The case of political correctness: Freedom of speech, recognition, and epistemic injustice
Politik doğruculuk: İfade özgürlüğü, tanınma ve epistemik adaletsizlik
- Tez No: 940466
- Danışmanlar: PROF. DR. GÜRCAN KOÇAN
- Tez Türü: Doktora
- Konular: Felsefe, Siyasal Bilimler, Philosophy, Political Science
- Anahtar Kelimeler: Belirtilmemiş.
- Yıl: 2025
- Dil: İngilizce
- Üniversite: İstanbul Teknik Üniversitesi
- Enstitü: Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
- Ana Bilim Dalı: Siyaset Çalışmaları Ana Bilim Dalı
- Bilim Dalı: Siyasal ve Toplumsal Düşünceler Bilim Dalı
- Sayfa Sayısı: 301
Özet
Bu tez, politik doğruculuğun, eşitlik temelli bir ahlaki norm olarak ele alındığında, ifade özgürlüğünü sınırlamak için meşru bir dayanak oluşturup oluşturamayacağını incelemektedir. Politik doğruculuk, yaygın anlamıyla, özellikle tarihsel olarak marjinalleştirilmiş, kırılgan ya da ezilmiş gruplara yönelik aşağılayıcı veya rahatsız edici olarak algılanabilecek ifadelere karşı bir duyarlılık geliştirmeyi ve bu tür ifadelerden kaçınmayı hedefleyen sosyal normlar ve pratikler bütünüdür. Her ne kadar bireylerin onurunu koruma ve kapsayıcı bir dil inşa etme çabasıyla özdeşleştirilse de, politik doğruculuk ifade özgürlüğü ilkesiyle yaşadığı gerilim nedeniyle yoğun tartışmalara konu olmaktadır. Bu gerilimin temelinde, iki asli değerin çatışması yer alır: eşitlik ve özerklik. Politik doğruculuk, toplumsal ve ilişkisel eşitliği önceleyen eşitlikçi bir anlayışla tarihsel adaletsizlikleri telafi etmeyi ve kimlik temelli grupların tanınmasını sağlamayı amaçlar. Buna karşılık, ifade özgürlüğü; özerklik, hakikat ve demokratik katılım gibi değerlere dayanır ve geleneksel olarak içerik temelli sınırlamalara karşı direnç göstererek söylem ile eylem arasındaki ayrımı vurgular. Bu çalışma, politik doğruculuğun ahlaki duyarlılık ve tanınmaya dayalı bir norm olarak, ifade özgürlüğüne tanınan güçlü koruma rejimiyle uzlaşıp uzlaşamayacağını sorgulamaktadır. Bu soruya yanıt ararken, tez politik doğruculuğa dayalı söylem sınırlamalarının meşruiyetini, ifade özgürlüğünü temellendiren felsefi gerekçeler ışığında değerlendiren kuramsal bir çerçeve oluşturur. Mill, Dworkin ve Schauer gibi düşünürlerin klasik ve çağdaş argümanlarına dayanarak, söylemin sıradan bir davranış biçimi değil, kendine özgü bir insan etkinliği olduğu ve bu nedenle sınırlanmasının daha yüksek bir gerekçelendirme yükü taşıdığı savunulur. Bu yükümlülük, özellikle politik doğruculuğun nefret söylemi gibi doğrudan zararı engellemek yerine, rahatsız edici, saygısız ya da belirli grup kimliklerine yönelik eleştirel ifadeleri sınırlandırmak amacıyla devreye girdiği durumlarda daha da belirginleşir. Konuşma eylemleri kuramıyla kurulan eleştirel etkileşim sayesinde, söylem ile eylem arasındaki geleneksel ikilik sorgulanmakta; bazı söylemlerin sosyal sonuçlar doğuran eylemler olarak işlev görebileceği gösterilmektedir—özellikle bastırma ya da susturma biçiminde. Ancak aynı kuramsal araçlar, politik olarak yanlış kabul edilen ifadelerin de—rahatsız edici olsalar dahi—yerleşik normlara meydan okuyarak öz-eleştiriyi teşvik edebileceğini ve bireysel özerkliği güçlendirebileceğini ortaya koymaktadır. Tezin temel katkısı, politik doğruculuk ile ifade özgürlüğünü ilişkisel ilkeler olarak yeniden kavramsallaştıran dengeli bir normatif çerçeve önermesidir. Bu çerçeve, iki temel kuramsal mercekten beslenmektedir: Charles Taylor, Axel Honneth ve Nancy Fraser'ın geliştirdiği tanınma kuramı ile Miranda Fricker'ın ortaya koyduğu epistemik adaletsizlik yaklaşımı. Tanınma, söylemde adaletin yalnızca hukuki eşitlikten ibaret olmadığını; karşılıklı saygı ve ses hakkı için gerekli sosyal koşulların da sağlanması gerektiğini savunur. Epistemik adaletsizlik ise—özellikle tanıklık ve hermenötik adaletsizlik biçimlerinde—politik doğruculuk normlarının bağlama bağlı olarak dışlayıcılığı hem ortadan kaldırabileceğini hem de yeniden üretebileceğini ortaya koyar. Bu çerçeve, politik doğruculuğun çift yönlü yapısını görünür kılar. Bir yandan marjinalleştirilmiş sesleri yükselterek, egemen bilgi yapılarıyla hesaplaşarak ve daha kapsayıcı bir söylem oluşturarak adalete katkı sunabilir. Öte yandan, katı biçimde uygulandığında sembolik uyumculuğa yol açabilir, ılımlı ya da reformist muhalefeti susturabilir ve nihayetinde korumayı hedeflediği bireylerin özerkliklerini zedeleyen çifte standartlara neden olabilir. Tez, özellikle politik doğruculuğun, azınlık kültürlerindeki bazı inanç veya uygulamaların eleştirilmesini önlediği ve böylece liberal eleştirinin önünü tıkayarak ahlaki bir asimetri yarattığı durumlara dikkat çeker. Tez, toplam on iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm olan Giriş kısmında, çalışmanın temel sorunsalı ortaya konmakta, politik doğruculuk ile ifade özgürlüğü arasındaki normatif gerilim tanımlanmakta ve bu çalışmanın amacı, yöntemi ve kuramsal çerçevesi özetlenmektedir. Giriş ayrıca, tezin genel yapısını ve her bölümün bu yapıya nasıl katkı sunduğunu açıklayarak okuyucuya sistematik bir yol haritası sunmaktadır. 