Geri Dön

Batı'da egemenlik kavramının gelişimi ve eski Türk egemenlik anlayışı

The Development of sovereignty in the west and the thought of sovereignty in ancient Turk

  1. Tez No: 72414
  2. Yazar: AYBARS PAMİR
  3. Danışmanlar: PROF. DR. GÜLNİHAL BOZKURT
  4. Tez Türü: Yüksek Lisans
  5. Konular: Hukuk, Law
  6. Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
  7. Yıl: 1998
  8. Dil: Türkçe
  9. Üniversite: Ankara Üniversitesi
  10. Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Belirtilmemiş.
  13. Sayfa Sayısı: 129

Özet

ÖZET“Egemenlik”,“Ülke”ve“İnsan Topluluğu”ile birlikte devletin kurucu unsurları arasında yer almaktadır. Bu kavram, bir ülkedeki insan topluluğunu yöneten ve kendinden daha üstününü tanımayan bir gücü ifade etmektedir. Siyasî iktidar, bu açıdan en kapsamlı ve en üstün olmak zorundadır. Ayrıca hukuksal varlığını koruyabilmesi için de zor kullanma yetkisine sahip olmalıdır. Şüphesiz siyasî iktidarın meşru ve tek olması da gerekmektedir. Tarih boyunca, bu özelliklere sahip değişik otorite tipleri ortaya çıkmıştır. Max Weber, bu otorite tiplerini üç gruba ayırmıştır: Bunlardan Geleneksel Otorite'de iktidarın kaynağım gelenekler ve yerleşik inançlar oluşturmaktadır. Karizmatik Otorite, önderin doğuştan sahip olduğuna inanılan olağanüstü niteliklerinden doğmakta, Hukuksal Otorite'de ise iktidarın kaynağı akıl ve kurallardan meydana gelmektedir. Egemenliğin kaynağı konusunda araştırma yapan ilk teoriler teokratik nitelikte olup, onu gökyüzünde, Tanrı'da ya da kutsal şeylerde aramışlardır. Aslında kuruculuğunu ve en büyük savunuculuğunu ünlü Fransız hukukçu Jean Bodin'in yaptığı“Klâsik Egemenlik Teorisi”nde de bu nitelik göze çarpmaktadır. Bodin, iktidarın kaynağının ilâhî olduğunu savunmuş ve egemenliği Tanrı adına kralın kullandığı tezini ileri sürmüştür. Bu görüşlerle,“Mutlak”,“Sürekli”,“Bölünemez”ve“Devredilemez”bir egemenlik fikri siyasî arenaya getirilmiştir. 18. yüzyılın sonlarından itibaren ise“Millî Egemenlik Teorisi”ağırlık kazanmaya başlamışın-. Bu teorinin savunuculuğunu yapan Jean Jacques Rousseau'nun görüşleri, hükümdarların mutlak egemenliğine son vererek“Millet”kavramım ön plâna çıkarmıştır. Şüphesiz teokratik teorilerden“Millî Egemenlik Teorisi”ne uzanan süreçte, egemenliğin kaynağı üzerine daha pek çok görüş ortaya atılmıştır. Örneğin Althusius, egemenliğin aslında tek beden halindeki halka ait olduğunu kabul etmekle beraber halkın, onun kullanılmasını krala devretmiş olduğu görüşünü savunmuştur.Hugo Grotius, insanların siyasal sözleşme ile seçmiş oldukları yöneticileri egemenliğin sahibi olarak görmüş ve bunların iktidarını sınırsız ve mutlak olarak kabul etmiştir. Thomas Hobbes, tabiat halinde iken sonsuz hür ve eşit olan, ama bu sebeple de büyük bir kuralsızlık ve düzensizlik içinde yaşayan insanların, kendi aralarında yaptıkları“Sosyal Sözleşme”ile devleti meydana getirdiklerini savunmuştur. Hobbes'a göre, bu şekilde oluşan devletin mutlak, sınırsız, sürekli ve bölünmez bir egemenliğe sahip olması gerekmektedir; zira Hobbes için önemli olan, yeniden anarşinin hüküm sürdüğü tabiat haline geri dönülmemesidir. Bu sebeple de“Sosyal Sözleşme”ile kurulan devlete, toplumun yönetilmesinde en geniş yetkilerin verilmesi şarttır. Devlete karşı kullanılabilecek bir ihtilâl hakkından ise asla söz edilemez. John Locke da, temelde görüşlerini“Sosyal Sözleşme”esasına dayandırmıştır. Ona göre insanlar, tabiat halinde doğa yasasının sınırları çerçevesinde yetkin bir yaşam sürebilmekteydiler. Bu yaşamın tek sakıncası, doğa yasalarım çiğneyen insanlara yaptırım uygulayabilecek bir makamın olmayışıydı. Suçtan zarar gören insanların aynı zamanda yargıç durumunda olmaları büyük bir sakıncaydı. İşte; aslında özgür, eşit ve barış içinde yaşanılan doğa durumundan çıkılmak istenmesinin yegâne sebebi buydu. Locke, insanların