Geri Dön

İnsan hakları hukuku bağlamında dezenformasyonun demokratik toplum üzerindeki etkileri

The effects of disinformation on democratic society in the context of human rights law

  1. Tez No: 944731
  2. Yazar: TUĞÇE DUYGU KÖKSAL
  3. Danışmanlar: PROF. DR. OKTAY UYGUN
  4. Tez Türü: Doktora
  5. Konular: Hukuk, Law
  6. Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
  7. Yıl: 2025
  8. Dil: Türkçe
  9. Üniversite: Galatasaray Üniversitesi
  10. Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
  13. Sayfa Sayısı: 667

Özet

eni bir kavram olamamakla birlikte, son yıllarda daha görünür olan dezenformasyon olgusu, temelde bireylerin doğru bilgiye ulaşma hakkına yönelik bir müdahale oluşturur ve bu şekilde demokratik toplumda kamuoyunun sağlıklı bir şekilde oluşmasına engel olur. Demokrasi, toplumun doğru bilgiye dayalı kararlar alabilmesini gerektirirken, dezenformasyon bu sürecin işleyişini engelleyerek seçmen davranışlarını manipüle edebilir ve demokratik kurumlara duyulan toplumsal güven sarsılabilir. Bu tez, dezenformasyonun demokratik toplum üzerindeki etkilerini insan hakları hukuku perspektifinden incelemektedir. Tezde dezenformasyonla mücadelenin önemi göz ardı edilmemekte; ancak dezenformasyonla mücadele kapsamında başta devletlerin düzenleme çalışmaları ve diğer aktörlerin katkı ve müdahaleleri de temel haklarla bağlantılı olarak ele alınmaktadır. Bu meselenin çeşitli açılardan detaylı bir denge analizi gerektirmesi, tüm tez çalışması kapsamında ele alınan alt başlıkların adeta taşıyıcı kolonunu oluşturmaktadır. Tezin birinci bölümünde, dezenformasyonun kavramsal tanımlaması ve farklı kavramlarla karşılaştırılması üzerinde durulmuştur. Nitekim dezenformasyon da kural olarak, çevrim içi ifade biçimlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte, dezenformasyonun, bilgi kirliliği çatısı altında başta ideolojik amaçlarla yapılan propaganda ve diğer benzer kavramlarla farklarını netleştirmek dezenformasyonla mücadelenin doğru yerden yürütülebilmesi için gerekli görülmüştür. Dezenformasyon kavramı bilgi kirliliği ile benzer bir etki yaratabilir; ancak bilgi kirliliği daha geniş bir çerçevede değerlendirilirken, dezenformasyonda daha dar kapsamda kast unsuru ön plana çıkar. Diğer bir ifadeyle, dezenformasyonun amacı bireylerin düşünce ve algısını yanlış bilgi yayarak manipüle etmektir. Bu doğrultuda öncelikle kavramsal olarak dezenformasyonun kapsamı ve özellikle yeni kamusal alan olarak şekillenen sanal ortamda“gerçek”algısı ile ilişkisi ele alınmıştır. Dezenformasyonun kavramsal kapsamı ile potansiyel etkileri, özellikle çevrim içi kamusal alanda doğrulama faaliyetlerinin önemini daha da artırmaktadır. Bilgiyi sorgulama gerekliliği, doğru bilgiye ulaşmayı sağlayan bir araçtır. Sorgulanmayan bilgi kamusal tartışmaları şekillendirebilir ve yanlış yönlendirebilir. Aynı zamanda demokratik bir toplumda sağlıklı tartışmaların yapılabilmesi için kritik bir rol oynar. Doğrulama faaliyetlerinin kurumsallaşması, doğruluğun kontrol edilmesi ve doğruluk kontrolü araçlarının etkin kullanımı, dezenformasyonla mücadelede önemli adımlar atılmasına olanak sağlar. Sorgulanmayan bilgi, toplumsal tartışmaları yanlış bir şekilde yönlendirebilir ve kamuoyunun fikirlerini yanıltıcı bir biçimde şekillendirebilir. Bu nedenle tezde, doğrulama faaliyetlerinin kurumsallaşması ve doğru bilgiye ulaşılmasını sağlayacak araçların etkin bir şekilde kullanılmasının, dezenformasyonun zararlarını en aza indirmek için gerekli olduğuna değinilmiştir. Bu bölümde ayrıca, dezenformasyonla