2. ve 3. bölümler, sırasıyla özgürlük ve ifade kavramlarını kuramsal düzeyde ele almaktadır. İkinci bölüm, özgürlük kavramının tarihsel ve felsefi gelişimini inceleyerek, klasik (Platon, Aristoteles), modern (Hobbes, Locke, Rousseau, Kant, Mill) ve çağdaş yorumlar (pozitif/negatif özgürlük ayrımı, MacCallum'un üçlü modeli) arasında bir çözümleme sunar. Bu kuramsal tartışma, özgürlüğün yalnızca dışsal kısıtlamaların yokluğu değil, aynı zamanda bireyin kendini gerçekleştirme kapasitesiyle ilgili olduğunu ortaya koyar. Üçüncü bölüm ise, ifade kavramının tanımı, diğer eylem türlerinden farkı ve özellikle konuşma eylemleri kuramı (Austin ve Searle bağlamında) çerçevesinde toplumsal işlevi üzerine odaklanır. Bu bölüm, ifadenin yalnızca dilsel bir araç değil, aynı zamanda etkileri olan bir toplumsal pratik olduğunu göstererek ifade özgürlüğü tartışmalarının kavramsal zeminini kurar. 4. ve 5. bölümler, ifade özgürlüğünün felsefi temellerini derinlemesine inceler. Dördüncü bölümde, ifade özgürlüğüne yönelik mutlakiyetçi yaklaşımlar ile eleştirel ve şüpheci yaklaşımlar karşılaştırılır; bu çerçevede ifade özgürlüğünün sınırsız olup olamayacağı tartışılır. Beşinci bölüm ise, ifade özgürlüğünün dayandığı özerklik, hakikat arayışı (örneğin fikirlerin serbest dolaşımı yoluyla doğruya ulaşma) ve demokratik katılım gibi değerleri normatif gerekçeler olarak analiz eder. Bu gerekçelerin çağdaş tehditler karşısında nasıl savunulabileceği ve ne ölçüde yeterli kaldığı tartışmaya açılır. 6. bölüm, eşitlik kavramını çok boyutlu biçimde ele alır. Biçimsel, ahlaki, dağıtımsal ve ilişkisel eşitlik türleri arasındaki ayrımlar tartışılır; bireylere eşit şekilde değil, eşit bireyler olarak muamele edilmesinin önemi vurgulanır. Bu bölüm, politik doğruculuğun eşitlik temelli iddialarını değerlendirmek için gerekli teorik zemini sağlar. 7. bölüm, politik doğruculuğun hem betimleyici hem de normatif boyutlarını analiz eder. Kavramın tarihsel kökenlerinden günümüze uzanan dönüşümü ele alınarak, nasıl ahlaki bir standarda dönüştüğü, bireysel davranışları ve kamusal ifadeleri nasıl etkilediği incelenir. Politik doğruculuğun yalnızca nefret ifadelerini değil, aynı zamanda“rahatsız edici”veya“zararlı”olarak algılanabilecek birçok ifadenin dışlanmasına yönelik bir eğilim taşıdığı gösterilir. 8. bölüm, tezin merkezindeki normatif gerilimi doğrudan ele alır. Eşitlik ve özerklik arasındaki çatışma, ifade özgürlüğü ile politik doğruculuk arasındaki ilişki bağlamında değerlendirilir. Bu bölümde, politik doğruculuğun ifade özgürlüğünü sınırlama iddiasının hangi durumlarda meşru olabileceği, içerik temelli kısıtlamaların sınırları ve istisnaları ayrıntılı biçimde tartışılır. 9. bölüm, tanınma kuramını kavramsal bir araç olarak devreye sokar. Charles Taylor, Axel Honneth ve Nancy Fraser gibi düşünürlerin çalışmalarına dayalı olarak, tanınmanın bireylerin yalnızca hukuki eşitliğini değil, aynı zamanda toplumsal kabul ve saygı görme ihtiyacını karşıladığı savunulur. Bu bağlamda, tanınma teorisi politik doğruculuk ile ifade özgürlüğü arasında adalet temelli bir denge kurmanın imkânlarını sorgular. 10. bölüm, epistemik adaletsizlik kavramına odaklanır. Miranda Fricker'ın ortaya koyduğu tanıklık ve hermenötik adaletsizlik türleri temelinde, politik doğruculuğun hangi durumlarda bilgiye erişimi kolaylaştırıcı, hangi durumlarda ise yeni dışlanma biçimleri yaratıcı bir rol oynayabileceği tartışılır. İfade özgürlüğünün yalnızca bireysel bir hak değil, aynı zamanda epistemik çoğulluğun bir aracı olduğu vurgulanır. 11. bölüm, önceki bölümlerde sunulan kuramsal temelleri sentezleyerek, politik doğruculuğu ne koşulsuzca savunan ne de bütünüyle reddeden, bağlama duyarlı ve normatif olarak dengeli bir yaklaşım önerir. Tanınma ve epistemik adalet ilkeleri çerçevesinde geliştirilen bu model, hem marjinalleştirilmiş grupların seslerini görünür kılmayı hem de aşırı korumacı uygulamaların yarattığı ifade özgürlüğü kayıplarını önlemeyi hedefler. 