Concealing contradictions through language: Hegemonic presuppositions
Çelişkileri dille örtmek: Hegemonik varsayımlar
- Tez No: 925016
- Danışmanlar: DOÇ. DR. GIOVANNI FILIPPO MION
- Tez Türü: Yüksek Lisans
- Konular: Siyasal Bilimler, Political Science
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 2025
- Dil: İngilizce
- Üniversite: İstanbul Teknik Üniversitesi
- Enstitü: Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Siyaset Çalışmaları Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Siyaset Çalışmaları Bilim Dalı
- Sayfa Sayısı: 120
Özet
Bu çalışmada, dilin hegemonya kurmadaki rolü incelenmekte ve modern devletlerin hegemonik düzenlerini tesis etmek için dilsel varsayımlara başvurduğu öne sürülmektedir. Gramsci'nin hegemonya teorisi temelinde şekillenen bu araştırma, özellikle medya dilinde örtük bir biçimde kullanılan dilsel varsayımların (presuppositions) kamuoyu algısını nasıl biçimlendirdiği sorusuna odaklanmaktadır. Gramscian siyaset teorisi ile dil felsefesini birleştiren bu çalışma, hegemonya kurma sürecinin yalnızca açık ideolojik müdahalelerle değil, dile içkin, zımni yapılar aracılığıyla da yürütüldüğünü ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, Gramsci'nin (1947) hegemonya kuramı Sbisa'nın (1999) dilsel varsayımlar üzerine geliştirdiği özgün perspektifle sentezlenerek, modern devletlerin rıza üretme süreçlerinde dilin işlevi daha derinlemesine ele alınmaktadır. Gramsci'ye göre hegemonya, salt devletin baskı ve zora dayalı gücünü uygulayarak yönetmesi sonucunda kurulmamaktadır. Hegemonya kurma sürecinin önemli bir parçası sivil toplum alanında kültürel, ahlaki ve politik bir liderlik inşa edilmesidir. Gramsci modern devleti, politik toplum (zor aygıtları) ve sivil toplum (rıza aygıtları) olmak üzere iki temel bileşenden oluşan bir yapı olarak tanımlar. Modern devlet, yalnızca hukuki, idari ve askeri alanda gücünü gösteren bir yapı değil, aynı zamanda toplumsal normları, kültürü, sağduyuyu (common sense) ve ideolojiyi de inşa eden bir yapıdır. Bu bağlamda, hegemonya, egemen sınıfın salt ekonomik, hukuki ve bürokratik gücünü kullanmasıyla değil, kültürel ve entelektüel alanlarda da üstünlük ve egemenlik kurarak kendi çıkarlarını gözeten dünya görüşünü“doğal”ve“evrensel”hale getirmesiyle kurulur. Bu sebeple Gramsci'nin teorik çerçevesinde hegemonya kurulma sürecinin incelenmesinde toplumsal ve kültürel liderlik sürecinin farklı toplumsal katmanlarda nasıl işlediği ve egemen ideolojinin bu araçlarla nasıl pekiştirildiği meselesi önemli bir yer kaplamaktadır. Gramsci'ye göre, ideoloji yalnızca soyut bir düşünce sistemi değildir; toplumsal yaşamın her alanına nüfuz eden, insanların dünya görüşlerini, normlarını ve pratiklerini şekillendiren bir yapıdır. İdeolojinin kitleselleşme ve hegemonik hale gelmesi, egemen sınıfın çıkarlarının tüm toplumsal formasyonlarda“ortak çıkar”olarak yeniden üretebilmesine ve her katmanda farklı şekillerde biçimlendirilmesine