Geri Dön

The role of Internally Displaced People (IDPs) in securitization in Azerbaijan's Nagorno-Karabakh policy

Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ politikasında Yerinden Edilmiş Kişilerin (YEK) güvenlikleştirmedeki rolü

  1. Tez No: 776575
  2. Yazar: ARZU TURGUT
  3. Danışmanlar: DOÇ. DR. ALİ FAİK DEMİR
  4. Tez Türü: Doktora
  5. Konular: Uluslararası İlişkiler, International Relations
  6. Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
  7. Yıl: 2022
  8. Dil: İngilizce
  9. Üniversite: Galatasaray Üniversitesi
  10. Enstitü: Sosyal Bilimler Enstitüsü
  11. Ana Bilim Dalı: Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı
  12. Bilim Dalı: Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı
  13. Sayfa Sayısı: 478

Özet

Bu çalışmada, Azerbaycan ve Ermenistan arasında henüz Sovyetler Birliği çözülmeden önce ortaya çıkan Dağlık-Karabağ sorununun güvenlikleştirilme süreci incelenmekte ve bu süreçte yerinden edilmiş kişilerin rolü araştırılmaktadır. 1988- 1994 yılları arasında yaşanan çatışmada, Dağlık Karabağ ve çevresindeki Ermenistan tarafından işgal edilen yedi bölgeden Azerbaycan'ın farklı şehirlerine kaçmak zorunda kalmak suretiyle bu insanlar, bu çalışmanın belkemiğini oluşturan bir statüye kavuşmuştur: Yerinden edilmiş kişiler (YEK). Birleşmiş Milletler'in (BM) Ülkesinde Yerinden Edilmiş Kişilere İlişkin Kılavuz Ülkeler'e göre bu insanlar, mültecilerle aynı uluslararası hukuk kurallarına tabi değildir ve aynı hak ve sorumluluklara sahip değildir. Onlar, kendi ülkeleri sınırları içerisinde göç etmek zorunda kalmışlardır ve hükümetlerinin kendilerine gerekli yardım ve koruma sağlama sorumluluğu vardır. Mültecilerin, genellikle savaşla ilişkilendirilen bir kırılma noktasından sonra bir başka ülkede devam eden bir hayatları vardır. YEK'ler ise silahlı çatışma, yaygın şiddet, insan hakları ihlalleri ve insan eliyle ya da doğal sebeplerle gerçekleşen felaketler dolayısıyla bulundukları ülke sınırları içinde zorla yer değiştirmiş kimselerden oluşmaktadır. Literatürde mülteciler ve mültecilerin güvenlikleştirme süreci ile ilgili oldukça fazla çalışma var iken YEK'lere daha az değinilmektedir. YEK'ler, çoğunlukla mültecilerle karıştırılmakta ve bazı özel ihtiyaç ve güvenlik taleplerine gereken önem verilmemektedir. YEK'lerin güvenlikleştirme konsepti bağlamında incelendiği çalışmalara ise nadiren rastlanmaktadır. Aslına bakılır ise bu kişiler, bulundukları ülkenin vatandaşları olmaya devam ettikleri için gerek askeri, gerek siyasi, gerekse de toplumsal, ekonomik ve hatta çevresel güvenlik sektörlerinin her birinde güvenlikleştirme öznesi olarak yer almaktadır. Ancak bağlama ve siyasi iradeye bağlı olarak güvenlikleştirme sürecinde üstlendikleri roller değişebilir. Bu bağlamda çalışma, daha az değinilen bir dezavantajlı grup olan YEK'leri güvenlikleştirme kuramı çerçevesinde ele almakta