toplumsal sözleşme ile, tabiat halinde iken sahip oldukları yargılama, cezalandırma ve diğer siyasal haklarım, egemen kıldıkları devlete devrettikleri görüşünü savunmuştur. Ancak Locke'un devleti, Hobbes'un devletinin tersine mutlak değil, sınırlı bir devlettir. Locke, görevim yapmayan devlete karşı halka ihtilâl hakkını vermekte, bir yandan da devletin erklerini birbirinden ayırmaktadır. Egemenliğin kaynağı ile ilgili olarak Batı'da ileri sürülen bu fikir ve düşüncelerden hiçbirinin Türk devletlerinin sosyal ve düşünsel tarihinde yer almadığı görülmektedir. Bunun sebebi, yönetici ailelerin Tanrı'dan aldıklarım belirttikleri yönetim haklarım (kutlarını) Türk toplumuna kayıtsız şartsız kabul ettirmiş olmaları ve halkın da bunu mutlak bir olgu olarak kabul ederek yüzyıllar boyu yöneticilerinin buyruklarına itaat etmeleridir. Gerçekten de, tüm eski Türk toplumlarında, egemenliğin Gök Tanrı 107tarafından topluluk içindeki bir aileye verildiğine inanılmıştır. Devlet, böylece o ailenin ortak malı haline gelmektedir. Ailenin erkek üyelerinin hepsinin de devleti yönetmede eşit hakkı bulunmaktadır. İçlerinden birisi kağan seçilse bile, aslında hepsi de kanun koyma ve ülkeyi yönetme hakkına sahiptir. Bu kişiler, büyük hanın (kağanın) kendilerine bıraktığı topraklan oldukça serbest bir biçimde yönetebilmektedirler. Böylece, kağan seçimi yapıldıktan sonra ailenin diğer erkek üyeleri, imparatorluğun değişik bölümlerinin başına yönetici olarak getirilmektedir. Bu bölümlemenin, ülkenin idaresini büyük ölçüde kolaylaştırdığı görülmektedir. Ayrıca söz konusu usulün, kağana karşı çıkabilecek bir ayaklanmaya meydan verilmemesi ya da kağanın ölümünde oğullan arasında çıkabilecek taht kavgalarının önlenmesi amacına hizmet ettiği de söylenebilir. İmparatorluğun hanedanın erkek üyeleri arasında taksim edilmesi usulü, eski Türkler'de“Çifte Hükümdarlık”kurumunun bulunup bulunmadığı sorusunu akla getirmektedir. Bu soruya olumsuz cevap vermek gerekmektedir; zira eski Türkler'de birbiriyle eşit yetkilere sahip çifte hükümdarların yönetimi hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Türkler'de, ya sağ-sol yönetim bölümlemesinin üzerinde tek bir kağan yer almış ya da bu bölünmede kağanlardan biri diğerine üstün tutulmuştur. Eski Türkler'de, hanedanın egemenlik hakkına aynı ölçüde sahip sayılan erkek üyelerinden hangisinin kağan yapılacağı meselesi büyük bir belirsizlik göstermektedir. Kağan seçiminde kimi zaman değişik usuller uygulanmışsa da, bunların hiçbirisi bir kural haline getirilememiştir. Esas olarak taht Gök Tanrı'nın takdirine bırakılmış, Tanrı iradesinin, seçtiğine kuvvet ve basan verdiğine inanılmıştır. Durum böyle olunca, uygulanmak istenen bütün adet ve teamüller hükümsüz kalmakta ve hanedandan biri kağanlığı şu veya bu şekilde eline geçirdikten sonra onun meşruiyeti, artık hukukî açıdan bir problem olmaktan çıkmaktadır. Ancak yine de, eski Türkler'de kağanın seçiminde uygulanan dört ayrı usule değinmek gerekmektedir: irsiyet Usulü'nde, kağanın Gök Tanrı'nın Kut vermiş olduğu ailenin soyundan gelmesi şart koşulmaktadır. Bu şart yerine getirilmek koşuluyla en büyük oğulun (primogenitus) 108ya da hanedanın en yaşlı üyesinin (senioratus) kağan yapılabilmesi mümkün görülmektedir. Fetih (Potlaç) Usulü, daha ziyade boy ve il kademesinde iktidarın intikâlini sağlayan bir örfî hukuk kurumu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu usulde, üstünlük kazanmak isteyen bir boy beyi, dostluk kurmak istediği bir başka boyun beyine ziyafet vermekte ve mal yağmalatmaktadır. Hangi bey daha üstün bir ziyafet verir ve mal yağmalatırsa, onun diğerine göre sosyal statüsü yükselmekte ve bu şekilde beyler arasında astlık üstlük ilişkisi kurulmaktadır. Kooptasyon Usulü'nde hükümdar, sağlığında kendisinden sonra saltanat sürecek olan kimseyi belirlemektedir. Bu usulün en büyük