mücadelede devletin ve teknoloji şirketleri, gazeteciler ve bireyler de dahil olmak üzere çeşitli aktörlerin rolü ele alınmıştır. Öncelikle, devletin müdahalesinin hukuki denetimi, temelde özgürlük ve güvenlik dengesi üzerinden değerlendirilmiştir. Şüphesiz ki, dezenformasyonla mücadelede devletin rolü önemli bir yer tutmaktadır. Devlet, dezenformasyonla mücadele etmek için çeşitli düzenleme yetkilerine sahiptir ve bu yetkiler temel haklar üzerinde yatay etkiler yaratabilir. Bununla birlikte, devlet, sadece düzenleme değil, aynı zamanda dezenformasyonun bir aktörü olarak da karşımıza çıkabilir. Devletin yanlış bilgi yayılmasına karşı bizatihi önlem alma ve doğru bilgiyi kamuya sunma yükümlülüğünün bulunduğunun da altı çizilmiştir. Öyle ki, ceza hukuku, dezenformasyonla mücadelede başvurulan önemli araçlardan biri olarak görülmektedir. Ancak bu noktada, hukukilik ilkesine riayet gerekliliği dikkat edilmesi gereken bir husustur. Dolayısıyla bu kapsamdaki düzenlemelerin sivil toplum ve bireyler üzerindeki caydırıcı etkisi de incelenmiş ve karşılaştırmalı hukuktan örneklerle demokrasi üzerindeki zararlarına değinilmiştir. Şüphesiz devletin kontrolü, hukuk çerçevesinde denetlenmeli ve bu müdahale ile bireysel hak ve özgürlükler arasındaki denge her somut olayda korunmalıdır. Diğer taraftan, dezenformasyonla mücadelede yalnızca devletin değil, diğer aktörlerin de önemli rolleri vardır. Özellikle teknoloji şirketlerinin müdahalesinin kapsamı, gözetim ilkeleri ve çevrim içi platformların öz düzenleyici rolü, dezenformasyonun yayılmasını engelleme konusunda kritik bir işlev görür. Bu platformlar, kullanıcıların paylaştığı içeriği denetlemek ve yanlış bilgileri tespit etmek amacıyla algoritmalar ve doğrulama araçları kullanabilir. Ancak, bu şirketlerin sorumluluğu da beraberinde bazı sorunlar getirir; zira özgürlük ve güvenlik dengesi, teknoloji şirketlerinin karar alma süreçlerinde özellikle yargısal güvenceler bağlamında bir tartışma konusu oluşturmaktadır. Diğer taraftan, içerik üreticilerinin rolü de dezenformasyonla mücadelede büyük bir öneme sahiptir. Geleneksel medyanın çevrim içi dönüşümü ve sorumlu gazetecilik ilkeleri, doğru ve güvenilir bilgilere erişimi sağlamak için kritik bir rol oynar. Dezenformasyonla mücadelede çevrim içi aktörlerin iş birliği de bu sürecin başarısını artıran bir faktördür. Bununla birlikte başta devlet, teknoloji şirketleri ve bireyler olmak üzere, ulusal ve uluslararası alandaki aktörlerin, dezenformasyonun etkilerini azaltmak için işbirliği içinde olması önemli bir strateji olarak değerlendirilmektedir. Tezin ikinci bölümünde, dezenformasyonun demokratik toplumdaki zararlı söylemler üzerindeki etkileri incelenmektedir. Dezenformasyonun toplumdaki kutuplaşmayı teşvik etme potansiyeli, özellikle nefret söylemi ve ayrımcılık temelli söylemle mücadele bağlamında ele alınmaktadır. Bu bölümde özellikle bu tür zararlı içeriklerin, demokratik tartışmayı tehdit edebileceği ve toplum üzerindeki ayrıştırıcı etkileri üzerinde durulmuştur. Dezenformasyon, demokratik toplumu derinden etkileyebilen ve demokratik tartışmaları tehdit eden zararlı söylemleri yayma potansiyeline sahiptir. Zararlı içerik, yalnızca bireye zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda ayrıştırıcı etkilerle kamusal alanda kutuplaşmalara yol açar. Bu içeriklerin bir kısmı, hukuki koruma kapsamı dışında kalan ve toplumu daha fazla ayrıştırmaya yarayan unsurlar taşır. Zararlı içerikten farklı olarak, rahatsız edici içerikler ise insanların özgür iradesine müdahale