ve literatüre önemli bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. Çalışma, mevcut literatürde yaygın olarak, realist varsayımlardan yola çıkarak askeri güvenlik bağlamında ele alınan bir konu olan Dağlık Karabağ çatışmasını tarihsel, kültürel ve hukuki özellikleriyle bir bütün olarak ele almaktadır. Bu bütüncül yaklaşım, sorunu sadece tespit etmekten ziyade onu derinlemesine anlamayı ve yorumlamayı içermektedir. Soruna sebep olan bazı tarihsel gerçeklikler ve düşmanlıkları/yanlış algılamaları ve ötekileştirme çabalarını görmezden gelmeden bunların kökenlerini anlamaya çalışmaktadır. Böylece bundan sonraki çalışmalarda çözüm için de bir perspektif sunmayı amaçlamaktadır. Bu bakımdan tez, yukarıda bahsedildiği üzere realist paradigmanın sınırlamalarının ötesinde, konstrüktivist bir terim üzerinden meseleyi analiz etmeye çalışmaktadır. Pozitivizm ve post pozitivizm tartışmasında kendini orta noktada konumlandıran konstrütivist bakış açısından kaleme alınan bu tez, tarihsel olaylara verdiği önem, kimlikle ilişkili öğelere yaptığı vurgu ve özneyi anlama çabası nedeniyle bu yelpazede eleştirel düşünceye yakın durmaktadır. Kimlik tartışmalarının yoğun olduğu ve tarihsel düşmanlıkların hüküm sürdüğü etnisite-toprak temelli bir çatışmayı objektif bir gözle analiz etmede araştırmacıya oldukça zorlu bir görev düşmektedir. Konunun güvenlikleştirilme boyutu da analize dahil edildiğinde araştırmacının sorunlara yaklaşırken ahlaki ve etik ilkeler üzerinden hareket etmede daha özenli ve hassas davranması gerekmektedir. Bunu başarabilmek için çalışma boyunca ele alınan her konu başlığında Azerbaycanlıların ve Ermenilerin görüşleri eşit ve adil bir şekilde sunulmaya çalışılmıştır. Çalışmadaki terimler ya da tarihsel veriler araştırmacının tercihine bağlı olarak değil, konunun daha iyi anlaşılmasına hizmet etmek için ve literatürde yer verilme yaygınlığına bağlı olarak kullanılmıştır. Çalışma genelinde niceliksel veriler ve niteliksel veriler birbirlerini desteklemek ya da doğruluğunu sorgulamak amacıyla kullanılmıştır. Örneğin, YEK'lerin sayıları başta olmak üzere bu coğrafyada gerçekleşen nüfus hareketleri konusunda farklı rakamlara ulaşıldığında söz konusu veriler karşılaştırma yapılmasına imkan verecek şekilde bir arada sunulmuştur. Benzer bir durum, üzerinde çok fazla anlaşmazlık olan, genellikle niteliksel verilere dayanan meseleler için de geçerlidir. Bu meseleler söz konusu olduğunda tarafların argümanları karşılaştırmalı olarak verilmiş ve okuyucunun çapraz okuma yapması sağlanmıştır. Taraflar arasında sıklıkla uzlaşmazlık konusu olan ve en çok çarpıtılan konular, aslında güvenlikleştirme söylemine en fazla maruz kalan konulardır. Dolayısıyla bu durum bile çatışmanın, anlaşmazlık noktaları üzerinden tehdit ve düşmanlık söylemlerini artırarak en üst düzeyde güvenlikleştirildiğinin kanıtı olarak gösterilebilir. Çalışmada