaşlığın edinim türlerini incelemeye sevk etmektedir. Vatandaşlık en temelde asli ve müktesep olmak üzere iki yolla mümkün olabilmektedir. Soy bağı ve doğum yeri esası ile gündeme gelen vatandaşlığın asli edinimi, başkaca bir makam kararı aranmaksızın doğumla beraber vatandaşlığın elde edilmesi anlamını taşımaktadır. Bu haller haricinde yetkili makam kararına dayanan vatandaşlık edinimi müktesep vatandaşlık adını almakta ve vatandaşlığın doğum sonrasında herhangi bir yolla kazanılmasına karşılık gelmektedir. Vatandaşlığın bu iki temel edinim yolu altında, bireyin iradesinin yeterli olduğu ve tek başına yeterli olmayarak devlet iradesinin önem kazandığı vatandaşlık kazanım yolları önem arz etmektedir. Vatandaşlığın beraberinde getirdiği haklar ve yükümlülükler ile sahip olduğu klasik muhtevasına ek olarak vatandaşlığa benzeyen, sağladığı haklar ve yükümlülükler nedeniyle onu taklit eden birtakım kavramlar söz konusudur. Bu kavramların başında birlik vatandaşlıkları, mavi kart, Amerika süresiz ikamet izni gelmektedir. Bu kavramların haricinde farklı yönetim modelleriyle vatandaşlığa ilişkin devlet yetkilerinin nasıl paylaştırıldığını merak ettiğimiz bazı ülkeler ve özellikli vatandaşlık halleri bulunmaktadır. Vatandaşlığın hukukumuzdaki ilkelerinin yanı sıra onları da kapsayan evrensel ilkeleri de bulunmaktadır. Bu ilkeler, bağlayıcı olmasa da manevi otoriteyi haiz İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde kendine diğer insan hakları içerisinde yer bulan ilkelerdendir. Bu ilkeler, vatandaşlığın ilk kez muteber bir evrensel insan hakları metninde düzenlenmesiyle tanınır olmuştur. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 15. maddesinde karşımıza çıkan herkesin bir vatandaşlığa sahip olmaya hakkı olduğunu ifade eden ilke, vatandaşlığın evrensel ilkelerinin içinde belki de en dikkat çekici olanıdır. Zira vatandaşlığa sahip olma hakkını ihtiva etmektedir. Beyanname, bu hakkı evrensel bir insan hakları kurgusu içinde vermekle vatansızlığın önlenmesine yönelik de başlı başına bir dayanak olmaktadır. İnsan hakları kavramı, insan olmaktan kaynaklanan, devredilemez ve vazgeçilemez temel hakları ihtiva etmektedir. Tarihsel evriminde olduğu yerde durmamış insan hakları, çeşitlenmiş ve gelişmiş dinamik bir kavramdır. Çeşitlenen ve muhtevası genişleyen bu hakları tasnif etmek üzere insan hakları çeşitli kuşaklara ayrılmıştır. Klasik haklara karşılık gelen haklar birinci kuşak haklar altında, sosyal haklara karşılık gelen haklar ikinci kuşak altında, dayanışma haklarına karşılık gelen haklar ise üçünkü kuşak haklar altında toplanmaktadır. Vatandaşlığın evrensel ilkeleri, vatandaşlığın bir insan hakkı olup olmadığı yönündeki tartışmaların başlangıç noktası olmaktadır. İnsan haklarının muhtevasından hareketle, bu tartışmalardan vatandaşlığın bir insan hakkı olarak değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin olanlar bir yüzü bireye, bir yüzü devlete dönük olan vatandaşlığın bireylerin temel insan haklarına erişim noktasında vatandaşlığın yadsınamaz varlığını ön plana çıkarmaktadır. Haklara sahip olma hakkı olarak da ifade edilen vatandaşlık, diğer insan haklarına erişimin bir öncülü ve habercisidir. Bu görüşler, vatansızlığın yol açtığı sakıncalar ve insan hakları ihlallerinden hareketle temellendirilmekte ve vatansızlığın en ağır insan hakkı ihlali olduğunu vurgulamaktadır. Vatansızların ikamet devletine sorumluluk yükleyen görüşlere göre devletler bu kişilere karşı borçlu ve sorumludur. Öte yandan vatandaşlığı bir piyangoya benzeten görüşler, vatandaşlığın asli kazanım yollarının eşitsizliklere yol açtığını ve bu nedenle bu edinim şekillerinden vazgeçilmek suretiyle vatandaşlığın etkili bir bağ çerçevesinde tesis edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Vatandaşlığın kazanılması ve kaybı hallerine yönelik