bağlıdır. İdeolojinin farklı toplumsal sınıflar üzerindeki bu etkisini analiz etmek için Gramci çeşitli kavramlar geliştirmiştir. Örneğin, ideolojinin yoğunlaştığı en üst düzey olarak felsefeyi tanımlarken, halk kültürü ve folkloru ideolojinin en seyreltilmiş, dağınık ve çelişkili biçimi olarak ele alır. İdeolojinin bu çeşitli katmanları ve biçimleri, filozofların ve entelektüellerin egemen ideolojiyi kendi alanlarında devamlı yeniden üretmesini sağlar ve sistematik hale getirerek pekiştirir. Bu çerçevede hegemonya, egemen sınıfın, ideolojisini yalnızca yukarıdan empoze ettiği ve zora dayalı bir biçimde dayattığı bir yapı değil; aynı zamanda egemen sınıfın kurduğu kültürel, ahlaki ve entelektüel liderlik aracılığıyla çeşitli toplumsal katmanlarda halkın mevcut inançlarını ve düşüncelerini dönüştürdüğü bir süreçtir. Dolayısıyla hegemonya, modern devletin yalnızca baskıya dayanan bir yönetim biçimi değildir; aksine, bireylerin rızasını üreterek ideolojik uyumu sağlayan, dinamik ve diyalektik bir süreçtir. Bu bağlamda, Gramsci'nin vurguladığı gibi, hegemonya üstyapıda, sivil toplum alanında işlerken egemen sınıfın dünya görüşünün sınıfsal doğasını gizler ve herkesin ortak çıkarına hizmet eden“ulusal-popüler”bir ideolojiye dönüştürerek toplumun tamamına yayılmasını sağlar. Sivil toplum alanında yaşanan bu dönüşümde, dilin hegemonik düzenin inşasındaki rolü belirleyicidir. Dil, yalnızca iletişimi sağlayan bir araç değil, aynı zamanda ideolojik yapıların şekillendiği ve yayıldığı bir aracı işlevi görür. Dilin yapısı, kavramları, anlam üretme biçimi tarihsel olarak belirli sınıfların dünya görüşlerini yansıtacak bir biçimde şekillenir ve egemen ideolojiyi pekiştirir. Aynı şekilde dil kültür, toplumsal bilinç ve kolektif iradenin oluşturulmasında kritik bir rol oynar. Egemen ideoloji, tarihsel birikimle şekillenmiş ve toplumsal sınıfların kullanımına ve tarihsel konumuna göre farklı anlamlar kazanan kavramlar aracılığıyla yayılır. Bu bağlamda bu tez çalışmasında Sbisa'nın dilsel varsayımlar üzerine yaptığı çalışmaların Gramsci'nin dilin sivil toplum alanında ortaya koyduğu hegemonik işlevi anlamada önemli bir katkıda bulunduğu iddia edilmektedir. Sbisa'ya göre varsayımlar, doğrudan ifade edilmeden iletişimde yer alan ve sorgulanmadan kabul edilen önermelerdir. Bu varsayımlar, ideolojik savların fark edilmeden içselleştirilmesine ve belirli bir dünya görüşünün“doğal”ve“kendiliğinden”kabullenilmesine olanak tanır. Özellikle politik varsayımlarla dolu bir aktarımda bu varsayımlar belirli bir ideolojiyi“sağduyu”veya“doğal”olan olarak sunarak, bu varsayımların tartışılma veya kanıtlanma ihtiyacını ortadan kaldırır. Sbisa'nın teorisi, dilsel varsayımların yalnızca iletişimi kolaylaştıran ve akıcı kılan dilsel araçlar olmadığını, aynı zamanda ideolojik içeriklerin örtük ve ikna edici bir biçimde aktarılmasını sağlayan araçlar olduğunu ortaya koyar. Temelde bu iki teoriden yola çıkan bu çalışma Gramsci'nin hegemonya