teorinin uygulanması bir vaka incelemesi üzerinden gerçekleştiği için öncelikle kavramlar (güvenlikleştirilme ve yerinden zorla edilme) detaylı bir şekilde araştırılmış ve hatta bu iki konuya bir bölüm ayrılmıştır. Bunun yanısıra teoriye yönelik eleştiriler titizlikle incelenerek benzer eleştirilerin Dağlık Karabağ meselesinin güvenlikleştirilmesinde de söz konusu olup olmadığı irdelenmiştir. Liderlerin konuşma metinleri incelenmiş ve bunların güvenlikleştirme sürecine etkisi sorgulanmıştır. Güvenlikleştiren liderlerin açıklamalarında sıklıkla vurguladıkları olay ya da olgular üzerinden tarihsel düşmanlık temaları, gerçek ya da algılanan tehditler ve ötekisi için geliştirilen stereotipler anlaşılmaya çalışılmıştır. Dağlık Karabağ meselesi, Rusların bölge üzerinde yüzyıllar süren etnisite ve toprak temelli politikalarının, tarihsel dinamiklerin ve politik kültürünün bir parçası olarak yüksek derecede güvenlikleştirilmiş bir etnik çatışmadır. Sovyetlerin böl ve yönet politikası, milliyetler politikası ve Sovyetleştirme çabaları, Birliğin çözülmesinin ardından bağımsızlığını kazanan devletlerin iç güvenlik sorunlarındaki çözümsüzlükte kendini göstermeye devam etmektedir. Dağlık Karabağ'da tarihsel ve siyasi olarak sorunların oluşumunda ve köklenmesinde bu denli önemli rol oynayan Rusya'ya sorunun barışçıl çözümüne ilişkin verilen rol ironik görünmektedir. Dağlık Karabağ çatışması sayesinde Rusya, bağımsızlıktan sonra bile hem Azerbaycan'ı hem de Ermenistan'ı sorunun çözümü konusunda kendine bağımlı kılmaya çalışmakta ve barışı gözlemek için bölgeye yerleştirdiği askerleriyle arka bahçesindeki varlığını güçlendirmektedir. Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ meselesinde egemenlik ve toprak bütünlüğüne yönelik algıladığı tehditlerin, ikili devlet ilişkileri ya da bölgesel düzeyde reel bir zemini bulunmaktadır. Her şeyden önce Azerbaycan, 2020 savaşı öncesi topraklarının %20'sini Ermeni işgali dolayısıyla kaybetmiş bir devletti. Bundan daha gerçek bir tehdit olmasa gerek. Ancak gerçek tehditlerin yanı sıra, düşmanlık içeren söylemlerden doğan endişe verici algılar vardır ki bunlar askeri tehditleri sürekli canlı tutmakta ve güçlendirmektedir. Azerbaycan ve Ermenistan arasında gerçek ya da algılanan tehditler, bölgesel istikrarı da tehdit etmekte, bu iki devleti dış müdahaleler karşısında daha savunmasız bırakmaktadır. Bağımsızlıklarından beri siyasi gündemlerinin en üst noktasında duran Dağlık Karabağ meselesi, hem Azerbaycan hem de Ermenistan için büyük gurur ya da büyük yıkım/aşağılanma konusu olabilmektedir. Azerbaycan ve Ermeni liderlerin yükseliş ve düşüş hikâyelerinin savaştaki başarı ya da başarısızlıklara denk gelmesi şaşırtıcı değildir. Bunun yanı sıra, meselenin varlığından iç siyasette de faydalanma durumu söz konusu olabilmektedir. İlk olarak, Dağlık Karabağ'da yaşanan bir başarısızlık, rejim