devletin münhasır yetkisinin göz ardı edilemeyeceğini ifade eden ve birey lehine görüşlerin iddialı olduğunu değerlendiren görüşler de mevcuttur. Bu görüşler devlet egemenliğine tanıdığı üstünlükle terör gibi devletin çıkar ve menfaatlerini yakından ilgilendiren hadiseler nedeniyle vatandaşlığın hak olarak değerlendirilemeyeceğini savunmaktadır. Vatandaşlığın, vatandaşlığa sahip olma hakkı olarak evrensel insan hakları metinlerinde ve hususen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde yer almaması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde doğrudan değerlendirmeye tabi tutulmamaktadır. Buna karşın vatandaşlıkla bağlantılı ve ancak vatandaşlığın varlığıyla anlam kazanan birtakım haklar yadsınamayacaktır. Bu hakların başında eşitlik ilkesi ve onun negatif yönünü teşkil eden ayrımcılık yasağı ve özel ve aile hayatına saygı hakkı gelmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çoğunlukla vatandaşlıkla bağlantılı bu insan haklarına yönelik ihlal iddialarını sorgulamaktadır. Bu sorgulamaların gerçekleştiği kısa tarihinde önemli karar ve içtihatlara imza atılmıştır. Vatandaşlığa sahip olamama ve bu nedenle dünya üzerinde hiçbir devlete ait olamama şeklinde cereyan eden vatansızlık, bireylerin etkilediği kadar toplum ve devletleri de derinden etkilemektedir. Evlenme, evlat edinme, vatandaşlıktan, çıkma veya çıkarılma gibi nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan vatansızlığın ilticaya bağlı olarak gelişebilecek fiili sonuçları da bulunmaktadır. Hiçbir devlete ait olmayan bir vatansızın nerede barınacağı, hayatını nasıl idame ettireceği, insan haklarından nasıl faydalanacağı büyük bir çıkmaz olarak sorgulanmaktadır. Dünya üzerinde 15 milyonu bulduğu ifade edilen vatansızların en temel insan haklarından olan seyahat özgürlüğüne, eğitim ve sağlık hakkına bir vatandaş gibi erişemediği somut örneklerden anlaşılabilmektedir. Söz gelimi insan haklarına ulaşmak için insan olmanın yeterli olduğunu ifade eden insan hakları doktrini, pratikte vatansızlık karşısında yeterli korumayı sağlama noktasında endişelere sevk etmektedir. Vatansızlığın istenmeyen muhtevası nedeniyle önlenmesine yönelik uluslararası düzlemde çeşitli çalışmalar mevcuttur. Bu amaca yönelik uluslararası enstrümanların başında 1954 tarihli Vatansız Kişilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve 1961 tarihli Vatansızlık Hallerinin Azaltılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi gelmektedir. Bu sözleşmeler vatansızlığı tanımlamakta ve vatansızlara yönelik devletlere çeşitli yükümlülükler yüklemektedir. Birleşmiş Milletler 2014'ten bu yana vatandaşlığa dünya genelinde son vermek adına çeşitli kampanyalar ve hedefler yürütmektedir. Bu hedefler kapsamında 2024'e kadar vatansızların nicel ve nitel yöntemlerle sayılarının tespiti, haklarının korunması ve nihayetinde vatansızlığın sona erdirilmesine yönelik eylem planları geliştirilmiştir. Gelinen noktada pek çok devlet vatansızlıkla ilgili müspet adımlar atsa da vatansızlık sona erdirilmiş değildir. Bu hedef ve eylem planları vatansızlığın önlenmesi amacına yönelik çalışmalarına devam etmektedir. Vatandaşlığa sahip olma hakkını, mevcut insan hakları literatüründe, kararlarda ve sözleşmelerde yeterli düzeyde yer almaması nedeniyle bir insan hakkı olarak nitelendirmek için henüz elverişli bir zemin bulunmamaktadır. Bununla beraber vatansızlığın muhtevası, yol açtığı sakıncalar ve insan hakları ihlallerinin varlığı nedeniyle vatandaşlığa sahip olma hakkının varlığı her geçen gün önem kazanmaktadır. Bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler'in vatansızlığa yönelik tavrı, önlenmesine yönelik sözleşmeler ve kimi tavsiye kararlarında temel bir insan hakkı olduğuna yönelik değerlendirmeleri ve vatandaşlığın insan hakları doktrini içerisindeki mevkisine katkı sağlamaktadır.