kavramına dilbilimsel bir boyut ekleyerek, dilsel varsayımların hegemonik söylem içinde nasıl işlediğini ve egemen ideolojinin medya dili aracılığıyla nasıl doğallaştırıldığını ortaya koymaktadır. Bu teorik çerçevenin ampirik bir örnekle beslenmesi ve dilsel varsayımların hegemonik işlevinin nasıl incelenebileceğine dair bir örnek oluşturması için çalışmanın son bölümünde 2013 Gezi Parkı protestolarına ilişkin Yeni Şafak gazetesinin haber dili vaka analizi olarak ele alınmaktadır. Hükümete yakın medya organlarının Gezi protestolarını nasıl çerçevelediği ve dilsel varsayımlar aracılığıyla nasıl hegemonik bir bakış açısı inşa ettiğini inceleyen analiz, belirli dilsel yapılar ve kelime seçimleri üzerinden hegemonik sürecin işleyişini gözler önüne sermektedir. Bu noktada vurgulanması gereken önemli bir husus, bu analizde kullanılan çerçevenin yalnızca Türkiye bağlamına özgü olmadığıdır. Bu örnek incelemedeki amaç, Yeni Şafak'ın Gezi Parkı protestolarını nasıl çerçevelediğini göstermekle sınırlı değildir; asıl hedef, geliştirilen teorik çerçevenin güncel örneklere, hegemonik medya diline nasıl uygulanabileceğini ortaya koymaktır. Bu bağlamda, bu çalışmada sunulan teori, yalnızca belirli bir vakayı açıklamakla kalmamakta, aynı zamanda çağdaş medya araçlarında dilsel varsayımların hegemonik süreçlerde nasıl kullanıldığını anlamak için genel geçer bir analitik araç sunmayı hedeflemektedir. Bu örnek üzerinden, hegemonik varsayımların medya dili içinde nasıl işlediği ve hegemonik anlatıları nasıl pekiştirdiği gösterilmiştir. Bu çalışma, medyada yaratılan hegemonik etkinin, görünür ve doğrudan ideolojik müdahalelerden ibaret olmadığını ortaya koymakta ve dilin kendisine içkin, zımni yapılar aracılığıyla hegemonik bakış açısının nasıl yaygınlaştırıldığının anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Bu sayede, medya dilinin zımni ve arka planda iletilen varsayımlar aracılığı ile nasıl şekillendirildiği ve bu sürecin rıza üretimine nasıl katkı sağladığı analiz edilmektedir. Özetle bu çalışma, dilsel varsayımların ikna edici ve normatif rolünü ortaya koyarak medya dilinde kullanılan varsayımların örtük bir biçimde ideolojik savları ilettiğini ve hegemonik varsayımların rıza üretmede etkili bir rol oynadığını ortaya koymakta ve Gramsci'nin hegemonya teorisine yeni bir açılım getirmektedir. Geleneksel hegemonya analizleri ideolojik devlet aygıtlarına ve kurumsal mekanizmalara odaklanırken, bu araştırma dilin ve varsayımların hegemonik işleyişte oynadığı örtük fakat kritik rolü vurgulamaktadır. Bu sebeple dil, yalnızca bir iletişim aracı değil, ideolojik yapıların üretildiği ve doğallaştırıldığı bir alan olarak ele alınmaktadır. Sonuç olarak, modern devletlerin hegemonik kontrolü sağlamak için yalnızca baskıya ve kurumsal araçlara değil, aynı zamanda dilsel mekanizmalara dayandığını savunan bu çalışma, dilsel varsayımların hegemonik sürecin vazgeçilmez unsurlarından biri olduğunu ileri sürmektedir.