güvenliği ve meşruiyet krizi meselesine dönüşebilmektedir. Savaşta kazananın gücü meşru görünmektedir. Savaşta kaybedenin ise ülkeyi yönetmeye muktedir olmadığı düşünülmektedir. İkinci olarak, Dağlık Karabağ meselesi muhaliflerin iktidarları devirme ya da zayıflatmada kullandıkları manevra araçları olabilmektedir. Dolayısıyla bu konunun güvenlikleştirilmesinde iktidarın yanı sıra muhaliflerin de büyük çıkarı vardır. Üçüncü olarak, Dağlık Karabağ meselesi bağımsızlıktan sonra ciddi sosyoekonomik problemler yaşayan Azerbaycan'ın diğer iç güvenlik problemlerini ikincil önemde görmesinde etkili olmuştur. Bir beka sorunu olan Dağlık Karabağ çatışmasının üstesinden gelmeden diğer sorunlara öncelik vermenin dikkat dağıtıcı ve hatta zorlayıcı/tehdit edici yanları olabileceği kanısı yaygındır. Meselenin güvenlikleştirilmesinin diğer sorunları ikincil önemde gösterme ve sorumluluk almaktan kaçınma üzerindeki kolaylaştırıcı rolü büyüktür. Dördüncü olarak, Dağlık Karabağ meselesinde YEK'lerin problemleri mi yoksa onların yeni yerleşim yerlerinde yarattıkları iddia edilen tehditler mi tartışılacaktır? Bu konu aslında, güvenlikleştirme sürecinde YEK'lerin nerede konumlandırıldığı ile ilişkilidir. YEK'lerin güvenlikleştirme söylemlerindeki rolünün onlara yönelik bakış açısına göre değiştiği gözlemlenmektedir. YEK'ler, ilk olarak direkt tehdit altında olan unsurlar olarak tanımlanabilir. YEK'ler, Ermeni işgali karşısında savaşın yıkıcılığını en yakından görmüş, evlerini terk etmek zorunda kalmış ve hala da diğer tüm Azerbaycan vatandaşları gibi hem operasyonel anlamda hem de propaganda şeklinde saldırı tehdidi altında olan bir gruptur. Dağlık Karabağ çatışmasında tehdit edilenin devlet/rejim güvenliği olduğu düşünülür ise YEK'lerin güvenlikleştirme eylemi içindeki rolleri fonksiyonel aktör şeklinde de görülebilir. Fonksiyonel aktörler, tehdit edilen grup içinde sayılmadıkça varlıkları ile güvenlikleştirme sürecini olumlu ya da olumsuz anlamda etkileyebilen gruplardır. YEK'ler aynı zamanda o ülkenin vatandaşları oldukları için dinleyici konumundadırlar. Güvenlikleştirme hamlesinin kabul edilip rızalarının alındığı ve karizmatik liderlerinin hayata geçirdiği olağanüstü tedbirlere onay veren dinleyicilerdir. Bunlara ek olarak, YEK'ler yeni gittikleri yerlerde ya da geri döndükleri eski yerleşim yerlerinde tehdit olarak algılanabilmektedir. Bu da toplumsal düzeyde yeni bir güvenlikleştirme sürecinin doğuşuna sebep olabilir. Aslına bakılır ise Azerbaycan örneğinde siyasi ve toplumsal güvenlik sektöründe böylesi bir güvenlikleştirilme hamlesinden bahsetmek mümkün değildir. Bununla beraber, yerel halkın yerinden edilmiş kişilere bakış açılarında bazı zıtlıklar olduğu ileri sürülmektedir. YEK'ler, kimliklerin ikiliğine işaret etmesi bakımından iyi bir örnektir. Eğer YEK iseniz ―yoldaş, savaş mağduru, kurban, savaşçı, kahraman‖ da olabilirsiniz, ―savaştan