12. bölüm, çalışmanın genel değerlendirmesini sunar. Politik doğruculuk ile ifade özgürlüğünün birbiriyle çatışan mutlak değerler olarak değil, karşılıklı olarak tanınma, saygı ve bilgi üretimi üzerinden yeniden kurgulanabilecek ilişkisel ilkeler olarak düşünülmesi gerektiği vurgulanır. Sonuç olarak bu tez, politik olarak yanlış kabul edilen ifadelerin otomatik olarak dışlanmaması gerektiğinin, bu türden ifadelerin ilişkisel eşitlik, epistemik öznellik ve ifade adaleti gibi ilkeler temelinde değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Bu yönüyle çalışma, politik doğruculuğun normatif temellerine ilişkin literatüre katkı sunmakta ve demokratik toplumlarda ahlaki duyarlılıkla ifade özgürlüğü arasında ilkeli ve sürdürülebilir bir denge kurmanın imkânlarını araştırmaktadır.
Özet (Çeviri)
This dissertation investigates whether political correctness, when understood as a moral norm grounded in equality, can constitute a legitimate basis for restricting freedom of speech. Political correctness, in its popular usage, refers to a set of social norms and practices designed to regulate or avoid expressions that may be perceived as offensive or derogatory, particularly towards marginalized, vulnerable, or historically oppressed groups. While often associated with the protection of dignity and the promotion of inclusive language, political correctness has also become a subject of significant controversy—especially in its perceived tension with the principle of freedom of speech. At the heart of this tension lies a normative conflict between two fundamental values: equality and autonomy. Political correctness is underpinned by egalitarian commitments to social and relational equality, aiming to correct historical injustices and promote recognition of identity-based groups. Conversely, the principle of free speech derives its normative force from values such as autonomy, truth, and democratic participation, and has traditionally resisted content-based restrictions, emphasizing a sharp distinction between speech and conduct. The dissertation explores whether political correctness, as a norm of moral sensitivity and recognition, can be reconciled with the robust protections afforded to speech in liberal democratic societies. To answer this question, the dissertation constructs a theoretical framework that evaluates the justifiability of politically correct speech restrictions in light of philosophical justifications for free speech. Drawing on classic and contemporary arguments, including the works of Mill, Dworkin, Schauer, and others, it is argued that speech is not merely a form of conduct but a unique category of human action whose restriction requires a particularly demanding burden of proof. The dissertation emphasizes that this burden becomes especially relevant in cases where political correctness is invoked not to prevent direct harm (as in hate speech), but to police expressions deemed offensive, disrespectful, or critical of certain group identities. Through critical engagement with speech act theory, the dissertation challenges the conventional dichotomy between speech and conduct, showing that some forms of speech can indeed function as actions with social consequences—particularly in their capacity to subordinate or silence. However, the same theoretical tools also reveal that politically incorrect speech, while often uncomfortable, can serve epistemic functions by challenging entrenched norms, encouraging self-criticism, and promoting individual autonomy. The core contribution of this study lies in its proposal of a balanced normative framework that reconceives both political correctness and freedom of speech as relational principles. It does so by incorporating two key theoretical lenses: recognition theory (as developed by Charles Taylor, Axel Honneth, and Nancy Fraser) and the concept of epistemic injustice (as articulated by Miranda Fricker). Recognition is presented as a necessary component of justice in speech—demanding more than legal equality and insisting on the social conditions for mutual respect and voice. Epistemic injustice, especially testimonial and hermeneutical forms, helps diagnose how politically correct norms can