faydası, veraset sisteminden doğabilecek taht kavgalarının önlenmesidir. Aynı şekilde, devletin iki veya daha çok bağımsız alana ayrılarak parçalanmasının da önüne geçilmek istenmektedir. Seçim Usulü ise, yeni kağan seçilebilme yeteneğinde birinin kalmaması veya mevcut kağanın ülkeyi yönetmede, savaşlarda basan gösterememesi, iyi töreler koyamaması ve halkına refah temin edememesi gibi durumlarda, Kurultay'ın yeni kağanı belirlemesi esasına dayanmaktadır. Şüphesiz Kurultay'ın, kağan seçiminin onaylanmasının yanısıra önemli devlet meselelerinin görüşülmesi, yeni törelerin konulması, er ve hayvan sayımlarının yapılması, düşman devletlere savaş açılması ya da onlarla barış yapılması gibi daha pek çok önemli görevi de bulunmaktadır. Bu usullerden birine uygun olarak başa geçen kağanın, sahip olduğu Kut sayesinde devletin en yüksek ve güçlü organı olarak bulunduğu, bu sayede de çok geniş bir hareket serbestisine sahip olduğu görülmektedir. Bir defa kağan, eski Türk toplumunun en yüksek askerî şefi pozisyonundadır. Bunun yanısıra en yüksek yargıçtır. Kağan, ayrıca yasama gücünün de sembolüdür. Devlet kuran ve yöneten her kağan, mutlaka bir yasa (töre) hazırlamak zorundadır. Eski Türk devletlerinde yasa, iki şekilde daha ortaya çıkabilmektedir: Bunlardan biri kurultaylarda verilen kararların töre olarak kabul görmesidir. Yasa, halk içinde, yavaş yavaş ve kendiliğinden de oluşabilir. Bu son halde 109oluşan hukuka“Yosun Hukuku”adı verilmektedir. Her ne şekilde ortaya çıkarsa çıksın, yasaya (=töreye), hükümdar dahil herkesin uyması esastır. Görüldüğü üzere, kağanın toplumu keyfî bir biçimde yönetebilmesi mümkün görülmemektedir. Kağanın diğer yetkileri ise, vergi toplamak, düşman milletlere savaş açmak, onlarla barış yapmak ve yabancı devletlerin elçilerini kabul etmektir. Türk kağanları, egemenliklerini Gök Tanrı'dan aldıkları tezini yabancı ülkelere karşı da sürekli ileri sürmüşlerdir. Bu, onların Gök Tanrı'nın yalnızca kendi uluslarını koruduğu ve bütün dünyaya egemen kıldığı inancına dayanmaktadır. Söz konusu inanışa göre, yeryüzü bir bütün olarak görülmekte ve insanların da tek bir kitleden ibaret bulunduktan kabul edilmektedir. Bunların hepsinin üzerinde de Türk kağanı yer almaktadır.“Dünya Egemenliği Anlayışı”, bu şekliyle eski Türkler'de ulus olma bilincinin erken uyanmasında rol oynamıştır, denilebilir. Bu arada kağanın egemenliğinin meşru olması da gerekmekte; bu ise, kağanlık seçiminin kurultayca onaylanması ile sağlanabilmektedir. Kurultay, yeni seçilen kağanın hanedana mensup olup olmadığını ve kanının temizliğini araştırmakta, sonuçta da onun erkinin Gök Tanrı'dan geldiğini belirleyerek bu seçimi onaylamaktadır. Ancak kağanın egemenliğinin meşru olarak kabul görebilmesi için yalnızca kurultayın onayı yetmemekte, aynı zamanda onun, hükümdarlığı süresince bütün görevlerini eksiksiz bir biçimde yerine getirmesi ve törelere de uygun hareket etmesi gerekmektedir. Bunlar yapılmadığı takdirde halkın, hanedanın diğer üyeleri ile birleşip kağanı tahttan indirebilmesi mümkündür. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, başkaldırmanın sadece kağana karşı yapılmış olmasıdır; yoksa o hanedana karşı değil. Nitekim kağan tahttan indirildikten sonra, yerine yine aynı hanedandan bir başkası kağan yapılmaktadır. Ancak, çok ender de olsa asî bir kabile reisinin ya da büyük bir devlet memurunun, o an başta bulunan hanedanı devirerek egemenliği eline geçirebildiği de görülmüştür. Fakat bu durumda onun egemenliği meşru olarak kabul edilmemiştir. 