etmeksizin toplumsal düzene zarar verebilir. Göreceli değerler üzerinden tartışmalar, zararlı içeriğin toplumsal algıyı nasıl dönüştürdüğünü ve farklı bakış açılarına nasıl zarar verebileceğini gösterebilir. Demokrasi karşıtı söylemler, toplumu birbirine karşı kutuplaştırarak demokratik süreçleri tehlikeye sokabilir. Ayrımcılık temelli söylemler, dezenformasyonun bir başka boyutunu oluşturur. Nefret söylemi gibi tehlikeli unsurlar, özellikle kırılgan grupları hedef alarak toplumda ayrımcılık meselesinin kemikleşmesine yol açabilir. Bu nedenle, dezenformasyonla mücadelede nefret söylemi ve ayrımcılık temelli söylemlere karşı daha etkin bir yaklaşım geliştirilmesi, toplumsal barışı korumak için önemlidir. Bu bağlamda özellikle zararlı içerik kategorileri ve ifade özgürlüğü koruması kapsamında değerlendirme bakımından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadından ve uluslararası belgelerden yararlanılarak bir karşılaştırma yapılmaya çalışılmıştır. Öte yandan, zararlı içeriğin siyasi söyleme etkileri, özellikle dezenformasyonun demokratik süreçlere müdahalesi bağlamında önemli bir sorundur. Siyasi söyleme yapılan vurgu hoşgörü ve ifade özgürlüğü arasındaki sınırların çizilmesi gereken bir alanı ifade eder. Zararlı içeriğin yayılmasının engellenmesi bir tarafta, siyasi ifadelerin hoşgörü kapsamında değerlendirilmesi diğer tarafta kurulacak dengenin ana eksenlerini oluşturmaktadır. Örneğin ifade özgürlüğünün kullanılması karşısında üst düzey devlet yetkililerine ya da kamu görevlilerine sağlanan korumanın niteliği, dezenformasyonun demokratik söylemi nasıl şekillendirdiğini ele alırken değinilen bir başka kritik meseledir. Nitekim, yayılan bilginin başkalarının hakları üzerindeki etkisi, özellikle ifade özgürlüğü ve itibarın korunması arasındaki dengenin sağlanmasında ciddi zorluklar yaratmaktadır. Dışlama kültürü, bireyler üzerinde ciddi psikolojik ve toplumsal etkiler bırakırken, bazen sansür aracı olarak da kullanılmaktadır. Dışlama hareketi, bireylerin unutulma ihtiyacını beraberinde getirebilirken, ifade özgürlüğünün kullanılmasının masumiyet karinesi ve özel hayatın korunmasına ilişkin usuli güvenceler ile dengelenmesi gereğinin altı çizilmiştir. Öte yandan, yargılamaya konu iddiaların kamuoyuyla paylaşılması, masumiyet karinesi ilkesinin zedelenmesine yol açabileceği gibi, bu kapsamda adli ve idari makamların usuli güvencelere riayet etmeksizin gerçekleştirdikleri eylemler çeşitli açılardan hak ihlaline sebebiyet verebilmektedir. Bu bağlamda, hukuk sisteminin dengeleyici rolü büyük önem taşır ve özellikle ifade özgürlüğü ile özel hayatın korunması arasında uygun bir eşik oluşturulması gerekmektedir. Dezenformasyonun demokratik söylem üzerindeki etkilerini en aza indirmek için hukuk sisteminde usuli güvenceler büyük bir öneme sahiptir. Bu güvenceler arasında, özellikle denge analizinin kapsamı dikkat çeker. AİHM içtihadı kapsamında ele alınan adil denge analizi kriterleri, ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması arasındaki çatışmayı çözmek için kullanılan önemli bir yöntemdir. İkincillik ilkesi ışığında, bu adil denge analizinde yerel makamların yeterli ve uygun gerekçelerini ortaya koyması belirleyici bir yere sahiptir. Elbette ki, denge analizinde, çeşitli kriterler devreye girerken çevrim içi ortamın dinamikleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, ispat yükü ve bu yükün doğru bir şekilde dağıtılması, dezenformasyonla mücadelede bir başka güvencedir. Olgu ve değer yargılarının ispat yükü üzerindeki etkisi, yanlış bilgilerin