both correct and reproduce exclusion, depending on their context and application. This framework reveals the double-edged nature of political correctness. On one hand, it can promote justice by amplifying marginalized voices, challenging dominant epistemologies, and fostering more inclusive discourse. On the other hand, when rigidly applied, it may foster symbolic conformity, silence moderate or reformist dissent, and apply double standards that ultimately undermine the autonomy of the very individuals it seeks to protect. In particular, the dissertation draws attention to cases in which political correctness precludes critical engagement with practices or beliefs within minority cultures, thereby obstructing liberal critique and reinforcing a form of moral asymmetry. Structurally, the dissertation unfolds in twelve chapters. Following the introduction, Chapters 2 and 3 develop the theoretical foundations by examining the concepts of freedom and speech respectively. Chapters 4 and 5 analyze the justifications for free speech, considering both absolutist and skeptical positions and evaluating them in terms of autonomy, democracy, and truth. Chapter 6 shifts to the concept of equality, drawing distinctions between formal, moral, distributive, and relational equality, and introducing the idea of treating individuals as equals rather than merely treating them equally. Chapter 7 provides a descriptive and normative analysis of political correctness, tracing its historical development and its transformation into a moral standard that governs language and behavior. Chapter 8 addresses the conflict between equality and autonomy by investigating how politically correct norms interact with the principle of freedom of speech. Chapter 9 introduces recognition theory as a conceptual tool for understanding speech justice, while Chapter 10 engages with epistemic injustice to show how political correctness may correct or perpetuate communicative asymmetries. Chapter 11 synthesizes the findings and proposes a model of balance: one that does not reject political correctness outright but refines its application to avoid moral overreach and unintended silencing. Chapter 12 concludes by reaffirming the importance of constructing a framework where political correctness and freedom of speech are not treated as binary opposites but as values that can be made compatible through dialogic recognition and epistemic inclusion. This dissertation ultimately argues that politically incorrect speech should not be automatically rejected; rather, both politically correct and incorrect expressions should be critically evaluated based on whether they enhance or hinder relational equality, epistemic agency, and discursive justice. In doing so, the study contributes to the underdeveloped literature on the normative foundations of political correctness and provides a principled path forward for reconciling moral sensitivity with freedom in democratic speech practices.
Benzer Tezler
- 2017 referandumunun yerel siyasete etkisi: Niğde örneği
The effect of the 2017 referendum on local politics: The case of Nigde
ÖMER CAN ERYİĞİT
Yüksek Lisans
Türkçe
2022
Siyasal BilimlerNiğde Ömer Halisdemir ÜniversitesiSiyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı
DOÇ. DR. YASİN ATLIOĞLU
- Çifte vatandaşlık ve 'Çelişik' siyasal tercih: Belçika'da yaşayan Türkiyelilerin ulusötesi siyasal katılımları üzerine nitel bir araştırma
Dual citizenship and 'Contradictory' political choice: A qualitative study on the transnational political participation of Turkish nationals living in Belgium
SEDA CAN TOPKAN
- Uluslararası göç sürecinde birlikte yaşama kültürü ve yerel aktörler: Alanya örneği
The coexistance culture and local actors in the process of international migration: The case of Alanya
TÜLİN BOZOĞLU
Doktora
Türkçe
2023
Kamu YönetimiMersin ÜniversitesiSiyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı
PROF. DR. HACI KURT
- Deniz güvenlik politikalarının kamu politikaları analizi: Türkiye örneği
Public policy analysis of maritime security policies: The case of Turkey
ALİ ŞAHİN
Doktora
Türkçe
2024
Kamu YönetimiHacettepe ÜniversitesiSiyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı
PROF. DR. UĞUR SADİOĞLU
- Dynamics of change in domestic actors' foreign policy preferences: the case of Japan's overseas troop deployments (1990-2010)
Başlık çevirisi yok
KIVILCIM ERKAN