Özet (Çeviri)
Humans are beings that can only sustain their lives as part of a community. There are various ways to belong to a community. States build a legal and political bond known as nationality with the human element from their primitive periods to modern state appearances. This undoubtedly means that a state legally recognizes an individual, and it is not near possible for the state to treat a foreigner who is not a citizen at least as it treats its own citizens. The lack of nationality which corresponds to the distinction between“me and the other”has very serious consequences. These serious consequences raise the question of whether having nationality is a human right. Historically, nationality first appeared in Ancient Greece, where it was a“privilege”granted only to free men belonging to a certain elite group. This privilege was not granted to women and slaves. Nationality based on class and sex discrimination, gradually began to be defined primarily for landowners, and during the Imperial period, it was extended to most people residing within the empire. In parallel with the contributions of the French Revolution to the nation-state understanding, nationality underwent significant changes and transformations. In the Ottoman Empire it was also evaluated through religious references. Nationality was the right of Muslims during the Ottoman period. Non-Muslims, on the condition of believing in a monotheistic religion, were considered to have a status called“zimmet”. After the declaration of the Republic, nationality clearly detached from its religious foundation and became a status granted to everyone without regard to religion or sex. Article 54 of the 1961 Constitution states,“Everyone who is bound to the Turkish state by citizenship is a Turk.”thereby constitutionally guaranteeing that anyone who possesses citizenship regardless of ethnic origin, religion, or sex, will be regarded as Turkish. In addition, the 1961 Constitution established that the primary means of acquiring citizenship would occur through the jus sanguinis and places the principle of legality in citizenship at a constitutional level, also stipulates that no one can be deprived of citizenship except for actions that are incompatible with loyalty to the homeland, and that the judicial path regarding citizenship cannot be closed, thereby embodying the principles of citizenship in Turkish law. The 1982 Constitution has almost entirely incorporated the relevant provision of the 1961 Constitution and has included these principles under Article 66. There are many legal perspectives on citizenship. In relation to the essence of citizenship that occurs between the individual and the state, one can encounter views that prioritize the loyalty bond of the individual, as well as those that perceive citizenship as a typical private law contract. Particularly after the French Revolution of 1789, the influence of the social contract theory advocated by Jean Jacques Rousseau, which is based on individual reason and the will of individuals as the foundation of the state, has been significant in grounding these views. The prevailing view today, however, prioritizes the legal status of citizenship and emphasizes the exclusive powers of citizenship derived from the state's public interest and sovereignty authority. Citizenship also has a sociological aspect, as it directly concerns the individual and society. From this perspective, another view that addresses the sociological dimensions of citizenship and argues that it should be interpreted with the principle of genuine connection emerges in the Nottebohm case seen before the International Court of Justice. According to this view, citizenship can be claimed as genuine and effective, regardless of how it is acquired. This perspective has a counterpart in doctrine, international rulings, and state practices, and it is particularly felt in today's world where citizenship has become commoditized. The issues and discussions surrounding the acquisition of citizenship lead to an examination of the types of citizenship acquisition. Citizenship can fundamentally be acquired in two ways: by origin and by descent. The original acquisition of citizenship, which arises from the principle of blood relation and place of birth, means obtaining citizenship automatically at birth without the need for any other authority's decision. In other cases, citizenship acquisition based on the decision of the competent authority is called acquired citizenship, which corresponds to the acquisition of citizenship in any way after birth. Under these two fundamental paths of citizenship acquisition, the ways of acquiring citizenship where the individual's will is sufficient, but not solely sufficient, and where the state's will gains importance are significant. In addition to the rights and obligations that citizenship brings, as well as its classical content, there are certain concepts that resemble citizenship and mimic it due to the rights and obligations they provide. Among these concepts are union citizenships, blue cards, and the indefinite residence permit in America called green card. Besides these concepts, there are some countries and specific citizenship situations where we are curious about how state powers related to citizenship are distributed with different governance models. In addition to the principles of citizenship in our law, there are also universal principles that encompass them. These principles, although not binding, hold moral authority as part of the Universal Declaration of Human Rights, which recognizes citizenship for the first time in a valid universal human rights text. The principle that everyone has the right to a nationality, found in Article 15 of the Universal Declaration of Human Rights, is perhaps the most striking among the universal principles of citizenship, as it encompasses the right to have a nationality. By providing this right within a universal human rights framework, the Declaration serves as a basis for preventing statelessness. The concept of human rights broadly encompasses fundamental rights that are inalienable and non-negotiable, arising from being human. Human rights have not remained static in their historical evolution; they are a dynamic concept that has diversified and developed. To classify these diverse and expanding rights, human rights have been divided into various generations. Rights corresponding