110Kendisine Gök Tanrı tararından Kut verilen kağanın, ülke ve milletini koruyup huzura kavuşturabilmesi için yerine getirmesi gerekli bazı görevleri bulunmaktadır. Kağan, bunun yanısıra baza üstün vasıflara da sahip olmak zorundadır. Onun en önde gelen görevi,“Devletin Birliğini Sürdürmek ve Korumak”tır. Eski Türk devlet anlayışı, sürekli içten ve dıştan gelen parçalanma tehditlerine karşı devleti koruma düşüncesi etrafında döndüğü için, devletin en üst makamını işgal eden kağan açısından bu görevin önemi fazlasıyla ortaya çıkmaktadır. Kağanın diğer görevleri, bu temel görevi bütünleyici bir rol oynamakta ve toplumda huzur ve güvenliğin sağlanması amacına hizmet etmektedirler. Söz gelimi“Toplumda barış ve sükûnun sağlanması”,“Millet için aralıksız hizmet edilmesi”,“Memleketin ve halkın düzene sokulması”,“İyi kanunlar yapılması ve bunların adaletle tatbik edilmesi”,“Asker toplanması ve onların mutlu edilmesi”ve“Yeni töreler meydana getirmesi ve ülke sorunlarını tartışması için kurultayların toplanması”gibi görevlerde bu amaçlan sezinleyebilmek mümkündür. Söz konusu görevler, eski Türkler hakkında doğrudan kaynak olma özelliğini gösteren“Orhun Yazıtları”ve“Kutadgu Bilig”de oldukça detaylı bir biçimde kaleme alınmışlardır. Bu kaynaklardan Orhun Yazıtları'nda, Bilge Kağan'ın yer yer, görevlerini ne derece yerine getirdiğine dair halkına hesap verdiği görülmektedir. Bilge Kağan, ayrıca toplumda birlik ve beraberliğin sağlanmasının önemine dikkat çekmekte ve bunu bozmaya çalışan Çin Devleti'ne karşı halkım uyarmaktadır. Toplumda çok önemli bir karizması bulunan kağanın, aynı zamanda bazı üstün vasıflara da sahip olması gerekmektedir. Orhun Yazıtları ve Kutadgu Bilig, bu vasıfların gösterildiği önemli bilgileri içermektedirler. Ama, mevcut durumdan çok idealleştirilmiş bir Türk toplumunu anlatmaya çalışan Kutadgu Bilig'de, konuyla ilgili daha detaylı bilgilere rastlanmaktadır. Eser, kağanda“bilge”olmaktan“dürüstlüğe”,“asil soylu”olmaktan“cesaretli ve kahraman”olmaya,“tedbirli ve uyanık”olmaktan“sabırlı”olmaya veya“affedici”olmaya; hatta“güler yüzlü, yakışıklı, saçı sakalı düzgün ve orta boylu”olmaya varan çok değişik vasıflan aramış ve onu doğru davranış kalıplama sokmaya çalışmıştır. Kutadgu Bilig'de yer alan beyitlerde dünya hayatının, zenginliğin ve beyliğin geçici olduğu sık sık vurgulanarak kağanın ilgisi, memleket işlerinde yoğunlaştırılmakistenmiştir. Öyle ki, kağanın sık sık dünya işlerinde dikkatli olmaya davet edildiği görülmektedir. Aksi halde halkının ona duyacağı güvenin sarsılacağı ve kendisinin toplumdaki itibarının zedeleneceği, ayrıca dünyada yaptığı işlerden Tanrı'ya hesap vereceği fikri sürekli olarak işlenmiştir. Bütün bunlar, kağanın halkı ile bütünleşmesinin ve toplumda birlik ve beraberliğin sağlanmasının temelini oluşturmaktadır. Bu noktada kağanın görevleri ve sahip olması istenilen niteliklerinin birbirlerinin tamamlayıcısı oldukları görülmektedir. Eski Türkler'deki egemenlik anlayışı, M.Ö. 24. yüzyıldan Osmanlı Devleti'nin fiilen yıkılış tarihi olan 191 8'e kadar (I. ve II. Meşrutiyet dönemlerindeki anayasal kısıtlamalar hariç olmak üzere) Batı'daki gelişmelerden hemen hiç etkilenmeden eski Türk toplum ve kültüründeki yerini almıştır. Bu anlayış, Weber*in sınıflamasındaki“Geleneksel Otorite”grubuna dahil edilebilmektedir. Gerçekten de, bu otorite tipinde iktidarın kaynağı gelenekler ve yerleşik inançlar olmaktadır. Yönetilenler, iktidarı ellerinde bulunduran yöneticilerin emirlerine itaat etmeyi bir görev saymaktadırlar. Bu tanımlama, eski Türkler'deki egemenlik anlayışına tıpatıp uymaktadır. İslâm Hukuku bile, bu anlayışın izlerini tamamen ortadan kaldıramamıştır. Cumhuriyet dönemi ile birlikte ise çok büyük bir değişikliğe gidilerek“Millet Egemenliğine dayalı bir rejimin kurulduğu görülmektedir. ”Millet Egemenliği“, gelişimin son halkası olarak en mükemmeli yakalamış durumdadır. Bu sebeple çalışmamız, eski Türkler'deki egemenlik anlayışım ”Millet Egemenliği"ne giden yolda bir kilometre taşı olarak incelemekte, ama asıl önemlisi Cumhuriyet'in toplumumuza ve siyasî hayatımıza getirdiği büyük katkıyı gözler önüne sermeyi amaçlamaktadır. 112