kaçmış, kaynakları yağmalayan, yerel halkın iş olanaklarını elinden alan, düzen bozan‖ biri olarak da tanımlanabilirsiniz. Bu kişilere çıkarlara ve şartlara göre değişen ve manipüle edilmeye açık ikili kimlikler atfedilebilmektedir. Tüm bu veriler, Dağlık Karabağ meselesinde güvenlikleştirilme sürecinin Azerbaycan'da sadece tek bir karizmatik aktöre özgü olmadığına, tarihsel ve kültürel farklılıklar ve anlaşmazlık noktalarının önceki liderlerden ve yapılardan ödünç alınan ve sürekli kendini üreten bir güvenlikleştirme sürecinin varlığına işaret etmektedir. Üstelik bu güvenlikleştirme süreci sadece ötekinin reddedilmesinden doğmamakta, ötekinin ürettiği söylemler üzerinden de güçlenmektedir. Dolayısıyla çalışma hazırlanırken sadece Azerbaycanlı liderlerin söylem ve politikalarına vurgu yapılmamış, Ermeni liderlerin söylemleri de incelenmiştir. YEK'ler, her ne kadar Azerbaycan devleti tarafından yardımlar yapılsa da hep topluma tam entegre edilmeyen ve bir gün anavatanlarına dönüşü hayal edilen gruplar olmuştur. 2020 Savaşı sonrasında Azerbaycan'ın askeri zaferinin etkisiyle YEK'lerin dönüşünün konuşulduğu bu dönem, devletin yerinden edilmeye verdiği önemi doğrular niteliktedir. YEK'lerin varlıkları üzerinden hafızalar canlı tutulmuş, milliyetçi ve vatanperver duygular güçlendirilmiş, düşmanın varlığı lanetlenmiş ve Büyük Dönüş gününde bu kişilerin evlerine, topraklarına kavuşacağı anlatılagelmiştir. Şu an Ermenistan işgalinden kurtarılan bölgelerde akıllı köyler kurularak geri dönüş özendirilmektedir. Geri dönüş, Kılavuz ilkeler başta olmak üzere uluslararası hukuk ve normlara uygun olarak gönüllülük esasına dayalı şekilde ve güven içinde gerçekleşmelidir. Görüldüğü üzere yerinden edilme, bir defa olan ve bu insanlar eski evlerine döndüklerinde sona eren bir süreç değildir. Yeni yere yerleşme, entegrasyon ve geri dönme süreçlerini de kapsamaktadır. Dağlık Karabağ örneğinde bu kişilerin geri dönüşü sürecinde ve sonrasında da problemler yaşanabileceği öngörülebilir. Kimler dönmeye hak kazanacaktır? Terk ettikleri evlerini ve diğer mülkiyetlerini yerinde bulabilecekler midir? Döndükleri yerlerde ekonomik ve sosyal hayata uyum sorunları yaşanacak mıdır? Ermeni tarafı, vatanına geri dönen Azerbaycan vatandaşlarının bölgede çoğunluk oluşturmasından ve olası bir referandumda statü değişikliğinin yapılmasına sebep olmalarından endişe etmektedir. Azerbaycan ise dönüşü cazip kılmanın yollarını oluşturmaktadır. Güney Kafkasya'da, özellikle de vatan sevgisi ve özlemin edebi eserlere konu olduğu Dağlık Karabağ'da hikâyelerin yıkıcı ve iyileştirici gücü vardır. YEK'lerin hikâyelerinin, bölgede güvenlikleştirmeye ya da güvenlikdışılaştırmaya yönelik her siyasi eylemin kıvılcımı olmaya devam edeceği varsayılabilir. Hiçbir siyasi lider, travmaların ateşiyle harmanlanan böylesi bir hikayeleştirici güçten vazgeçmek istemeyecektir.