Özet (Çeviri)
This study examines the role of language in the establishment of hegemony, arguing that modern states do not solely rely on institutional and economic mechanisms to assert hegemonic order but also employ linguistic structures as indispensable tools in this process. Grounded in Gramsci's theory of hegemony, this research explores how presuppositions embedded in media language function as tacit conveyers of ideological assertions and shape public perception. By synthesizing Gramscian political theory with the philosophy of language, this study demonstrates that hegemonic processes are sustained not only through explicit ideological interventions but also through the implicit structures of language itself. In this context, Gramsci's (1947) conceptualization of hegemony is integrated with Sbisa's (1999) theoretical insights on linguistic presuppositions, offering a more nuanced understanding of how language operates in the production of consent. According to Gramsci (1947), hegemony is maintained not merely through coercive apparatuses but also through the construction of consent within civil society. Ruling classes employ cultural and ideological tools to universalize their interests, embedding them within 'common sense' to persuade and secure the acquiescence of various social groups. Sbisa's work, on the other hand, highlights that linguistic presuppositions are not neutral tools facilitating communication but rather powerful instruments for transmitting ideological assertions in a covert yet persuasive way. Drawing on these two theoretical frameworks, this study expands Gramsci's concept of hegemony by introducing a linguistic dimension, elucidating how presuppositions operate within hegemonic discourse and how dominant ideologies are naturalized through language. To empirically substantiate this theoretical framework and illustrate how linguistic presuppositions function as hegemonic mechanisms, the final section of this study conducts a case analysis of Yeni Şafak newspaper's reporting on the 2013 Gezi Park protests. The analysis examines how pro-government media framed the protests and constructed a hegemonic perspective through linguistic presuppositions, investigating the specific linguistic structures and lexical choices that underpin this process. By demonstrating the strategic deployment of presuppositions in media language, this study introduces a novel contribution to Gramscian hegemony theory. Traditional analyses of hegemony have predominantly focused on ideological state apparatuses and institutional structures, while this research foregrounds the implicit yet crucial role of language and presuppositions in hegemony. Consequently, language is conceptualized not merely as a tool for communication but as a fundamental domain in which ideological structures are produced and naturalized. Ultimately, this study asserts that modern states do not maintain hegemonic control solely through coercion and institutional mechanisms but also through linguistic structures. Presuppositions, in particular, emerge as indispensable elements in the reproduction of hegemony, facilitating the internalization of dominant ideologies and reinforcing hegemonic frameworks as common sense.
Benzer Tezler
- Mystifications in David Hare's play Skylight
David Hare'nin Skylight oyununda mistifikasyonlar
SALİH ULUÇAY
Yüksek Lisans
İngilizce
2025
İngiliz Dili ve EdebiyatıSivas Cumhuriyet Üniversitesiİngiliz Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı
DR. ÖĞR. ÜYESİ KADRİYE ÇİĞDEM YILMAZ
- دور الفكر الاسلامي بتركيا في إحياء المشترك الإنساني 'مصطفى صبري نموذجا
Türkiye'de İslam Düşüncesi Ve Ortak İnsanlığı Canlandırmadaki Rolü 'Model Olarak Mustafa Sabri'
MUSA UZGUR
- Söylem çözümlemesi:Gazetelerin 'haber' oluşturma ve 'gündem' belirleme işlevlerine eleştirel bir yaklaşım
Başlık çevirisi yok
AYKUT ÇELEBİ
- Language and gender ideologies: A feminist stylistic analysis of Monica Ali's Brick Lane and In the Kitchen
Dil ve cinsiyet ideolojileri: Monica Ali'nin Brick Lane ve In the Kitchen romanlarının feminist biçembilim açısından incelenmesi
DİLEK KAYA BAKAY
Yüksek Lisans
İngilizce
2021
İngiliz Dili ve EdebiyatıAnkara ÜniversitesiBatı Dilleri ve Edebiyatları Ana Bilim Dalı
PROF. NAZAN TUTAŞ
- Neuromancer ve Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? romanlarında transhümanizm
Transhumanism in Neuromancer and do Androids Dream of Electric Sheep?
FIRAT KAPLAN
Yüksek Lisans
Türkçe
2025
İngiliz Dili ve EdebiyatıVan Yüzüncü Yıl Üniversitesiİngiliz Edebiyatı Ana Bilim Dalı
PROF. DR. AYDIN GÖRMEZ