yayıldığı durumlarda adil dengenin kurulmasında önemli bir yere sahiptir. Bu bölümde somut örnekler üzerinden ele alınan AİHM içtihadındaki temel ilkeler, iyi niyet unsuru ve doğruluk savunması gibi mekanizmaların kullanımı açısından da yol gösterici olmaktadır. Tezin üçüncü ve son bölümünde, dezenformasyonun bilgiye erişim hakkı ve serbest seçim hakkı üzerindeki etkileri ele alınmaktadır. Demokratik toplumlarda bilgiye erişim hakkı, vatandaşların kamu işleyişi hakkında bilgi sahibi olmasını sağlayarak demokratik süreçlerin sağlıklı bir şekilde işlemesini temin eder. Ancak dezenformasyon, bu hakkın etkili bir biçimde kullanılmasını engelleyen önemli bir tehdit oluşturur. Bilgiye erişim hakkı bakımından, güvenlik endişeleri ve özgürlüklerin korunması arasında denge kurmak gerektiğinde, özellikle kamuya dair doğru bilgilerin paylaşılması zorlaşabilir. Dezenformasyonla mücadelede kamu ihbarcıları da kritik bir rol oynamaktadır. Kamu ihbarcılarının korunması, dezenformasyonun önlenmesi bakımından büyük bir öneme sahiptir. Bu kişiler, yanlış bilgilerin ve manipülasyonların önüne geçebilmek için kurumlardaki usulsüzlükler ve hukuka aykırılıklarla ilgili hesap verilebilirliğin sağlanmasına katkıda bulunmakta ve kamuoyunu bilgilendirmektedir. Kamu ihbarcıları özelinde, yargı mensuplarının ifade özgürlüğünün de yargıya güvenin sağlanması bağlamında güvence altına alınması gerektiği ayrıca incelenmiştir. Öte yandan, dezenformasyonla mücadele bağlamında, bilgiye müdahalenin yansımaları, internete erişim ile doğrudan ilişkilidir. İnternete erişim, tartışmalı olmakla birlikte, bir hak olarak kabul edildiğinde, demokratik toplumun bilgiye erişim hakkının da önemli bir bileşeni olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte, internette anonim olma bir başka tartışmalı alanı açmaktadır. Bir tarafta bireylerin çevrim içi ortamda güvenli bir şekilde bilgi alma ve verme hakkını kullanabileceği bir güvence iken, diğer tarafta, cezasızlığa ve yargılamalarda yargı yetkisi dahil olmak üzere farklı usuli sorunlara yol açabilecek bir engel olarak da görülebilmektedir. Bu bölümde bilgiye erişim hakkının uygulanma koşulları ve bu hakka yönelik sınırlamaların kapsamı AİHM içtihadında ortaya konan somut ilkeler ışığında değerlendirilmiştir. Özellikle internet erişimine ve içeriğe getirilen sınırlamalar ve erişim engelleri hukukilik ilkesi çerçevesinde ele alınmış ve yargısal usuli güvencelerin altı çizilmiştir. Öte yandan, bilgiye erişim bağlamında yasak kararlarının uygulanması başta olmak üzere diğer alternatif müdahale yöntemleri de devletlerin ve diğer aktörlerin dezenformasyonla mücadelede başvurabileceği farklı yöntemlerden olup, bu uygulamaların doğurduğu hukuki sorulara da değinilerek, uygulamacılara temel prensipler ışığında bir yol haritası çizmeye çalışılmıştır. Üçüncü bölümün son kısmı, serbest seçim hakkı çerçevesinde, siyasi içerikli reklamların yanıltıcılığı, mikro hedefleme yöntemleri ve kişisel verilerin korunması gibi meselelerin tartışılmasına ayrılmıştır. Öncelikle serbest seçim hakkı, demokratik toplumlarda bireylerin özgür ve adil bir şekilde tercihlerini yapabilmelerini temin ederken, dezenformasyonla mücadele bu hakkın korunmasında önemli bir yer tutmaktadır. Seçim süreçlerinde yayılan bilgi, bireylerin karar verme süreçlerini doğrudan etkileyebilmektedir. Serbest seçim hakkının korunması, ifade özgürlüğüyle dengeye oturtulmalıdır; ancak bu denge, dezenformasyon ve yanıltıcı bilgilerin yayılmasıyla bozulabilir. Teknolojinin kötüye kullanımı, kamuoyu algısını