Özet (Çeviri)

In this study, the securitization process of Nagorno-Karabakh conflict, which emerged between Azerbaijan and Armenia before the dissolution of the Soviet Union is examined and the role of the displaced people in this process are investigated. These people, who had to flee from Nagorno-Karabakh and seven surrounding regions that were occupied by Armenia in the conflict broke out from 1988 to 1994, and dispersed to different cities of Azerbaijan, have a very basic status that forms the backbone of this study: Being internally displaced people (IDPs). According to the United Nations (UN) Guiding Principles on Internal Displacement (GPIDPs), these people are not subject to the same rules of international law and do not have the same rights and responsibilities as refugees. They have had to migrate within the borders of their home countries, and their government has a responsibility to provide them the necessary assistance and protection. Refugees have a life that continues in another country after a breaking point often associated with war. IDPs, on the other hand, are those who have been forcibly displaced within the borders of their country of origin due to armed conflict, generalized violence, human rights violations, and human-made or natural disasters. While there is huge amount of work in the literature on refugees and the securitization process of refugees, less reference is made to IDPs. IDPs are often confused with refugees and some of their specific needs and demands for safety are not given due consideration. Studies in which IDPs are examined in the context of the concept of securitization are rarely encountered. In fact, as these people continue to be citizens of the country in which they live, they take place as subjects of securitization in each of the military, political, social, economic, and even environmental security sectors. However, their roles in the securitization process may change depending on the context and political will. In this respect, the study deals with the less explored disadvantageous group, IDPs, within the framework of securitization theory and aims to make an important contribution to the literature. The study examines Nagorno-Karabakh conflict, which is a subject that is widely discussed in the context of military security based on realist assumptions in the current literature, with its historical, cultural, and legal features as a whole. This holistic approach involves understanding and interpreting the problem in depth, rather than merely identifying the problem. It tries to grasp the origins of some historical realities and hostilities/misperceptions and othering efforts without ignoring them. Thus, it aims to provide a perspective for the solution in future studies. In this respect, the dissertation tries to analyze the issue through a constructivist term, beyond the limitations of the realist paradigm as mentioned above. Written from a constructivist point of view, which positions itself at the middle point in the discussion of positivism and post-positivism, this dissertation stands close to critical thinking in this spectrum due to the importance it attaches to historical events, its emphasis on identity-related elements, and its effort to understand the subject. The researcher has a very difficult task in analyzing objectively an ethnicity and territory based conflict in which identity debates are intense and historical enmities prevail. When the securitization dimension of the subject is included in the analysis, the researcher should be more careful and sensitive in acting on moral and ethical principles while approaching the problems. In order to achieve this, attention has been paid to presenting the views of Azerbaijanis and Armenians in an equal and fair manner in every topic discussed throughout the study. The terms or historical data in the study were used not depending on the preference of the researcher, but to serve a better understanding of the subject and depending on its prevalence in the literature. Throughout the study, quantitative data and qualitative data were used to support each other or to question their accuracy. For example, when different figures are reached regarding the population movements in this geography, especially the number of displaced persons, the said data is presented together in a way that allows comparison. A similar situation applies to matters that are often based on qualitative data, over which there is much disagreement. When it comes to these issues, the arguments of the parties are given comparatively and the reader is provided to crossread. The issues that are frequently the subject of conflict between the parties and that are most distorted are actually the issues that are most exposed to the securitization discourse. Therefore, even this situation can be shown as proof that the conflict is securitized at the highest level by increasing the discourses of threat and hostility over the points of disagreement. Since the application of the theory in the study is based on a case study, first of all the concepts (securitization and internal displacement) are investigated in detail and even a chapter is devoted to these two topics. In addition, the criticisms against the theory were carefully reviewed and it was examined whether similar criticisms were also in question in the securitization of Nagorno-Karabakh issue. Speech texts of leaders were examined and their effects on the securitization process were questioned. Historical themes of hostility, real or perceived threats, and stereotypes developed for the other have been tried to be understood through the events or phenomena that securitizing leaders frequently emphasized in their statements. Nagorno-Karabakh issue is a highly securitized ethnic conflict as part of the centuries-old ethnic and land-based policies of Russians over the region, historical dynamics and political culture. Soviet divide and rule policy, nationalities policy and Sovietization efforts continue to show themselves in the deadlock in the internal security problems of the states that gained independence in the wake the dissolution of the Union. The role given to Russia, which played such an important role in the formation and rooting of the problems in Nagorno-Karabakh, historically and politically, regarding the peaceful resolution of the problem seems ironic. Thanks to the Nagorno-Karabakh conflict, Russia is trying to make both Azerbaijan and Armenia dependent on itself for the ―solution‖ of the problem, even after independence, and strengthens its presence in its backyard with the soldiers it has deployed in the region to monitor peace. The threats perceived by Azerbaijan to its sovereignty and territorial integrity in Nagorno-Karabakh