to classical rights are grouped under the first generation, rights corresponding to social rights are classified under the second generation, and rights corresponding to solidarity rights are placed under the third generation. The universal principles of citizenship serve as the starting point for discussions on whether citizenship is a human right. Based on the content of human rights, those who argue that citizenship should be evaluated as a human right highlight the undeniable existence of citizenship in terms of individuals' access to fundamental human rights, with one aspect directed towards the individual and the other towards the state. Citizenship, which can also be expressed as the right to have rights, is a precursor and harbinger of access to other human rights. These views are grounded in the dangers posed by statelessness and human rights violations, emphasizing that statelessness is the most severe human rights violation. According to views that impose responsibilities on the state of residence for stateless individuals, states are indebted and responsible towards these persons. On the other hand, perspectives that liken citizenship to a lottery emphasize that the primary pathways to acquiring citizenship lead to inequalities and therefore argue that citizenship should be established within an effective framework by abandoning these forms of acquisition. There are also views that express that the exclusive authority of the state regarding the acquisition and loss of citizenship cannot be disregarded and that opinions in favor of the individual are considered assertive. These views argue that, due to events like terrorism that closely concern the interests and benefits of the state, citizenship cannot be regarded as a right, given the superiority granted to state sovereignty. Citizenship is not directly evaluated before the European Court of Human Rights because it is not included in universal human rights texts, particularly the European Convention on Human Rights, as a right to possess citizenship. However, certain rights that are related to citizenship and gain meaning only with the existence of citizenship cannot be denied. Among these rights are the principle of equality and its negative aspect, the prohibition of discrimination, as well as the right to respect for private and family life. The European Court of Human Rights frequently examines claims of violations related to these human rights connected to citizenship. In its short history of such inquiries, it has made significant decisions and established precedents. Statelessness, which manifests as the inability to possess citizenship and therefore not belonging to any state in the world, deeply affects not only individuals but also societies and states. Statelessness arising from reasons such as marriage, adoption, renunciation, or deprivation of citizenship also has potential practical consequences related to asylum. The question of where a stateless person, who does not belong to any state, will find shelter, how they will sustain their life, and how they will benefit from human rights is a significant dilemma. It can be understood from concrete examples that stateless individuals, estimated to be around 15 million worldwide, cannot access fundamental human rights such as freedom of movement, education, and health care like a citizen. For instance, the human rights doctrine, which states that being human is sufficient to access human rights, raises concerns regarding the adequacy of protection in the face of statelessness in practice. Due to the undesirable nature of statelessness, there are various international efforts aimed at its prevention. At the forefront of international instruments for this purpose are the 1954 United Nations Convention Relating to the Status of Stateless Persons and the 1961 United Nations Convention on the Reduction of Statelessness. These conventions define statelessness and impose various obligations on states regarding stateless individuals. Since 2014, the United Nations has been conducting various campaigns and setting goals to end statelessness globally. As part of these goals, action plans have been developed for the identification of stateless individuals through quantitative and qualitative methods, the protection of their rights, and ultimately the eradication of statelessness by 2024. Although many states have taken positive steps regarding statelessness, it has not yet been eliminated. These goals and action plans continue to work towards the prevention of statelessness. There is still no suitable ground to qualify the right to nationality as a human right due to its insufficient presence in the existing human rights literature, decisions, and treaties. However, the essence of statelessness, the dangers it poses, and the existence of human rights violations make the right to nationality increasingly important every day. In addition, the United Nations' stance on statelessness, its evaluations in treaties aimed at prevention, and certain recommendations contribute to the recognition of nationality as a fundamental human right within the doctrine of human rights.
Benzer Tezler
- Türkiye'deki uluslararası koruma statüleri ile geçici koruma statüsünün hak ve yükümlülükler yönünden karşılaştırılması
Comparison of international protection status and temporary protection status in Turkey in terms of rights and obligations
SÜMEYYE KARAKOÇ YENİGÜN
Yüksek Lisans
Türkçe
2022
Uluslararası İlişkilerAydın Adnan Menderes ÜniversitesiUluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı
DOÇ. DR. ARZU GÜLER
- Türkiye'de yabancıların sosyal güvenlik hakları
Social security rights of foreigners in Turkey
MEHMET SERHAN ÖZDEMİR
Yüksek Lisans
Türkçe
2000
HukukAnkara ÜniversitesiDevletler Özel Hukuku Ana Bilim Dalı
PROF. DR. TURGUT TURHAN
- İş Hukukunda çalışma yasakları
Employment prohibitions in Labor Law
BÜŞRA GİZEM ÜNER
Yüksek Lisans
Türkçe
2023
HukukGalatasaray ÜniversitesiÖzel Hukuk Ana Bilim Dalı
PROF. DR. ENVER MURAT ENGİN
- Göçmen işçilerin sosyal güvenlik hakları
Social security rights of migrant workers
NİHAN GİZEM KANTARCI
- Uluslararası koruma ve geçici koruma kapsamındaki yabancıların Türkiye'de çalışma hakkı
The right to work of aliens under international protection and temporary protection in Turkey
ALİ YUŞA TURAN
Yüksek Lisans
Türkçe
2019
Hukukİstanbul ÜniversitesiÖzel Hukuk Ana Bilim Dalı
DR. ÖĞR. ÜYESİ AYŞE ELİF ULUSU KARATAŞ