yönetme ve manipülasyon tekniklerinin kullanılması özellikle seçim süreçlerinde demokratik katılımın önündeki büyük engellerdir. Teknolojinin bu bağlamda doğru ve etik kullanımı, seçimlerin güvenilirliğini sağlamak açısından önemlidir. Devletlerin bu kapsamda pozitif yükümlülükleri, demokratik süreçlerin güvenliğini ve katılımını sağlamak bakımından önemli bir yer tutmaktadır. Sınırlamalar, seçim süreçlerinde yayılan dezenformasyonun önüne geçmeyi amaçlasa da bu sınırlamalar demokratik katılımı etkilememeli, aksine güçlendirmelidir. Diğer tarafta, gelişen teknoloji, demokratik katılımın artırılmasına yönelik avantajlar oluşturabildiği gibi seçimler üzerinde yeni riskler de oluşturabilmektedir. Teknolojinin kötüye kullanılması, kamuoyu algısını yönetmek ve dezenformasyonun yayılmasına zemin hazırlamak için kullanılabilir. Özellikle yapay zeka destekli araçlar, bilgi operasyonlarında etkili bir şekilde kullanılmakta ve bu durum, seçim süreçlerini manipüle etme riskini artırmaktadır. Mikro hedefleme, seçmenlerin kişisel verilerini kullanarak onların iradelerini etkilemek için kullanılan bir teknik haline gelmiştir. Bu süreç, kişisel verilerin korunması açısından hukuki düzenlemeleri gündeme getirmekte ve seçim süreçlerinin güvenliğini tehlikeye atabilmektedir. Bu bağlamda, mikro hedeflemenin seçim süreçlerine etkisi, demokratik seçimlerin adil ve özgür bir şekilde yapılabilmesi için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu doğrultuda, resme bir bütün olarak bakıldığında dezenformasyonla mücadele bir taraftan doğru ve sağlıklı bilgiye erişim hakkına ilişkin güvenceleri hedeflerken, bir taraftan bireylerin de dezenformasyonun yalnızca tüketici değil üretici olarak aktörleri olmaya başlamasıyla başkalarının hakları ile ifade özgürlüğü arasındaki dengenin kurulmasında zorlukların yaşanmasına vesile olmaktadır. Öte yandan, görülmektedir ki, dezenformasyonun etkileri yalnızca ifade özgürlüğü bağlantılı konularda değil, yine onun bir bileşeni olan bilgiye erişim hakkı ve temel taşını oluşturduğu serbest seçim hakkı üzerindeki etkileri ile de tartışma konusu olmaktadır. Özellikle, seçim kampanyalarına yönelik manipülatif müdahaleler ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte mikro hedeflemenin seçmen iradesi üzerindeki etkilerine de insan hakları hukuku kapsamındaki uluslararası standartlar ve içtihatlardaki tespitler üzerinden değinilmiştir. Neticede tezde, dezenformasyonun demokratik söylem ve katılım önündeki olumsuz etkileri yalnızca düzenleme yapılması ile aşılamayacak bir mesele olduğu somut örneklerle ortaya konmuştur. Aynı zamanda, dezenformasyonla mücadelede daha etkili ve sürdürülebilir yöntemlerin, tüm paydaşlar arasında iş birliği ve şeffaflık sağlanarak uygulanması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu doğrultuda tezin sonuç bölümünde, dezenformasyonun demokratik söylemi ve demokratik katılımı etkileyen tüm alanlarda temel haklara yönelik müdahaleler değerlendirilirken çatışan haklar arasındaki adil denge analizinin ortak bir payda olduğuna dikkat çekilmiştir. Bununla birlikte, dezenformasyonun yasal düzenlemelerle ortadan kaldırılamayacak bir olgu olduğu ve bireylerin eleştirel bir bakış açısının geliştirilmesi ve bilgi okuryazarlığının tabana yerleştirilmesi bu noktada önemli görülmekle birlikte, insan hakları perspektifinden bakıldığında devletin dezenformasyonla mücadelede sorumluluk üstlenmesinin kilit unsur olduğu ve diğer aktörlerle birlikte bir iş birliği içinde mücadelenin etkinleştirilmesi gereği sonucuna ulaşılmıştır.