Özet (Çeviri)

ABSTRACT“Sovereignty”is one of the basic elements of state with“Territory”and“Population”. It means a power, which manages the people in a country but doesn't accept any powers over itself. Political power must be the most comprehensive and the most superior. In addition to this, it must have the power of using force to continue its juridical existence. Of course, it must be legal and unique. During history, different kinds of authority types, which had these features, were seen. Max Weber divided them into three groups: The source of political power is“Traditions”according to the“Traditional Authority”,“Extraordinary Features of the Sovereign”according to the“Charismatic Authority”and“Reason and Laws”according to the“Juridical Authority”. The former theories, which researched the source of sovereignty, were theocratic and looked for it in God or in the sacred things. The French jurist Jean Bodin's“Classical Sovereignty Doctrine”was theocratic, too. According to Bodin, the source of the political power was divine and the king used the sovereignty in the name of God. Bodin brought an“Absolute”,“Continuous”,“Indivisible”and“Untransferable”idea of sovereignty into the political area. By the end of the 18th century,“National Sovereignty Doctrine”became the most popular. Jean Jacques Rousseau, who represented this doctrine, accepted the sovereignty of the“Nation”, but not of the“Absolute Monarchs”. Of course, between the theocratic theories and the“National Sovereignty Doctrine”, there were a lot of ideas about the source of sovereignty. For example; according to Althusius, the owner of sovereignty was the unique public. But they transferred its using to the king. Hugo Grotius realised the governors, who the people elected with the“Social Contract”, had sovereignty. He also considered that their power was“Infinite”and“Absolute”.According to Thomas Hobbes, the people, who were much free and equal in the“Natural Life”, made the state with the“Social Contract”. As they were in a mess and a lawless order, they wanted to leave this situation and gave the state an“Absolute”,“Infinite”,“Continous”and“Indivisible”sovereignty. Hobbes didn't want the people to go back to the“Natural Life”again, which they had lived in an anarchic order. So, he didn't give the people the right of revolution, which can be used against the state. John Locke basicly predicates his ideas to the“Social Contract”, as Grotius and Hobbes. According to Locke, in the“Natural Life”, people lived in a perfect order but there weren't any powers, which could put the sanctions into practice against the people, who violated the natural laws. The aggrieved people were also the judge of the same offense. So, the people wanted to leave this kind of life and gave the state their judging, punishing and other political rights. Locke's state was not an absolute one as the state of Hobbes. Locke's was a limited one. He gave the right of revolution against the state, which didn't work, well, and separated its powers from each other. Any of these ideas, which have been explained above, did not effect the social and the ideal structures of ancient Turkish states. Because, Turkish administrators dictated then- sovereignty to the public and of course, the public obeyed the governors' imperatives with no reservations, for centuries. In fact, in all ancient Turkish states, the sovereignty was believed that had been given a family in the public, by God. The country was accepted the property of this family. All of the male members of it had equal rights in administrating the state. Even one of them had been elected as khan, in fact, all of them had the right of managing the state and legislating. They could manage their countries freely, which the khan had given to them. Dividing the main country into pieces made the administrating of the state easier. In addition to this, it became impossible to remonstrate against the khan and the fights among the sons of the khan for throne could be prevented in this way. In spite of dividing of the Empire among the princes, it cant be said that, there was a“Couple Sovereignty”in ancient Turks. Because, either there was a unique khan over the dividing of right and left, or one of the khans was more powerful than the other. 114Electing the khan in ancient Turks was a big problem. Because, every male member of the dynasty had the right of administrating the state. Turks used four different kinds of systems in electing the khan. But none of them became an absolute rule. Getting the throne depended on the destiny of God. However; it is necessary to mention these systems: In the“Family System”, khan must be from the lineage of the dynasty. The oldest son (primogenitus) or the oldest member of the dynasty (senioratus) can be the khan, according to the“Family System”. The second one, which is called“Conquest System”, very often provides the passing of sovereignty in the grade of tribal life, but not in the empire order. A tribe master, who wants to get an authority upon the other tribes, gives feasts to another tribe masters and lets them pillage his own properties. Thus, the one, who gives better feasts and lets the other tribes pillage his properties, sublimates his social status. In the third system (it is called“Kooptasyon”in Turkish language), khan