issue have a real basis in bilateral state relations or at the regional level. First, Azerbaijan was a state that lost 20% of its territory before the 2020 war due to the Armenian occupation. There is no more real threat than that. However, in addition to real threats, there are alarming perceptions arising from hostile rhetoric, which keep military threats alive and strengthen them. Real or perceived threats between Azerbaijan and Armenia also threaten regional stability, leaving these two states more vulnerable to foreign interventions. Nagorno-Karabakh issue, which has been at the top of their political agendas since their independence, can be a matter of great pride or great destruction/humiliation for Azerbaijan and Armenia. It is not surprising that the rise and fall of Azerbaijani and Armenian leaders coincided with their success or failure in the war. In addition to this, it is possible to benefit from the existence of the issue in domestic politics. Firstly, a failure in Nagorno-Karabakh can turn into a crisis of regime security and legitimacy. The strength of the winner in war seems legitimate. It is thought that the loser in the war is not able to rule the country. Secondly, Nagorno-Karabakh issue can be a maneuvering tool used by the opposition to overthrow or weaken the government. Therefore, in the securitization of this issue, the opposition has a great interest as well as the government. Thirdly, Nagorno-Karabakh issue was effective in seeing other internal security problems of Azerbaijan, which had serious socio-economic problems after independence, as secondary. It is widely believed that prioritizing other issues without overcoming Nagorno-Karabakh conflict, which is a survival issue, can have distracting and even challenging/threatening aspects. The securitization of the issue has a great facilitating role in downplaying other issues and avoiding responsibility. Fourthly, will the problems of the IDPs in Nagorno-Karabakh issue or the threats they allegedly create in their new settlements be discussed? This issue is actually related to where IDPs are situated in the securitization process. It is observed that the role of IDPs in securitization discourses varies according to the perspective towards them. IDPs can first be defined as those directly under threat. IDPs are a group that has seen the destructiveness of the war in the face of the Armenian occupation, had to leave their homes, and is still under the threat of attack, both operationally and in the form of propaganda, like all other Azerbaijani citizens. If it is thought that what is threatened in Nagorno-Karabakh conflict is the security of the state/regime, the role of the IDPs in the securitization act can also be seen as a functional actor. Functional actors are groups that can affect positively or negatively the securitization process with their presence, unless they are included in the threatened group. IDPs are also audience because they are citizens of that country. They are audiences who endorsed the securitization move, consented to the extraordinary measures implemented by their charismatic leaders. In addition, IDPs may be perceived as a threat in their new settlement areas or in their homelands to which they have returned. This may lead to the emergence of a new securitization process at the societal level. In fact, it is not possible to talk about such a securitization move in the political and social security sector in the example of Azerbaijan. However, it has been argued that there are some contradictions in the way local people view IDPs. IDPs are a good example of indicating the duality of identities. If you are a displaced person, you can be a ―comrade, war victim, victim, warrior, hero‖, or you can be described as ―someone who has fled the war,‖ ―plunders resources,‖ ―deprives local people of job opportunities,‖ and ―disrupts order.‖ Dual identities, which can change according to interests and conditions and are open to be manipulated, are attributed to these people. All these data indicate that the securitization process in Nagorno-Karabakh issue is not unique to one charismatic actor in Azerbaijan, but that there is a constantly self-producing securitization process of historical and cultural differences and points of disagreement borrowed from predecessors and structures. Moreover, this securitization process does not only arise from the rejection of the other, but also strengthens through the discourses produced by the other. Therefore, while the study was being prepared, not only the discourse and policies of the Azerbaijani leaders were emphasized, but also speeches of Armenian leaders were examined. IDPs have always been groups that have not been fully integrated into the society and are dreamed of one day returning to their homeland, no matter how much aid is provided by the Azerbaijani state. This period, in which the return of IDPs due to the military victory of Azerbaijan after the 2020 War is discussed, verifies the importance given by the state to their displacement. The memories were kept alive through the existence of IDPs, the nationalist and patriotic feelings were strengthened, the existence of the enemy was cursed, and it was told that these people would regain their homes and lands on the day of Great Return. Currently, smart villages are established in the territories, which have been liberated from Armenian occupation, and return is encouraged. Return should take place on a voluntary basis and in safety, in accordance with international law and norms, in particular the Guiding Principles. As you can see, displacement is not a one-time process that ends when these people return to their old homes. It also covers the processes of resettlement, integration, and return. In Nagorno-Karabakh example, it can be predicted that problems may arise during and after the return of these people. Who will be eligible to return? Will they be able to find their abandoned homes and other properties in their proper place? Will there be problems in adapting to economic and social life in the places they return to? The Armenian side is concerned that the Azerbaijani citizens returning to their homeland will form a majority in the region and cause a change in status in a possible referendum. Azerbaijan, on the other hand, creates ways to make the return attractive. In South Caucasus, especially in Nagorno-Karabakh, where patriotism and longing are the subject of literary works, stories have both destructive and healing power. It can be assumed that the stories of IDPs will continue to spark any political action to securitize or desecuritize the region. No political leader would want to give up such a narrative power that blends with the fire of trauma.