Özet (Çeviri)

Although its not a new concept, the phenomenon of disinformation, which has become more visible in recent years, basically constitutes an interference with the right of individuals to access accurate information and thus prevents the healthy formation of public opinion in a democratic society. While democracy requires society to be able to make decisions based on accurate information, disinformation can hinder the functioning of this process, manipulating voter behavior and undermining public trust in democratic institutions. This thesis examines the effects of disinformation on democratic society from the perspective of human rights law. The thesis does not ignore the importance of combating disinformation; however, it also examines the regulatory efforts of states and the contributions and interventions of other actors in the fight against disinformation in relation to fundamental rights. The fact that this issue requires a detailed balance analysis from various angles constitutes the pillar of the sub-headings addressed in the entire thesis. The first part of the thesis focuses on the conceptual definition of disinformation and its comparison with different concepts. As a matter of fact, disinformation, as a rule, appears as one of the forms of online expression. However, it is deemed necessary to clarify the differences between disinformation and other similar concepts, especially propaganda for ideological purposes under the umbrella of information pollution, so that the fight against disinformation can be carried out in the right place. The concept of disinformation may have a similar effect as information pollution, but while information pollution is evaluated in a broader framework, the element of intent comes to the fore in a narrower scope in disinformation. In other words, the purpose of disinformation is to manipulate individuals' thoughts and perceptions by spreading false information. In this respect, firstly, the conceptual scope of disinformation and its relationship with the perception of“truth”in the virtual environment, which is shaped as a new public sphere, are discussed. The conceptual scope and potential effects of disinformation increase the importance of verification activities, especially in the online public sphere. The necessity of questioning information is a tool that enables access to accurate information. Unchallenged information can shape and mislead public debate. It also plays a critical role for healthy debate in a democratic society. The institutionalization of verification activities, fact-checking and the effective use of fact-checking tools can go a long way in combating disinformation. Unchallenged information can misdirect public debate and misleadingly shape public opinion. Therefore, the thesis argues that the institutionalization of verification activities and the effective use of tools to ensure access to accurate information are essential to minimize the harm of disinformation. This part also discusses the role of the state and various actors, including technology companies, journalists and individuals, in combating disinformation. Firstly, the legal review of state intervention is assessed mainly in terms of the balance between freedom and security. Undoubtedly, the role of the state in combating disinformation has an important place. The state has various regulatory powers to combat disinformation, and these powers can have horizontal effects on fundamental rights. However, the state may not only regulate but also act as an actor of disinformation. It has also been underlined that the state itself has an obligation to take measures against the dissemination of false information and to make accurate information available to the public. As such, criminal law is one of the most important tools used in the fight against disinformation. However, at this point, it is important to note that the principle of legality must be respected. Therefore, the deterrent effect of such regulations on civil society and individuals has also been examined and their detrimental effects on democracy have been mentioned with examples from comparative law. State control must be monitored within the framework of the law and the balance between this intervention and individual rights and freedom must be maintained in each concrete case. On the other hand, not only the state but also other actors have important roles to play in the fight against disinformation. In particular, the extent of intervention by technology companies, the principles of oversight and the self-regulatory role of online platforms play a critical role in preventing the spread of disinformation. These platforms may use algorithms and verification tools to moderate the content shared by users and detect misinformation. However, the responsibility of these companies is not without its challenges, as the balance between freedom and security is a matter of debate in the decision-making processes of technology companies, especially in the context of judicial guarantees. On the other hand, the role of content producers is also crucial in the fight against disinformation. The online transformation of traditional media and the principles of responsible journalism play a critical role in ensuring access to accurate and reliable information. The cooperation of online actors in the fight against disinformation is also a factor that increases the success of this process. In addition, the cooperation of national and international actors, especially the state, technology companies and individuals, is considered an important strategy to mitigate the effects of disinformation. The second part of the thesis examines the effects of disinformation on harmful discourses in a democratic society. The potential of disinformation to promote polarization in society is particularly addressed in the context of combating hate speech and discrimination-based discourse. In particular, the chapter emphasizes the threat such harmful content can pose to democratic debate and its divisive effects on society. Disinformation has the potential to spread harmful discourse that can profoundly affect democratic society and threaten democratic debate. Harmful content not only harms the individual, but also has divisive effects, leading to polarization in the public sphere. Some of this content carries elements that fall outside the scope of legal protection and serve to further divide society. Unlike harmful content, disturbing content can harm social order without interfering with people's free will. Discussions on relative values can show how harmful content can transform public perception and harm different points of view. Anti-democratic discourse can jeopardize democratic processes by polarizing society against each other. Discrimination-based discourses constitute another dimension of disinformation. Dangerous elements such as hate speech can lead to the ossification of discrimination in society by targeting particularly vulnerable groups. Therefore, it is important to develop a more effective approach against hate speech and discrimination-based discourse in the fight against disinformation to preserve social peace. In this context, a comparison has been made by utilizing the jurisprudence of the European Court of Human Rights (ECtHR) and international documents, especially in terms of categories of harmful content and evaluation within the scope of freedom of expression protection. On the other hand, the effects of harmful content on political discourse is an important problem, especially in the context of the interference of disinformation in democratic processes. The emphasis on political discourse represents an area where the boundaries between tolerance and freedom of expression need to be drawn. Preventing the spread of harmful content, on the one hand, and tolerance of political expression, on the other, constitute the main axes of the balance to be struck. For example, the nature of the protection afforded to high-level state officials or public servants in the exercise of freedom of expression is another critical issue in addressing how disinformation shapes democratic discourse. Indeed, the impact of disseminated information on the rights of others poses serious challenges, particularly in balancing freedom of expression and protection of reputation. Cancel culture has serious psychological and social effects on individuals and is sometimes used as a tool of censorship. While the act of ostracization can lead to the need for individuals to be forgotten, the need to balance the