chooses the person, who will be the next sovereign, when he is alive. Here, any fights for throne among the princes and disintegration of the state are wanted to prevent. The last system is called“Election System”. Sometimes, there aren't any people in the dynasty, who have enough features to be khan or the khan is not successful to manage the state, or he cannot prepare good laws, or his people are not in welfare. In these situations, the“Assembly”determines the new khan. The“Assembly”has got some other duties apart from this, too. For example; it discusses some important state problems and makes decisions, legislates new laws, makes countings the soldiers and the animals of the state, decides wars against the enemies or peaces with them. The khan, who gets the power of administrating the state in one of these ways, is the highest and the strongest power of the state. First, he is the highest military chief. He is also the first judge and the symbol of the legislating power. The khan, who founds and 115manages the state, must prepare new laws. In the ancient Turks, laws can be made in three ways. One of them is by the khan. In the second way, the“Assembly”prepares them. But the most common way of forming the laws is in the public life, very slowly that, it is called“Yosun Law”. The public and khan must obey the laws, every time. He cannot manage his country arbitrarily.“Gathering the taxes”,“deciding to war with the enemies or making peace with them”and“recepting the ambassadors”are among the authorities of khan, too. Turkish khans allaged to the foreign countries that, sovereignty had been given to them, by God. Because, they believed that, God only saved their nations and made them the sovereign of the world. According to this idea, the World and human beings were unique and khan was placed at the top of them. This idea took a big role about the early acceptance of being a nation. By the way, the sovereignty of khan must be legal, too. For this, the“Assembly”must approve the choosing of khan and research, whether the khan belongs to the dynasty and his blood is clean. But it is not only enough approving of the“Assembly”for accepting the sovereignty of the khan as legal, khan must also do all his work, perfectly and obey the laws and traditions, completely. Otherwise, public may get together and end the sovereignty of him with the other members of dynasty. But the revolt is only against the khan, but not the dynasty. By the way, it's rarely possible that, a tribe chief or an important civil cervant may end the dynasty or get the sovereignty. But this time, his authority is considered an illegal one. The khans have some important duties to be done to defend the country and the nation and provide welfare to them. They must also have some special features. Their first duty is defending and being continued the union of the State. Ancient Turks are always face to face in splitting the state off, by the inner and the outer forces. The other 116duties of them complete this main duty. For example;“keeping peace in public”,“working for public without interruption”,“disciplining the public and the countryM, ”preparing useful laws and practicing them equitably“, ”joining the men into army and giving their needs“ and ”calling the members of the assembly to make new rules and discussing the problems of the state“. These duties are mentioned in detail, in the ”Orhun Inscriptions“ and ”Kutadgu Bilig“, which are direct sources about ancient Turks. In the ”Orhun Inscriptions“, Bilge Khan feels himself responsible about his duties against the Public. He also warns them against China, which always tries to put Turks into trouble. The ”Orhun Inscriptions“ and ”Kutadgu Bilig“ also include different kinds of features of the khan. But Kutadgu Bilig has more details. For instance; the khan must be honest, sophisticated, occupant, brave, hero, provident, awake, patient and even handsome, of medium height and cheerful. Kutadgu Bilig underlines that; life, wealthy and sovereignty are not eternal. So, the khan must consantrate all his interest on the duties of his state. Otherwise, public's trust to khan will decrease and also he will be responsible from his mistakes against God. The idea of sovereignty in ancient Turks lasted from the 24th century AX. to 1918 B.C. (In 1918, Ottoman Empire collapsed.) without any influence of the developments in the West. (Except the constitutional developments in the terms of the first and the second ”Limited Monarchy“.) It can be considered in the ”Traditional Authority“ according to Weber. In fact, the source of the authority is traditions in ”Traditional Authority“. Public thinks that, obeying the rules of the khan is their main duty. This description is almost the same with the idea of sovereignty in ancient Turks. Even ”Islamic Law“ could not erase the influences of this idea, completely. By the Republic, a regime, which depends on the ”Sovereignty of Nation“ has been founded. The ”Sovereignty of Nation“ has caught the most perfect, as the last ring of the develepment. So, our thesis aims to scan the idea of the sovereignty in ancient Turks in the way that goes to the ”Sovereignty of Nation" as a 117kilometer stone. It also underlines the reforms, which our Republic has brought into our society and the life of our policy. 118