Benzer Tezler

  1. Suriye'de demografik değişim: Beşar Esad dönemi (2011-2020)

    Demographic change in Syria: The era of Bashar al-Assad (2011-2020)

    KUTAİBA FARHAT

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2022

    Siyasal BilimlerÇankırı Karatekin Üniversitesi

    Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı

    DR. ÖĞR. ÜYESİ CEM KARAKILIÇ

  2. 21. yüzyıl dönümünde insan kaynaklı afetlerde toplu göçler ve geriye dönüş sürecinde tarihi çevreye yönelik risklerin yönetimi

    Management of risks for historic environment in mass migration and return processes due to human induced disasters at the turn of the 21st century

    SAADET GÜNDOĞDU

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2019

    MimarlıkYıldız Teknik Üniversitesi

    Mimarlık Ana Bilim Dalı

    PROF. DR. ZEYNEP GÜL ÜNAL

  3. Algılanan örgütsel kronizmin örgütsel muhalefet üzerine etkisinde örgüte güvenin aracı rolü: Adıyaman ilinde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı orta öğretim kurumlarında bir araştırma

    The mediating role of organizational trust in the effect of perceived organizational chronism on organizational dissent: A research in secondary education institutions affiliated to the Ministry of National Education in Adıyaman province

    HABİB KAVAK

    Doktora

    Türkçe

    Türkçe

    2020

    Eğitim ve Öğretimİnönü Üniversitesi

    İşletme Ana Bilim Dalı

    DR. ÖĞR. ÜYESİ ŞEYDANUR SEÇKİN

  4. Feminizm ve terör: Kolombiya barış sürecini feminist teori çerçevesinde değerlendirmek

    Feminism and terror: Evaluating the Colombian peace process in the framework of feminist theory

    MELEK ŞEYDA ÖZTÜRK

    Yüksek Lisans

    Türkçe

    Türkçe

    2021

    Uluslararası İlişkilerHasan Kalyoncu Üniversitesi

    Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı

    DOÇ. DR. MEHMET EMİN ERENDOR

  5. Potentialities for and limits to inclusion by education: The case of Syrian children's education in Turkey and child labour

    Eğitim tarafından içermede potansiyeller ve limitler: Türkiye'deki Suriyeli çocukların eğitimi ve çocuk işçiliği

    YASEMİN KIZILOĞLU

    Yüksek Lisans

    İngilizce

    İngilizce

    2021

    Sosyal HizmetOrta Doğu Teknik Üniversitesi

    Sosyal Politika Ana Bilim Dalı

    DR. ÖĞR. ÜYESİ MEHMET OKYAYUZ