exercise of freedom of expression with the procedural safeguards of the presumption of innocence and the protection of privacy has been underlined. On the other hand, publicizing the allegations subject to the proceedings may lead to a violation of the principle of presumption of innocence, and in this context, the actions of judicial and administrative authorities without respecting procedural safeguards may lead to violations of rights in various respects. In this context, the balancing role of the legal system is crucial, and an appropriate threshold must be established between freedom of expression and the protection of private life. Procedural safeguards in the legal system are crucial to minimizing the effects of disinformation on democratic discourse. Among these safeguards, the scope of the balancing analysis is particularly noteworthy. The criteria for a fair balance analysis, as set out in the case-law of the ECtHR, are an important method used to resolve the conflict between freedom of expression and the protection of the rights and freedoms of others. In the light of the principle of subsidiarity, it is decisive in this fair balance analysis that the domestic authorities provide adequate and appropriate reasons. Of course, in the balancing analysis, the dynamics of the online environment should be considered, while various criteria come into play. Moreover, the burden of proof and its proper allocation is another safeguard in the fight against disinformation. The impact of fact and value judgments on the burden of proof has an important place in establishing a fair balance in cases where misinformation is disseminated. The basic principles in the case law of the ECtHR, which are discussed through concrete examples in this chapter, are also instructive in terms of the use of mechanisms such as the element of good faith and the defense of truthfulness. The third and final part of the thesis discuss the effects of disinformation on the right to access information and the right to free elections. In democratic societies, the right to access to information ensures that citizens are informed about the functioning of the public sector, thus ensuring the healthy functioning of democratic processes. However, disinformation poses a significant threat to the effective exercise of this right. When the right to access information needs to be balanced between security concerns and the protection of freedom, it can be difficult to share accurate information, especially about the public. Public whistleblowers also play a critical role in combating disinformation. The protection of public whistleblowers is crucial to preventing disinformation. They contribute to accountability and inform the public about irregularities and illegalities in institutions to prevent misinformation and manipulation. In the case of public whistleblowers, the need to guarantee the freedom of expression of members of the judiciary in the context of ensuring trust in the judiciary is also examined. On the other hand, in the context of combating disinformation, the repercussions of interference with information are directly related to access to the internet. Access to the internet, although controversial, is an important component of a democratic society's right to access information, when it is recognized as a right. However, anonymity on the internet opens another controversial area. On the one hand, it is a guarantee that individuals can safely exercise their right to receive and impart information online, but on the other hand, it can also be seen as an obstacle that can lead to impunity and different procedural problems, including jurisdiction in proceedings. In this section, the conditions for the implementation of the right to access to information and the scope of restrictions on this right are evaluated in the light of the concrete principles set out in the case-law of the ECtHR. Restrictions and access barriers to internet access and content are examined within the framework of the principle of legality and judicial procedural safeguards are underlined. On the other hand, other alternative methods of intervention, in particular the application of prohibition orders in the context of access to information, are among the different methods that states and other actors can resort to in the fight against disinformation, and the legal questions raised by these practices are also addressed, and a road map is tried to be drawn for practitioners in the light of basic principles. The last chapter of the third part is devoted to the discussion of issues such as misleading political advertisements, microtargeting methods and personal data protection within the framework of the right to free elections. First, while the right to free elections ensures that individuals in democratic societies can make their choices in a free and fair manner, the fight against disinformation plays an important role in protecting this right. Information disseminated during electoral processes can directly affect individuals' decision-making processes. The protection of the right to free choice must be balanced with freedom of expression, but this balance can be disrupted by the dissemination of disinformation and misleading information. The misuse of technology and the use of techniques to manage public perception and manipulation are major obstacles to democratic participation, especially in electoral processes. The correct and ethical use of technology in this context is important to ensure the credibility of elections. The positive obligations of states in this context have an important place in ensuring the security and participation of democratic processes. While restrictions aim to prevent the spread of disinformation in electoral processes, they should not affect democratic participation but rather strengthen it. On the other hand, developing technology can create advantages for increasing democratic participation, but it can also pose new risks to elections. The misuse of technology can be used to manage public perception and pave the way for the spread of disinformation. AI-enabled tools are being used effectively in information operations, increasing the risk of manipulating electoral processes. Microtargeting has become a technique used to influence the will of voters by using their personal data. This process raises legal regulations in terms of personal data protection and may jeopardize the security of electoral processes. In this context, the impact of microtargeting on electoral processes poses a serious threat to the fairness and freedom of democratic elections. In this respect, looking at the picture, while the fight against disinformation aims at securing the right of access to accurate and healthy information, it also leads to difficulties in balancing the rights of others and freedom of expression, as individuals become not only consumers but also producers of disinformation. On the other hand, it has been observed that the effects of disinformation are a matter of debate not only on issues related to freedom of expression, but also on the right to access to information, which is a component of it, and on the right to free choice, of which it is the cornerstone. Manipulative interventions in election campaigns and the effects of microtargeting on the will of the electorate with the development of technology have also been addressed through international standards and jurisprudence within the scope of human rights. As a result, the thesis demonstrates with concrete examples that the negative effects of disinformation on democratic discourse and participation cannot be overcome solely through regulation. At the same time, it emphasizes that more effective and sustainable methods of combating disinformation must be implemented through cooperation and transparency among all stakeholders. In this regard, the thesis's conclusion highlights that when evaluating interventions targeting fundamental rights in all areas where disinformation affects democratic discourse and democratic participation, a fair balance between conflicting rights is a common denominator. However, while it is considered important to develop a critical perspective among individuals and to establish information literacy at the basic level, given that disinformation is a phenomenon that cannot be eliminated also through legal regulations, it is concluded that the state's responsibility in combating disinformation is a key element from a human rights perspective, and that the fight must be activated in cooperation with other actors.