Benzer Tezler

  1. Yeni milliyetçi ideoloji olarak ulusalcılık: İzmir örneği üzerinden ulusalcıların duygularının analizi

    Ulusalcilik as a new nationalist ideology: Analysis of the emotions of ulusalcis through the case of Izmir

    GÜNCE SABAH ERYILMAZ ERDAMAR

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2024

    Siyasal BilimlerGalatasaray Üniversitesi

    Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. HÜSEYİN ÖZGÜR ADADAĞ

  2. М.хайдеггердин көркөм чыгармачылыктын маңызы тууралуу концепциясы

    M. Heidegger'de sanatın özü anlayışı

    GÜLZANA İLİPAEVA

    Yüksek Lisans

    Kırgızca

    Kırgızca

    2023

    FelsefeKırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi

    Felsefe Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. CAMGIRBEK BÖKÖŞOV

  3. Yenileşme sürecinde laiklik

    Secularism in The Turkish modernisation period

    SAHRA GÖREN

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2001

    Türk İnkılap TarihiHacettepe Üniversitesi

    Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Ana Bilim Dalı

    DR. M. DERVİŞ KILINÇKAYA

  4. Çeviri dersinde yapılaşma (uygulama sorunları-yöntem önerileri)

    Strukturierung im übersetzungsunterricht (probleme der praxis-vorschlage zur methodik)

    A. TURGAY KURULTAY

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    1989

    Eğitim ve Öğretimİstanbul Üniversitesi

    Alman Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı

    PROF.DR. ŞARA SAYIN

  5. Ruh hastalığının kültürlerarası özellikleri

    Crosscultural aspects of mental disorders

    SELÇUK CANDANSAYAR

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2000

    AntropolojiHacettepe Üniversitesi

    Antropoloji Ana Bilim Dalı

    DOÇ. DR. SERPİL ALTUNTEK