Benzer Tezler

  1. Kamuoyunda dezenformasyon yasası olarak adlandırılan yasal düzenlemelerin eleştirel bakışla değerlendirilmesi

    A critical evaluation of the legal regulations referred to as the 'disinformation law' in public discourse

    AYDIN KARABIÇAK

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2025

    İletişim BilimleriAydın Adnan Menderes Üniversitesi

    Medya Ve İletişim Çalışmaları Ana Bilim Dalı

    DR. ÖĞR. ÜYESİ HİCABİ ARSLAN

  2. Kitle toplumunun evrimi: Tarihsel gelişim ve 2000 sonrası göç hareketlerinin dönüştürücü etkisi

    The evolution of mass society: Historical development and the transformative impact of post-2000 migration movements

    COŞKU YÜCEL İKİZOĞLU

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2025

    HukukDokuz Eylül Üniversitesi

    Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı

    DOÇ. DR. ENGİN TOPUZKANAMIŞ

  3. State and civil society relation in Türkiye: The case of women csos

    Türkiye'de Devlet ve sivil toplum ilişkisi: Kadın örgütleri örneği

    TUNA YÜCEL

    Yüksek Lisans

    İngilizce

    İngilizce

    2025

    SosyolojiOrta Doğu Teknik Üniversitesi

    Sosyal Politika Ana Bilim Dalı

    DOÇ. DR. AYÇA ERGUN ÖZBOLAT

  4. Disinformation in the post-truth era: A comparative analysis of the European Union, Türkiye and Brazil's instruments and practices for combating online disinformation

    Hakikat sonrası çağda dezenformasyon: Avrupa Birliği, Türkiye ve Brezilya'nın çevrim içi dezenformasyonla mücadeleye yönelik araç ve pratiklerinin karşılaştırmalı analizi

    İREM ŞARDAŞLAR

    Yüksek Lisans

    İngilizce

    İngilizce

    2025

    HukukAnkara Üniversitesi

    Latin Amerika Çalışmaları Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. BESİME PINAR ÖZDEMİR

  5. Avrupa Birliği'nin normatif dış politika aktörlüğü bağlamında dijital diplomasi: Yeni fırsatlar ve zorluklar

    Digital diplomacy in the context of the European Union's normative foreign policy activity: New opportunities and challenges

    BETÜL ERDOĞAN

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2025

    Siyasal Bilimlerİstanbul Ticaret Üniversitesi

    Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı

    DR. ÖĞR. ÜYESİ KAMALA VALİYEVA